zorunda - Türkçe İngilizce Sözlük

zorunda

"zorunda" teriminin İngilizce Türkçe Sözlükte anlamları : 2 sonuç

Türkçe İngilizce
General
zorunda necessitate [obsolete] s.
Colloquial
zorunda pushed s.

"zorunda" teriminin diğer terimlerle kazandığı İngilizce Türkçe Sözlükte anlamları : 340 sonuç

Türkçe İngilizce
Common Usage
zorunda bırakmak oblige f.
The latter point constitutes a huge programme which would oblige the United States to attack many of its allies.
Bu son nokta, ABD'yi müttefiklerinin çoğuna saldırmak zorunda bırakacak devasa bir program teşkil etmektedir.

More Sentences
General
zorunda olmak have to f.
In future, food producers and processors will have to document all steps in the production and processing chain.
Gelecekte gıda üreticileri ve işleyicileri, üretim ve işleme zincirindeki tüm adımları belgelemek zorunda olacak.

More Sentences
zorunda kalmak be obliged to f.
Following the demographic data, the government was obliged to adopt a policy that would stimulate birth rate.
Demografik verileri takip eden hükümet, doğum oranını teşvik edecek bir politika benimsemek zorunda kaldı.

More Sentences
zorunda kalmak have to f.
Every year since then we have had to use the flexibility instrument.
O zamandan beri her yıl esneklik aracını kullanmak zorunda kaldık.

More Sentences
zorunda olmak need to f.
Tom realized he didn't need to do that.
Tom, bunu yapmak zorunda olmadığını fark etti.

More Sentences
zorunda hissetmek feel obliged to f.
The International Maritime Organisation did not feel obliged to appear before the European Parliament either.
Uluslararası Denizcilik Örgütü de kendisini Avrupa Parlamentosu'nun huzuruna çıkmak zorunda hissetmemiştir.

More Sentences
söylemek zorunda olmak have to say f.
They didn't want to listen to what I had to say.
Söylemek zorunda olduğum şeyi dinlemek istemediler.

More Sentences
söylemek zorunda olmak have to tell f.
I just remembered what I had to tell you.
Az önce sana söylemek zorunda olduğum şeyi hatırladım.

More Sentences
beklemek zorunda olmak have to wait f.
Tom knew he'd have to wait.
Tom beklemek zorunda olduğunu biliyordu.

More Sentences
zorunda bırakılmak be forced to f.
I was forced to do that.
Bunu yapmak zorunda bırakıldım.

More Sentences
zorunda olmak get f.
I've got something you've got to see.
Görmek zorunda olduğun bir şeyim var.

More Sentences
zorunda kalmak commit f.
The torture made him confess to crimes he had not committed.
İşkence yüzünden işlemediği suçları itiraf etmek zorunda kaldı.

More Sentences
zorunda olmak require f.
We are required to wear a mask in public places.
Halka açık yerlerde maske takmak zorundayız.

More Sentences
yapmak zorunda olmak have to do f.
There is no doubt that they have to do that, but that alone will not secure peace.
Bunu yapmak zorunda olduklarına şüphe yok, ancak bu tek başına barışı sağlamayacaktır.

More Sentences
hesap vermek zorunda olmayan unaccountable s.
As the CEO, he felt unaccountable for his decisions.
İcra Kurulu Başkanı olarak kararlarından ötürü hesap vermek zorunda olmadığını düşünüyordu.

More Sentences
Phrasals
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak compel (someone) to (do something) f.
I was compelled to leave school.
Ben okulu terk etmek zorunda bırakıldım.

More Sentences
yapmak zorunda bırakmak compel to do f.
They were compelled to do it by force, or thrown into prison.
Bunu zorla yapmak zorunda bırakıldılar ya da hapse atıldılar.

More Sentences
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak oblige (one) to (do something) f.
To our regret, we were obliged to call off the game, which we had been looking forward to.
Ne yazık ki oyunu iptal etmek zorunda bırakıldık, