|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
Common Usage |
|
1 |
Yaygın Kullanım |
deal i.
|
anlaşma |
|
We made a deal with the store to sell our products there.
Ürünlerimizi orada satmak üzere mağazayla anlaşma yaptık.
More Sentences
|
2 |
Yaygın Kullanım |
deal f.
|
davranmak |
|
We should deal fairly with each other.
Birbirimize karşı adil olarak davranmamız gerek.
More Sentences
|
3 |
Yaygın Kullanım |
deal f.
|
iş yapmak |
|
She did a great deal of work.
O, epeyce iş yaptı.
More Sentences
|
4 |
Yaygın Kullanım |
deal f.
|
(bir sorunla) ilgilenmek |
|
I am going to deal specifically with whole-body vibration.
Ben özellikle tüm vücut titreşimi ile ilgileneceğim.
More Sentences
|
General |
|
5 |
Genel |
deal i.
|
muamele |
|
There is no doubt in my mind that he has been given a raw deal.
Kendisine hak etmediği bir muamele yapıldığına dair hiçbir şüphem yok.
More Sentences
|
6 |
Genel |
deal i.
|
iş |
|
I often have to take the floor when we deal with enormous job losses, and it is always a sad occasion.
Büyük iş kayıpları söz konusu olduğunda sık sık söz almak zorunda kalıyorum ve bu her zaman üzücü bir durumdur.
More Sentences
|
7 |
Genel |
deal i.
|
pazarlık |
|
Surely humanity cannot be reduced to the level of political wheeling and dealing.
Şüphesiz insanlık, siyasi çark ve pazarlık düzeyine indirgenemez.
More Sentences
|
8 |
Genel |
deal i.
|
çam kerestesi |
|
This is my new deal cabinet.
Bu benim çam kerestesinden yapılmış yeni dolabım.
More Sentences
|
9 |
Genel |
deal i.
|
büyük miktar |
|
The gambler lost a good deal of money.
Kumarbaz büyük miktarda para kaybetti.
More Sentences
|
10 |
Genel |
deal i.
|
büyük ölçü |
|
The Trans-European Networks require a great deal of good will and commitment, as practice has clearly shown.
Trans-Avrupa Ağları, uygulamaların da açıkça gösterdiği gibi, büyük ölçüde iyi niyet ve kararlılık gerektirmektedir.
More Sentences
|
11 |
Genel |
deal i.
|
tedavi |
|
The new deal will make the farmer's quality of life better.
Yeni tedavi çiftçinin yaşam kalitesini daha iyi hale getirecek.
More Sentences
|
12 |
Genel |
deal i.
|
(oyun) kağıt dağıtma |
|
You miscounted the cards; we need a new deal.
Kartları yanlış saymışsın, yeniden dağıtmamız lazım.
More Sentences
|
13 |
Genel |
deal f.
|
değinmek |
|
Let me first of all deal with some of the technical issues.
Öncelikle bazı teknik konulara değinmeme izin verin.
More Sentences
|
14 |
Genel |
deal f.
|
vermek |
|
If life deals you lemons, make lemonade.
Hayat sana limonlar veriyorsa, limonata yap.
More Sentences
|
15 |
Genel |
deal f.
|
vurmak |
|
The blow that this would deal to our countries could contribute to destabilising them even further.
Bunun ülkelerimize vuracağı darbe, onları daha da istikrarsızlaştırmaya zemin hazırlayabilir.
More Sentences
|
16 |
Genel |
deal f.
|
dağıtmak (iskambil kağıtlarını) |
|
Then, the dealer will deal one new card on top of each original.
Sonra, dağıtıcı her orijinal kartın üstüne bir yeni kart dağıtır.
More Sentences
|
17 |
Genel |
deal f.
|
ele almak |
|
As they deal with the same subject, Questions No 1 and 2 will be taken together.
Aynı konuyu ele aldıkları için 1 ve 2 numaralı sorular birlikte ele alınacaktır.
More Sentences
|
18 |
Genel |
deal f.
|
satmak |
|
Did you know Tom was dealing drugs?
Tom'un uyuşturucu sattığını biliyor muydun?
More Sentences
|
19 |
Genel |
deal f.
|
kağıtları dağıtmak |
|
It's your turn to deal.
Kağıtları dağıtmak için sıra sende.
More Sentences
|
20 |
Genel |
deal f.
|
uyuşturucu satmak |
|
We should commit thefts and make deals to pass the levels of this video game.
Bu bilgisayar oyununda seviyeleri geçmek için hırsızlık yapıp uyuşturucu satmamız gerekiyor.
More Sentences
|
|
Trade/Economic |
|
21 |
Ticaret/Ekonomi |
deal i.
|
iş |
|
Did one government deal directly with the other, or were international middlemen involved?
Bir hükümet diğeriyle doğrudan mı anlaştı, yoksa uluslararası aracılar da işin içinde miydi?
More Sentences
|
22 |
Ticaret/Ekonomi |
deal i.
|
pazarlık |
|
Surely humanity cannot be reduced to the level of political wheeling and dealing.
Şüphesiz insanlık, siyasi çarkçılık ve pazarlık düzeyine indirgenemez.
More Sentences
|
23 |
Ticaret/Ekonomi |
deal f.
|
iş yapmak |
|
What are you dealing with?
Ne iş yapıyorsun?
More Sentences
|
Politics |
|
24 |
Siyasal |
deal i.
|
anlaşma |
|
Let me note that it does not make much difference whether we talk about partnerships or deals.
Ortaklıklardan ya da anlaşmalardan söz etmemizin pek bir fark yaratmadığını belirtmek isterim.
More Sentences
|
Common Usage |
|
25 |
Yaygın Kullanım |
deal i.
|
oyun kağıtlarını dağıtma |
|
26 |
Yaygın Kullanım |
deal f.
|
dağıtmak |
|
27 |
Yaygın Kullanım |
deal f.
|
ilgilenmek |
|
General |
|
28 |
Genel |
deal i.
|
tüccar |
|
29 |
Genel |
deal i.
|
mukavele |
|
30 |
Genel |
deal i.
|
miktar |
|
31 |
Genel |
deal i.
|
kağıt dağıtma |
|
32 |
Genel |
deal i.
|
çam tahtası |
|
33 |
Genel |
deal i.
|
yöntem |
|
34 |
Genel |
deal i.
|
tacir |
|
35 |
Genel |
deal i.
|
daha da fazla olma |
|
36 |
Genel |
deal i.
|
iskambil kağıtlarını dağıtma |
|
37 |
Genel |
deal i.
|
davranış |
|
38 |
Genel |
deal i.
|
alışveriş |
|
39 |
Genel |
deal i.
|
çam kalas |
|
40 |
Genel |
deal i.
|
pay |
|
|
41 |
Genel |
deal i.
|
hisse |
|
42 |
Genel |
deal i.
|
çok sayıda olan şey |
|
43 |
Genel |
deal i.
|
büyük oran |
|
44 |
Genel |
deal f.
|
uyuşturucu işi yapmak |
|
45 |
Genel |
deal f.
|
kağıt dağıtmak |
|
46 |
Genel |
deal f.
|
yerleştirmek |
|
47 |
Genel |
deal f.
|
oyun kağıdı dağıtmak |
|
48 |
Genel |
deal f.
|
meşgul olmak |
|
49 |
Genel |
deal f.
|
alışveriş etmek |
|
50 |
Genel |
deal f.
|
paylaştırmak |
|
51 |
Genel |
deal f.
|
hakkından gelmek |
|
52 |
Genel |
deal f.
|
bölmek |
|
53 |
Genel |
deal f.
|
ticaret yapmak |
|
54 |
Genel |
deal f.
|
uğraşmak |
|
Irregular Verb |
|
55 |
Irregular Verb |
deal f.
|
dealt - dealt |
|
Colloquial |
|
56 |
Konuşma Dili |
deal expr.
|
nefis bir olay! |
|
57 |
Konuşma Dili |
deal expr.
|
tamam |
|
Trade/Economic |
|
58 |
Ticaret/Ekonomi |
deal i.
|
alışveriş |
|
59 |
Ticaret/Ekonomi |
deal i.
|
dağıtım |
|
60 |
Ticaret/Ekonomi |
deal i.
|
fiyat (belirli bir ürün sınıfı için özel uygulanan) |
|
61 |
Ticaret/Ekonomi |
deal i.
|
ticaret |
|
62 |
Ticaret/Ekonomi |
deal f.
|
iştigal etmek |
|
63 |
Ticaret/Ekonomi |
deal f.
|
ticaret yapmak |
|
Politics |
|
64 |
Siyasal |
deal i.
|
sözleşme |
|
Computer |
|
65 |
Bilgisayar |
deal expr.
|
dağıt |
|
Geography |
|
66 |
Coğrafya |
deal i.
|
new jersey eyaletinde yerleşim yeri |
|
67 |
Coğrafya |
deal i.
|
ingiltere'de yerleşim yeri |
|
Basketball |
|
68 |
Basketbol |
deal i.
|
hücum sahasında oyuncuların pas yapması |
|
|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
General |
|
1 |
Genel |
great deal i.
|
çok şey |
|
Secondly, the European Union has a great deal to gain from these negotiations.
İkinci olarak Avrupa Birliği'nin bu müzakerelerden kazanacağı çok şey vardır.
More Sentences
|
2 |
Genel |
big deal i.
|
çok önemli |
|
Big deal!
Çok önemli!
More Sentences
|
3 |
Genel |
great deal i.
|
büyük miktar |
|
That would have saved the world community a great deal of money, time and embarrassing moments.
Bu, dünya kamuoyunu büyük miktarda para, zaman ve utanç verici anlardan kurtarabilirdi.
More Sentences
|
4 |
Genel |
great deal i.
|
çok sayı |
|
You have accomplished a great deal of work and taken numerous decisions regarding the Lisbon Process.
Lizbon Süreci ile ilgili olarak çok sayıda çalışma gerçekleştirdiniz ve çok sayıda karar aldınız.
More Sentences
|
5 |
Genel |
deal with f.
|
halletmek |
|
If we can deal with the question of taxation, we can all support this report.
Eğer vergilendirme konusunu halledebilirsek, hepimiz bu raporu destekleyebiliriz.
More Sentences
|
6 |
Genel |
deal in f.
|
ticareti yapmak |
|
He's an ivory dealer dealing in black market animals.
O, karaborsa hayvan ticareti yapan bir fildişi tüccarı.
More Sentences
|
7 |
Genel |
make a deal f.
|
anlaşma yapmak |
|
I hope we can make a deal today.
Umarım bugün bir anlaşma yapabiliriz.
More Sentences
|
8 |
Genel |
make a deal f.
|
anlaşma sağlamak |
|
We haven't made a deal yet.
Henüz anlaşma sağlayamadık.
More Sentences
|
9 |
Genel |
deal with f.
|
üstesinden gelmek |
|
We have made progress in this area too, and the Commission is being asked to propose measures to deal with this problem.
Bu alanda da ilerleme kaydettik ve Komisyondan bu sorunun üstesinden gelmek için tedbirler önermesi isteniyor.
More Sentences
|
10 |
Genel |
deal with f.
|
baş etmek |
|
We just need to deal with whatever glitches and hitches appear in the budget.
Bütçede ortaya çıkabilecek aksaklık ve sorunlarla baş etmemiz gerekiyor.
More Sentences
|
11 |
Genel |
make a deal f.
|
uzlaşmak |
|
I think we should make a deal.
Sanırım uzlaşmalıyız.
More Sentences
|
12 |
Genel |
deal with f.
|
ile ilgilenmek |
|
It deals with the requirement that all staff should be subject to controls on accessing security areas.
Tüm personelin güvenlik alanlarına erişim konusunda kontrollere tabi olması gerekliliği ile ilgilenmektedir.
More Sentences
|
|
13 |
Genel |
deal with f.
|
uğraşmak |
|
We must avoid focusing on minor difficulties arising, because we have many major problems to deal with.
Ortaya çıkan küçük zorluklara odaklanmaktan kaçınmalıyız, çünkü uğraşmamız gereken çok büyük sorunlar var.
More Sentences
|
14 |
Genel |
deal with f.
|
ticaret yapmak |
|
Algeria trades a great deal with Turkey.
Cezayir, Türkiye ile büyük bir ticaret yapıyor.
More Sentences
|
15 |
Genel |
deal in f.
|
alıp satmak |
|
We deal in silk goods.
İpek ürün alıp satıyoruz.
More Sentences
|
16 |
Genel |
reach a deal f.
|
anlaşmaya varmak |
|
They supposedly have reached a deal.
Güya bir anlaşmaya varmışlar.
More Sentences
|
17 |
Genel |
have a deal f.
|
anlaşmak |
|
Do we have a deal here?
Anlaştık mı?
More Sentences
|
18 |
Genel |
deal with f.
|
muhatap olmak |
|
The majority of the people being dealt with at present are women and children who are being sexually exploited.
Şu anda muhatap olunan insanların büyük çoğunluğu cinsel istismara uğrayan kadın ve çocuklardır.
More Sentences
|
19 |
Genel |
a great deal zf.
|
pek çok |
|
I would like to comment on both proposals at the same time, as the two have a great deal in common.
Her iki teklif hakkında da aynı anda yorum yapmak istiyorum zira ikisi arasında pek çok ortak nokta bulunmaktadır.
More Sentences
|
20 |
Genel |
a great deal zf.
|
bir hayli |
|
We'll miss Tom a great deal.
Tom'u bir hayli özleyeceğiz.
More Sentences
|
21 |
Genel |
a good deal zf.
|
çok |
|
I think that a good deal more must be done in that regard.
Bu konuda daha çok şey yapılması gerektiğini düşünüyorum.
More Sentences
|
22 |
Genel |
a good deal zf.
|
pek çok |
|
There is of course a good deal more underlying this summit.
Elbette bu zirvenin altında yatan daha pek çok şey var.
More Sentences
|
23 |
Genel |
a great deal zf.
|
çok |
|
The Commission's records leave a great deal to be desired.
Komisyon'un kayıtları arzu edilenin çok ötesindedir.
More Sentences
|
24 |
Genel |
a great deal zf.
|
hayli |
|
We've spent a great deal of time together.
Birlikte hayli zaman geçirdik.
More Sentences
|
Phrasals |
|
25 |
Öbek Fiiller |
deal with f.
|
ile ilgilenmek |
|
It does not deal with the adoption of the acquis by the candidate countries.
Aday ülkeler tarafından müktesebatın benimsenmesi ile ilgilenmemektedir.
More Sentences
|
26 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(birinin/bir şeyin) icabına bakmak |
|
Tom must be dealt with.
Tom'un icabına bakılmalı.
More Sentences
|
Colloquial |
|
27 |
Konuşma Dili |
peace deal i.
|
barış anlaşması |
|
The OAU is doing its best to broker a peace deal there.
Afrika Birliği Örgütü orada bir barış anlaşmasına aracılık etmek için elinden geleni yapıyor.
More Sentences
|
28 |
Konuşma Dili |
deal! exclam.
|
anlaştık! |
|
Deal?
Anlaştık mı?
More Sentences
|
Idioms |
|
29 |
Deyim |
a fair deal i.
|
adil bir anlaşma |
|
I offered Tom a fair deal.
Tom'a adil bir anlaşma önerdim.
More Sentences
|
30 |
Deyim |
seal the deal f.
|
işi bitirmek |
|
I doubt that Tom will be able to seal the deal.
Tom'un işi bitirebileceğinden şüpheliyim.
More Sentences
|
31 |
Deyim |
blow the deal f.
|
anlaşmayı bozmak |
|
He blew the deal.
Anlaşmayı bozdu.
More Sentences
|
32 |
Deyim |
blow the deal f.
|
anlaşmayı mahvetmek |
|
He blew the deal.
Anlaşmayı mahvetti.
More Sentences
|
33 |
Deyim |
make a deal (with one) f.
|
(biriyle) anlaşmak |
|
I made a deal with them.
Onlarla anlaştım.
More Sentences
|
34 |
Deyim |
a good deal s.
|
epey |
|
We spent a good deal of money on the project.
Projeye epey para harcadık.
More Sentences
|
General |
|
35 |
Genel |
big deal i.
|
büyük mesele |
|
36 |
Genel |
good deal i.
|
iyi el |
|
37 |
Genel |
big deal i.
|
büyük iş |
|
38 |
Genel |
no big deal i.
|
önemsiz şey |
|
39 |
Genel |
a great deal of money i.
|
çok para |
|
40 |
Genel |
square deal i.
|
dürüst pazarlık |
|
41 |
Genel |
fair deal i.
|
dürüst pazarlık |
|
42 |
Genel |
square deal i.
|
insaflı davranış |
|
43 |
Genel |
someone with a great deal of experience i.
|
feleğin çemberinden geçmiş |
|
44 |
Genel |
a big deal i.
|
büyük marifet |
|
45 |
Genel |
deal at arm's length with someone i.
|
bir işlemin tarafların birbirleriyle ilişkisi yokmuş gibi yürütülmesi |
|
46 |
Genel |
unfair deal i.
|
üçkağıt |
|
47 |
Genel |
unfair deal i.
|
haksız muamele |
|
48 |
Genel |
unfair deal i.
|
kazık (yeme) |
|
49 |
Genel |
same deal as before i.
|
önceki anlaşmanın aynısı |
|
50 |
Genel |
last minute deal i.
|
son dakika anlaşması |
|
51 |
Genel |
negotiated deal i.
|
müzakere edilerek varılan anlaşma |
|
52 |
Genel |
two-for-one deal i.
|
bir alana bir bedava |
|
53 |
Genel |
binding deal i.
|
bağlayıcı anlaşma |
|
54 |
Genel |
attempt to deal i.
|
anlaşma girişimi |
|
55 |
Genel |
new deal i.
|
yeniden değerlendirme |
|
56 |
Genel |
good deal i.
|
birçok |
|
57 |
Genel |
package deal i.
|
anlaşma paketi ile sağlanan hizmet ve ürünler |
|
58 |
Genel |
package deal i.
|
teklif veya aday kabulünün bir diğerinin kabulüne dayandırılması |
|
59 |
Genel |
four-deal bridge i.
|
dört el oynanan bir briç çeşidi |
|
60 |
Genel |
deal with something f.
|
hakkında olmak |
|
61 |
Genel |
deal with f.
|
hakkından gelmek |
|
62 |
Genel |
deal out f.
|
dağıtmak |
|
63 |
Genel |
deal in something f.
|
ticareti yapmak |
|
64 |
Genel |
deal with f.
|
ile alışveriş etmek |
|
65 |
Genel |
make a deal f.
|
kontrat yapmak |
|
66 |
Genel |
deal somebody a blow f.
|
oturtmak |
|
67 |
Genel |
make a great deal of noise f.
|
patırtı etmek |
|
68 |
Genel |
do a deal f.
|
anlaşma gerçekleştirmek |
|
69 |
Genel |
close the deal f.
|
anlaşmaya varmak |
|
70 |
Genel |
deal a blow to f.
|
darbe indirmek |
|
71 |
Genel |
do a deal f.
|
anlaşmaya bağlamak |
|
72 |
Genel |
make a deal f.
|
anlaşmaya bağlamak |
|
73 |
Genel |
deal in something f.
|
alıp satmak |
|
74 |
Genel |
give someone a raw deal f.
|
birine haksızlık etmek |
|
75 |
Genel |
deal with something f.
|
ilgili olmak |
|
76 |
Genel |
do a deal f.
|
anlaşma sağlamak |
|
77 |
Genel |
give to deal f.
|
indirmek |
|
78 |
Genel |
strike a deal f.
|
anlaşma yapmak |
|
79 |
Genel |
deal with the matter f.
|
konuyla ilgilenmek |
|
80 |
Genel |
deal something out f.
|
paylaştırmak |
|
81 |
Genel |
deal a blow f.
|
geçirmek |
|
82 |
Genel |
deal with f.
|
müşterisi olmak |
|
83 |
Genel |
make a deal f.
|
anlaşma gerçekleştirmek |
|
84 |
Genel |
deal with f.
|
gerekeni yapıp üstesinden gelmek |
|
85 |
Genel |
pull a fast deal f.
|
hileli iş yapmak |
|
86 |
Genel |
deal a blow at somebody f.
|
yumruk atmak |
|
87 |
Genel |
deal somebody a blow f.
|
yumruk atmak |
|
88 |
Genel |
attract a great deal of attention f.
|
yoğun ilgi görmek |
|
89 |
Genel |
deal with a (subject/matter) entirely f.
|
bütün olarak ele almak |
|
90 |
Genel |
make a big deal out of something f.
|
problem haline getirmek |
|
91 |
Genel |
turn it into a big deal f.
|
sorun haline getirmek |
|
92 |
Genel |
turn it into a big deal f.
|
problem haline getirmek |
|
93 |
Genel |
make a big deal out of something f.
|
sorun haline getirmek |
|
94 |
Genel |
deal in small wares f.
|
tuhafiyecilik yapmak |
|
95 |
Genel |
deal with a customer f.
|
müşteriyle ilgilenmek |
|
96 |
Genel |
deal with a customer f.
|
bir müşteriyle ilgilenmek |
|
97 |
Genel |
make a deal with f.
|
ile anlaşmak |
|
98 |
Genel |
deal death blow f.
|
büyük darbe vurmak |
|
99 |
Genel |
deal major blow f.
|
büyük darbe vurmak |
|
100 |
Genel |
deal big blow f.
|
büyük darbe vurmak |
|
101 |
Genel |
deal major blow f.
|
ağır darbe indirmek |
|
102 |
Genel |
deal big blow f.
|
ağır darbe indirmek |
|
103 |
Genel |
deal great blow f.
|
ağır darbe indirmek |
|
104 |
Genel |
deal with f.
|
iş yapmak |
|
105 |
Genel |
deal with f.
|
alışveriş yapmak |
|
106 |
Genel |
deal with someone personally f.
|
özel olarak ilgilenmek |
|
107 |
Genel |
deal with someone privately f.
|
özel olarak ilgilenmek |
|
108 |
Genel |
deal with f.
|
-i idare etmek |
|
109 |
Genel |
deal with f.
|
-e değinmek |
|
110 |
Genel |
deal at arm's length with somebody f.
|
biriyle araya mesafe koyarak iş yapmak |
|
111 |
Genel |
deal at arm's length with someone f.
|
biriyle araya mesafe koyarak iş yapmak |
|
112 |
Genel |
deal in goods f.
|
sağlam addedilmek |
|
113 |
Genel |
make a deal with f.
|
karşılıklı anlaşmaya varmak |
|
114 |
Genel |
attract a great deal of attention f.
|
çok dikkat çekmek |
|
115 |
Genel |
close a deal f.
|
işi bitirmek |
|
116 |
Genel |
close a deal f.
|
anlaşmaya varmak |
|
117 |
Genel |
deal in options f.
|
primli işler yapmak |
|
118 |
Genel |
deal in f.
|
meşgul olmak |
|
119 |
Genel |
deal in commodities f.
|
mal ticareti yapmak |
|
120 |
Genel |
deal by f.
|
muamele etmek |
|
121 |
Genel |
deal with f.
|
hesap görmek |
|
122 |
Genel |
deal with the crisis in his own way f.
|
krizle kendi yöntemiyle baş etmek |
|
123 |
Genel |
deal with the crisis in his own way f.
|
krizle kendi yöntemiyle başa çıkmak |
|
124 |
Genel |
make some sort of deal to get it back f.
|
geri almak için bir çeşit anlaşma yapmak |
|
125 |
Genel |
receive a great deal of attention f.
|
büyük ilgi görmek |
|
126 |
Genel |
extend the deal f.
|
kontratı uzatmak |
|
127 |
Genel |
extend the deal f.
|
sözleşmeyi uzatmak |
|
128 |
Genel |
deal with what happens f.
|
olanla başa çıkmak |
|
129 |
Genel |
deal with what happens f.
|
ne olursa olsun gerekeni yapıp hakkından gelmek |
|
130 |
Genel |
try to get a deal on something f.
|
ucuza kapatmaya çalışmak |
|
131 |
Genel |
ask for a deal f.
|
fiyatta indirim istemek |
|
132 |
Genel |
settle on a deal f.
|
bir anlaşmaya varmak |
|
133 |
Genel |
deal with something f.
|
biri şeyin hakkından, üstesinden gelmek |
|
134 |
Genel |
deal in futures f.
|
malların gelecekteki değeri hakkında spekülasyon yapmak |
|
135 |
Genel |
deal with a problem f.
|
bir problemle uğraşmak |
|
136 |
Genel |
deal with the problem from many aspects f.
|
konuyu çeşitli açılardan ele almak |
|
137 |
Genel |
a great deal of s.
|
pek çok |
|
138 |
Genel |
a good deal of s.
|
epey |
|
139 |
Genel |
a great deal of s.
|
epey |
|
140 |
Genel |
great deal of s.
|
çok miktarda |
|
141 |
Genel |
a good deal of s.
|
birçok |
|
142 |
Genel |
deal-prone s.
|
anlaşma eğilimli |
|
143 |
Genel |
a good deal zf.
|
bir hayli |
|
144 |
Genel |
a deal too much zf.
|
fazlaca |
|
145 |
Genel |
a good deal zf.
|
hayli |
|
146 |
Genel |
a good deal zf.
|
birçok |
|
147 |
Genel |
big deal! ünl.
|
hıh |
|
Phrasals |
|
148 |
Öbek Fiiller |
deal by f.
|
davranmak |
|
149 |
Öbek Fiiller |
deal in f.
|
uygulamak |
|
150 |
Öbek Fiiller |
deal (one) in f.
|
(birini) bir işe, projeye katmak |
|
151 |
Öbek Fiiller |
deal (one) into (something) f.
|
(birini bir işe, projeye) katmak |
|
152 |
Öbek Fiiller |
deal someone into something f.
|
kart oyunlarında birine kağıt dağıtmak |
|
153 |
Öbek Fiiller |
deal someone into something f.
|
birini bir şeye dahil olmak |
|
154 |
Öbek Fiiller |
deal someone into something f.
|
birini bir işe, projeye katmak |
|
155 |
Öbek Fiiller |
deal someone in f.
|
kart oyunlarında birine kağıt dağıtmak |
|
156 |
Öbek Fiiller |
deal someone in f.
|
birini bir şeye dahil olmak |
|
157 |
Öbek Fiiller |
deal someone in f.
|
birini bir işe, projeye katmak |
|
158 |
Öbek Fiiller |
deal someone out of something f.
|
kart oyunlarında kart dağıtırken birini es geçmek |
|
159 |
Öbek Fiiller |
deal someone out of something f.
|
birini bir şeyden çıkarmak |
|
160 |
Öbek Fiiller |
deal someone out f.
|
kart oyunlarında kart dağıtırken birini es geçmek |
|
161 |
Öbek Fiiller |
deal someone out f.
|
birini bir şeyden çıkarmak |
|
162 |
Öbek Fiiller |
deal (one) in f.
|
(birini) dahil etmek |
|
163 |
Öbek Fiiller |
deal (one) into (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
164 |
Öbek Fiiller |
deal someone into something f.
|
birini bir şeye dahil etmek |
|
165 |
Öbek Fiiller |
deal (one) out of (something) f.
|
(birini bir şeyden) çıkarmak |
|
166 |
Öbek Fiiller |
deal (one) out of (something) f.
|
(birini bir şeyden) dışlamak |
|
167 |
Öbek Fiiller |
deal (one) out of (something) f.
|
(birini bir şeyin) dışında bırakmak/tutmak |
|
168 |
Öbek Fiiller |
deal (one) out of (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmemek |
|
169 |
Öbek Fiiller |
deal (one) out of (something) f.
|
(birini/bir şeyi) atmak |
|
170 |
Öbek Fiiller |
deal (one) out of (something) f.
|
(birini/bir şeyi) saymamak |
|
171 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şey) ticareti yapmak |
|
172 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şey) alıp satmak |
|
173 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şey) işi yapmak |
|
174 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şeye) odaklanmak |
|
175 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şeyi) içermek |
|
176 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şeyi) kapsamak |
|
177 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şeyi) kapsamına dahil etmek |
|
178 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şey) ile haşır neşir olmak |
|
179 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şey) ile çalışmak |
|
180 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şeye) dayandırmak |
|
181 |
Öbek Fiiller |
deal in (something) f.
|
(bir şey) üzerinden iş yapmak |
|
182 |
Öbek Fiiller |
deal into f.
|
-e dahil etmek |
|
183 |
Öbek Fiiller |
deal into f.
|
-e katmak |
|
184 |
Öbek Fiiller |
deal out f.
|
çıkarmak |
|
185 |
Öbek Fiiller |
deal out f.
|
dışlamak |
|
186 |
Öbek Fiiller |
deal out f.
|
dışında bırakmak/tutmak |
|
187 |
Öbek Fiiller |
deal out f.
|
dahil etmemek |
|
188 |
Öbek Fiiller |
deal out f.
|
atmak |
|
189 |
Öbek Fiiller |
deal out f.
|
saymamak |
|
190 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
çıkarmak |
|
191 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
dışlamak |
|
192 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
dışında bırakmak/tutmak |
|
193 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
dahil etmemek |
|
194 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
atmak |
|
195 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
saymamak |
|
196 |
Öbek Fiiller |
deal out of f.
|
es geçmek |
|
197 |
Öbek Fiiller |
deal with f.
|
ile ilgili olmak |
|
198 |
Öbek Fiiller |
deal with f.
|
hakkında olmak |
|
199 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) başa çıkmak |
|
200 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) baş etmek |
|
201 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) ilgilenmek |
|
202 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(birini/bir şeyi) idare etmek |
|
203 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) iş yapmak |
|
204 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone or something) f.
|
(biriyle/bir şeyle) iş yürütmek |
|
205 |
Öbek Fiiller |
deal with (something) f.
|
(bir şeye) odaklanmak |
|
206 |
Öbek Fiiller |
deal with (something) f.
|
(bir şeyi) içermek |
|
207 |
Öbek Fiiller |
deal with (something) f.
|
(bir şeyi) kapsamak |
|
208 |
Öbek Fiiller |
deal with (something) f.
|
(bir şeyi) kapsamına dahil etmek |
|
209 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone) f.
|
(biriyle) ilgilenmek |
|
210 |
Öbek Fiiller |
deal with (someone) f.
|
(birine bir şekilde) davranmak |
|
Phrases |
|
211 |
İfadeler |
that is a deal expr.
|
anlaştık |
|
212 |
İfadeler |
that is a deal expr.
|
mutabıkız |
|
Colloquial |
|
213 |
Konuşma Dili |
the deal i.
|
sorun |
|
214 |
Konuşma Dili |
the deal i.
|
durum |
|
215 |
Konuşma Dili |
good deal i.
|
iyi |
|
216 |
Konuşma Dili |
a raw deal i.
|
sert muamele |
|
217 |
Konuşma Dili |
good deal i.
|
çok iyi olur |
|
218 |
Konuşma Dili |
a raw deal i.
|
haksız muamele |
|
219 |
Konuşma Dili |
good deal i.
|
süper olur |
|
220 |
Konuşma Dili |
deal breaker i.
|
anlaşmayı bozan/ihlal eden/çiğneyen durum |
|
221 |
Konuşma Dili |
big deal i.
|
büyük marifet |
|
222 |
Konuşma Dili |
deal breaker i.
|
bir ilişkinin bozulmasına sebebiyet veren neden |
|
223 |
Konuşma Dili |
dirty deal i.
|
haksız muamele |
|
224 |
Konuşma Dili |
a raw deal i.
|
haksız ve kötü davranış |
|
225 |
Konuşma Dili |
a sweet deal i.
|
iyi bir anlaşma |
|
226 |
Konuşma Dili |
dirty deal i.
|
kazık yeme |
|
227 |
Konuşma Dili |
dirty deal i.
|
kazık (yeme) |
|
228 |
Konuşma Dili |
sale deal i.
|
satış anlaşması |
|
229 |
Konuşma Dili |
shady deal i.
|
şaibeli iş/işlem |
|
230 |
Konuşma Dili |
a done deal i.
|
son karar |
|
231 |
Konuşma Dili |
dirty deal i.
|
üçkağıt |
|
232 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
esas mevzu |
|
233 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
temel mesele |
|
234 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
bir meselenin iç yüzü |
|
235 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
hakiki |
|
236 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
gerçek |
|
237 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
sahici |
|
238 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
harbi |
|
239 |
Konuşma Dili |
dodgy deal [uk] i.
|
şaibeli anlaşma |
|
240 |
Konuşma Dili |
dodgy deal [uk] i.
|
alavere dalavereli iş |
|
241 |
Konuşma Dili |
the real deal i.
|
fos çıkmayacak şey |
|
242 |
Konuşma Dili |
leave a great deal to be desired f.
|
çok yetersiz olmak |
|
243 |
Konuşma Dili |
leave a great deal to be desired f.
|
hiç doyurucu olmamak |
|
244 |
Konuşma Dili |
get a good deal f.
|
(bir ürünü) indirimli fiyattan bulmak ve almak |
|
245 |
Konuşma Dili |
close a/the deal f.
|
anlaşmak |
|
246 |
Konuşma Dili |
close a/the deal f.
|
anlaşmaya varmak |
|
247 |
Konuşma Dili |
close a/the deal f.
|
işi bitirmek |
|
248 |
Konuşma Dili |
big–deal s.
|
son derece önemli |
|
249 |
Konuşma Dili |
big–deal s.
|
oldukça popüler |
|
250 |
Konuşma Dili |
big–deal s.
|
dikkate şayan |
|
251 |
Konuşma Dili |
deal! ünl.
|
harika! |
|
252 |
Konuşma Dili |
big deal! expr.
|
aman ne önemli! |
|
253 |
Konuşma Dili |
deal! expr.
|
çok iyi! |
|
254 |
Konuşma Dili |
no deal expr.
|
hayır |
|
255 |
Konuşma Dili |
no deal expr.
|
olmaz |
|
256 |
Konuşma Dili |
no deal expr.
|
kabul etmiyorum |
|
257 |
Konuşma Dili |
big deal expr.
|
ne farkeder ki |
|
258 |
Konuşma Dili |
what's your deal? expr.
|
neyin peşindesin? |
|
259 |
Konuşma Dili |
big deal expr.
|
o da bir şey mi; ne olacak yani |
|
260 |
Konuşma Dili |
like it's such a big deal! expr.
|
sanki çok büyük bir meseleymiş gibi! |
|
261 |
Konuşma Dili |
like it's such a big deal! expr.
|
sanki çok önemliymiş gibi! |
|
262 |
Konuşma Dili |
you deal with it expr.
|
sen uğraş |
|
263 |
Konuşma Dili |
you deal with it expr.
|
al kendin uğraş |
|
264 |
Konuşma Dili |
you deal with it expr.
|
sen hallet |
|
265 |
Konuşma Dili |
nbd (no big deal) expr.
|
abartmaya değmez |
|
266 |
Konuşma Dili |
good deal! exclam.
|
güzel! |
|
267 |
Konuşma Dili |
good deal! exclam.
|
harika! |
|
Idioms |
|
268 |
Deyim |
a rough deal i.
|
sert muamele |
|
269 |
Deyim |
a rough deal i.
|
haksız muamele |
|
270 |
Deyim |
wheel and deal i.
|
alavere dalavere |
|
271 |
Deyim |
fair deal i.
|
adil anlaşma |
|
272 |
Deyim |
square deal i.
|
adil anlaşma |
|
273 |
Deyim |
a raw deal i.
|
haksız muamele |
|
274 |
Deyim |
square deal i.
|
insaflı davranış |
|
275 |
Deyim |
fair deal i.
|
insaflı davranış |
|
276 |
Deyim |
big deal i.
|
kodaman |
|
277 |
Deyim |
big deal i.
|
önemli kimse |
|
278 |
Deyim |
big deal/shot i.
|
sözü sayılan |
|
279 |
Deyim |
big deal/shot i.
|
sözü geçen |
|
280 |
Deyim |
a rough deal i.
|
haksız müdahale |
|
281 |
Deyim |
a rough deal i.
|
sert müdahale |
|
282 |
Deyim |
a rough deal i.
|
kötü muamele |
|
283 |
Deyim |
a rough deal i.
|
hüsran |
|
284 |
Deyim |
a raw deal i.
|
haksız müdahale |
|
285 |
Deyim |
a raw deal i.
|
sert müdahale |
|
286 |
Deyim |
a raw deal i.
|
kötü muamele |
|
287 |
Deyim |
a raw deal i.
|
hüsran |
|
288 |
Deyim |
back-room deal i.
|
kapalı kapılar ardında yapılan anlaşma |
|
289 |
Deyim |
a done deal i.
|
karara bağlanmış şey |
|
290 |
Deyim |
a done deal i.
|
sonuçlanmış anlaşma |
|
291 |
Deyim |
a done deal i.
|
kesinlik kazanmış anlaşma |
|
292 |
Deyim |
a done deal i.
|
bitmiş iş |
|
293 |
Deyim |
a done deal i.
|
tamamlanmış iş |
|
294 |
Deyim |
a fair deal i.
|
adil muamele |
|
295 |
Deyim |
a fair deal i.
|
eşit muamele |
|
296 |
Deyim |
a fair deal i.
|
dürüst bir pazarlık |
|
297 |
Deyim |
a raw deal i.
|
haksız muamele |
|
298 |
Deyim |
a raw deal i.
|
kötü muamele |
|
299 |
Deyim |
a rough deal i.
|
haksız muamele |
|
300 |
Deyim |
a rough deal i.
|
kötü muamele |
|
301 |
Deyim |
a square deal i.
|
adil bir pazarlık |
|
302 |
Deyim |
a square deal i.
|
adil bir anlaşma |
|
303 |
Deyim |
a square deal i.
|
adil/eşit muamele |
|
304 |
Deyim |
a square deal i.
|
eşit şartlarda bir anlaşma/pazarlık |
|
305 |
Deyim |
big deal i.
|
büyük bir olay |
|
306 |
Deyim |
big deal i.
|
önemli bir olay |
|
307 |
Deyim |
dicey deal i.
|
riskli anlaşma |
|
308 |
Deyim |
dicey deal i.
|
riskli durum |
|
309 |
Deyim |
dicey deal i.
|
tehlike arz eden durum/anlaşma |
|
310 |
Deyim |
done deal i.
|
kesinlik kazanmış anlaşma |
|
311 |
Deyim |
done deal i.
|
sonuçlanmış anlaşma |
|
312 |
Deyim |
done deal i.
|
karara bağlanmış şey |
|
313 |
Deyim |
done deal i.
|
iptal edilemez anlaşma |
|
314 |
Deyim |
done deal i.
|
feshedilemez anlaşma |
|
315 |
Deyim |
sweet deal i.
|
yararlı/faydalı düzenleme |
|
316 |
Deyim |
sweet deal i.
|
yararlı/faydalı anlaşma |
|
317 |
Deyim |
sweet deal i.
|
karlı anlaşma |
|
318 |
Deyim |
sweet deal i.
|
iyi pazarlık |
|
319 |
Deyim |
sweet deal i.
|
iyi alışveriş |
|
320 |
Deyim |
sweet deal i.
|
karlı alışveriş |
|
321 |
Deyim |
sweet deal i.
|
güzel/hoş davranış |
|
322 |
Deyim |
sweet deal i.
|
iyi iş |
|
323 |
Deyim |
sweet deal i.
|
güzel fırsat |
|
324 |
Deyim |
set a great deal by (someone or something) f.
|
(birini/bir şeyi) çok önemsemek |
|
325 |
Deyim |
set a great deal by (someone or something) f.
|
(birine/bir şeye) çok değer vermek |
|
326 |
Deyim |
set a great deal by f.
|
(birini/bir şeyi) çok önemsemek |
|
327 |
Deyim |
set a great deal by f.
|
(birine/bir şeye) çok değer vermek |
|
328 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey anlatmak |
|
329 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey göstermek |
|
330 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey belirtmek |
|
331 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şeye işaret etmek |
|
332 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey anlatmak |
|
333 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey göstermek |
|
334 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey belirtmek |
|
335 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şeye işaret etmek |
|
336 |
Deyim |
to give a square deal f.
|
adil davranmak |
|
337 |
Deyim |
sweeten up the deal f.
|
anlaşma koşullarını gevşetmek |
|
338 |
Deyim |
cut a deal f.
|
anlaşma sağlamak |
|
339 |
Deyim |
close a deal with f.
|
anlaşma sağlamak |
|
340 |
Deyim |
cut a deal f.
|
anlaşma yapmak |
|
341 |
Deyim |
close a deal with f.
|
anlaşma yapmak |
|
342 |
Deyim |
go back on the deal f.
|
anlaşmada geri adım atmak |
|
343 |
Deyim |
go back on the deal f.
|
anlaşmadan caymak |
|
344 |
Deyim |
cut a deal f.
|
anlaşmaya varmak |
|
345 |
Deyim |
close a deal with f.
|
anlaşmaya varmak |
|
346 |
Deyim |
seal the deal f.
|
anlaşmayı kapatmak |
|
347 |
Deyim |
clinch the deal f.
|
anlaşmayı sağlamak |
|
348 |
Deyim |
make a big deal about something f.
|
bir şeyi gereğinden fazla abartmak |
|
349 |
Deyim |
make a big deal about something f.
|
bir şeyi fazla abartmak |
|
350 |
Deyim |
deal something a death blow f.
|
bitirici darbeyi vurmak |
|
351 |
Deyim |
make a big deal about something f.
|
bir şeyi gereğinden fazla büyütmek |
|
352 |
Deyim |
deal something a death blow f.
|
büyük darbe indirmek |
|
353 |
Deyim |
think a great deal of someone f.
|
hakkında iyi/olumlu düşünmek |
|
354 |
Deyim |
get a raw deal f.
|
haksızlığa uğramak |
|
355 |
Deyim |
get a raw deal f.
|
haksızlık edilmek |
|
356 |
Deyim |
have a great deal of trouble f.
|
emek vermek |
|
357 |
Deyim |
close the deal f.
|
işi bitirmek |
|
358 |
Deyim |
sweeten up the deal f.
|
işi/pazarlığı cazipleştirmek |
|
359 |
Deyim |
deal the race card f.
|
ırk kozunu oynamak/kullanmak |
|
360 |
Deyim |
think a great deal of someone f.
|
iyi gözle bakmak |
|
361 |
Deyim |
deal the race card f.
|
ırk kozunu kullanmak |
|
362 |
Deyim |
seal the deal f.
|
işi pişirmek |
|
363 |
Deyim |
seal the deal f.
|
işi sonlandırmak |
|
364 |
Deyim |
sweeten up the deal f.
|
koşulları çekici/cazip hale getirmek |
|
365 |
Deyim |
not to make a big deal out of it f.
|
mesele etmemek |
|
366 |
Deyim |
not to make a big deal out of it f.
|
problem etmemek |
|
367 |
Deyim |
make a big deal out of something f.
|
pireyi deve yapmak |
|
368 |
Deyim |
deal something a death blow f.
|
son darbeyi vurmak |
|
369 |
Deyim |
not to make a big deal out of it f.
|
sorun etmemek |
|
370 |
Deyim |
think a great deal of someone f.
|
takdir etmek |
|
371 |
Deyim |
have a great deal of trouble f.
|
zahmet vermek |
|
372 |
Deyim |
strike a deal f.
|
(fiyat konusunda) anlaşmaya varmak |
|
373 |
Deyim |
strike a deal f.
|
(fiyat konusunda) uzlaşmaya varmak |
|
374 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir şey) hakkında çok şey söylemek |
|
375 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(birinin veya bir şeyin) gerçek yüzünü açığa çıkarmak |
|
376 |
Deyim |
set a great deal by (someone or something) [obsolete] f.
|
(birini ya da bir şeyi) yüksek bir mertebeye yerleştirmek |
|
377 |
Deyim |
set a great deal by (someone or something) [obsolete] f.
|
(birine ya da bir şeye) çok büyük önem vermek |
|
378 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) çok şey söylemek |
|
379 |
Deyim |
say a great deal about (someone or something) f.
|
(biri veya bir konu hakkında) birçok şeyi açığa vurmak |
|
380 |
Deyim |
deal a final blow f.
|
son darbeyi indirmek |
|
381 |
Deyim |
blow a deal f.
|
anlaşmayı bozmak |
|
382 |
Deyim |
blow a deal f.
|
anlaşmayı mahvetmek |
|
383 |
Deyim |
blow a deal f.
|
anlaşmayı berbat etmek |
|
384 |
Deyim |
blow a deal f.
|
anlaşmayı yüzüne gözüne bulaştırmak |
|
385 |
Deyim |
blow the deal f.
|
anlaşmayı berbat etmek |
|
386 |
Deyim |
blow the deal f.
|
anlaşmayı yüzüne gözüne bulaştırmak |
|
387 |
Deyim |
deal (someone or something) a blow f.
|
(birine/bir şeye) büyük zarar vermek |
|
388 |
Deyim |
deal (someone or something) a blow f.
|
(birine/bir şeye) zarar vermek |
|
389 |
Deyim |
deal (someone or something) a blow f.
|
(birini/bir şeyi) olumsuz etkilemek |
|
390 |
Deyim |
deal (someone or something) a blow f.
|
(birini/bir şeyi) kötü etkilemek |
|
391 |
Deyim |
deal (someone or something) a blow f.
|
(birini/bir şeyi) yerle bir etmek |
|
392 |
Deyim |
deal (someone or something) a blow f.
|
(birine/bir şeye) büyük bir darbe vurmak |
|
393 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
ölümcül bir darbe vurmak |
|
394 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
öldürücü bir darbe vurmak |
|
395 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
öldüren bir darbe vurmak |
|
396 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
öldüren darbeyi vurmak |
|
397 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
büyük darbe indirmek |
|
398 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
bitirici darbeyi vurmak |
|
399 |
Deyim |
deal a death blow f.
|
son darbeyi vurmak |
|
400 |
Deyim |
deal somebody/something a blow f.
|
birine/bir şeye büyük zarar vermek |
|
401 |
Deyim |
deal somebody/something a blow f.
|
birine/bir şeye zarar vermek |
|
402 |
Deyim |
deal somebody/something a blow f.
|
birini/bir şeyi olumsuz etkilemek |
|
403 |
Deyim |
deal somebody/something a blow f.
|
birini/bir şeyi kötü etkilemek |
|
404 |
Deyim |
deal somebody/something a blow f.
|
birini/bir şeyi yerle bir etmek |
|
405 |
Deyim |
deal somebody/something a blow f.
|
birine/bir şeye büyük bir darbe vurmak |
|
406 |
Deyim |
deal a blow to somebody/something f.
|
birine/bir şeye büyük zarar vermek |
|
407 |
Deyim |
deal a blow to somebody/something f.
|
birine/bir şeye zarar vermek |
|
408 |
Deyim |
deal a blow to somebody/something f.
|
birini/bir şeyi olumsuz etkilemek |
|
409 |
Deyim |
deal a blow to somebody/something f.
|
birini/bir şeyi kötü etkilemek |
|
410 |
Deyim |
deal a blow to somebody/something f.
|
birini/bir şeyi yerle bir etmek |
|
411 |
Deyim |
deal a blow to somebody/something f.
|
birine/bir şeye büyük bir darbe vurmak |
|
412 |
Deyim |
deal a hand f.
|
kartları dağıtmak |
|
413 |
Deyim |
deal a hand f.
|
elin kartlarını dağıtmak |
|
414 |
Deyim |
deal a hand f.
|
(hayat) kısmet etmek |
|
415 |
Deyim |
deal a hand f.
|
(hayat) kaderini çizmek |
|
416 |
Deyim |
deal a hand f.
|
(hayat) rastgele/şansına önüne bir şeyler sunmak/getirmek/vermek |
|
417 |
Deyim |
deal the hand f.
|
kartları dağıtmak |
|
418 |
Deyim |
deal the hand f.
|
elin kartlarını dağıtmak |
|
419 |
Deyim |
deal the hand f.
|
(hayat) kısmet etmek |
|
420 |
Deyim |
deal the hand f.
|
(hayat) kaderini çizmek |
|
421 |
Deyim |
deal the hand f.
|
(hayat) rastgele/şansına önüne bir şeyler sunmak/getirmek/vermek |
|
422 |
Deyim |
make a deal (with one) f.
|
(biriyle) anlaşmaya varmak |
|
423 |
Deyim |
make a deal (with one) f.
|
(biriyle) mutabakat sağlamak |
|
424 |
Deyim |
make a deal (with one) f.
|
(biriyle) uzlaşmak |
|
425 |
Deyim |
sweeten the deal f.
|
anlaşma koşullarını gevşetmek |
|
426 |
Deyim |
sweeten the deal f.
|
işi/pazarlığı cazipleştirmek |
|
427 |
Deyim |
sweeten the deal f.
|
koşulları çekici/cazip hale getirmek |
|
428 |
Deyim |
think a great deal of (someone or something) f.
|
(biri/bir şey) hakkında iyi/olumlu düşünmek |
|
429 |
Deyim |
think a great deal of (someone or something) f.
|
(birine/bir şeye) iyi gözle bakmak |
|
430 |
Deyim |
think a great deal of (someone or something) f.
|
(birini/bir şeyi) takdir etmek |
|
431 |
Deyim |
a good deal s.
|
birçok |
|
432 |
Deyim |
a good deal s.
|
bir hayli |
|
433 |
Deyim |
a good deal s.
|
pek çok |
|
434 |
Deyim |
never a deal zf.
|
birazcık bile değil |
|
435 |
Deyim |
what's the deal expr.
|
ne numara dönüyor? |
|
436 |
Deyim |
what's the deal expr.
|
neler dönüyor? |
|
Speaking |
|
437 |
Konuşma |
the deal is off i.
|
anlaşmadan vazgeçtiler |
|
438 |
Konuşma |
this is a done deal i.
|
bu bitmiş bir iş |
|
439 |
Konuşma |
I thought we had a deal expr.
|
anlaştık sanıyordum |
|
440 |
Konuşma |
it's not a big deal expr.
|
abartılacak bir şey değil |
|
441 |
Konuşma |
no big deal expr.
|
abartılacak bir şey değil |
|
442 |
Konuşma |
no big deal expr.
|
abartmaya değmez |
|
443 |
Konuşma |
no big deal and no biggie expr.
|
abartmaya değmez |
|
444 |
Konuşma |
it's not that big of a deal expr.
|
abartmaya gerek yok |
|
445 |
Konuşma |
that was the deal expr.
|
anlaşma buydu |
|
446 |
Konuşma |
the deal is off expr.
|
anlaşmadan vazgeçtik |
|
447 |
Konuşma |
we had a deal expr.
|
anlaşmıştık |
|
448 |
Konuşma |
it is a deal expr.
|
anlaştık |
|
449 |
Konuşma |
it's a deal expr.
|
anlaştık |
|
450 |
Konuşma |
do we have a deal? expr.
|
anlaştık mı? |
|
451 |
Konuşma |
so we have a deal expr.
|
anlaştık o halde |
|
452 |
Konuşma |
then we have a deal expr.
|
anlaştık o halde |
|
453 |
Konuşma |
so we have a deal expr.
|
anlaştık o zaman |
|
454 |
Konuşma |
then we have a deal expr.
|
anlaştık o zaman |
|
455 |
Konuşma |
it's a deal! expr.
|
anlaştık! |
|
456 |
Konuşma |
it's not a big deal expr.
|
atla deve değil |
|
457 |
Konuşma |
why did they make a big deal out of this? expr.
|
bu olayı neden bu kadar büyüttüler? |
|
458 |
Konuşma |
it's not that big of a deal expr.
|
bu kadar abartılacak bir şey değil |
|
459 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
bunda abartacak ne var? |
|
460 |
Konuşma |
big deal expr.
|
bana ne |
|
461 |
Konuşma |
how do you deal with this smell? expr.
|
bu kokuya nasıl katlanıyorsun? |
|
462 |
Konuşma |
how do you deal with this smell? expr.
|
bu kokuya nasıl dayanıyorsun? |
|
463 |
Konuşma |
how do you deal with that smell? expr.
|
bu kokuya nasıl dayanıyorsun? |
|
464 |
Konuşma |
I'll deal with that on monday expr.
|
bununla pazartesi ilgileneceğim |
|
465 |
Konuşma |
what's the deal in here? expr.
|
buranın olayı nedir? |
|
466 |
Konuşma |
I will deal with this expr.
|
bununla ilgileneceğim |
|
467 |
Konuşma |
I think we can cut a deal expr.
|
bence anlaşabiliriz (fiyatta vb) |
|
468 |
Konuşma |
we had one chance to make this deal expr.
|
bu anlaşmayı yapmak için tek şansımız vardı |
|
469 |
Konuşma |
it's no big deal expr.
|
büyütecek bir şey değil |
|
470 |
Konuşma |
let's make a deal expr.
|
bir anlaşma yapalım |
|
471 |
Konuşma |
I don't want to deal with it expr.
|
bununla uğraşmak istemiyorum |
|
472 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
bu kadar önemli olan ne? |
|
473 |
Konuşma |
you know the deal expr.
|
bu işleri bilirsin |
|
474 |
Konuşma |
it's not a big deal expr.
|
büyütecek bir şey değil |
|
475 |
Konuşma |
you know the deal expr.
|
bu işler nasıl olur/yürür bilirsin |
|
476 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
bunda bu kadar büyütecek ne var? |
|
477 |
Konuşma |
how do you deal with that smell? expr.
|
bu kokuya nasıl katlanıyorsun? |
|
478 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
bunda bu kadar abartacak ne var? |
|
479 |
Konuşma |
this is a deal breaker expr.
|
bu anlaşmayı bozar |
|
480 |
Konuşma |
cut for deal expr.
|
desteyi kes |
|
481 |
Konuşma |
no big deal and no biggie expr.
|
gözünde büyütmeye değmez |
|
482 |
Konuşma |
don't make a big deal out of everything! expr.
|
her şeyi sorun haline getirme! |
|
483 |
Konuşma |
no big deal expr.
|
gözünde büyütmeye değmez |
|
484 |
Konuşma |
deal breaker expr.
|
oyunbozan/engel durum |
|
485 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
kafanda ne tilkiler dolanıyor? |
|
486 |
Konuşma |
it's no big deal expr.
|
önemli bir şey değil |
|
487 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
ne var bunda bu kadar büyütecek? |
|
488 |
Konuşma |
here's the deal expr.
|
olay şöyle |
|
489 |
Konuşma |
no big deal expr.
|
lafı bile olmaz |
|
490 |
Konuşma |
I thought it was a done deal expr.
|
o iş tamam sanıyordum |
|
491 |
Konuşma |
it's not a big deal expr.
|
önemli bir şey değil |
|
492 |
Konuşma |
then we have a deal expr.
|
o halde anlaştık |
|
493 |
Konuşma |
it's not that big of a deal expr.
|
o kadar abartılacak bir şey değil |
|
494 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
ne yaptığını sanıyorsun sen? |
|
495 |
Konuşma |
what's the big deal? expr.
|
neler olup bitiyor? |
|
496 |
Konuşma |
what's his/her deal? expr.
|
onun sorunu ne? |
|
497 |
Konuşma |
I made a deal with him expr.
|
onunla bir anlaşma yaptım |
|
498 |
Konuşma |
so we have a deal expr.
|
o halde anlaştık |
|
499 |
Konuşma |
what's your deal? expr.
|
senin olayın ne? |
|
500 |
Konuşma |
I can't deal with you expr.
|
seninle uğraşamam |
|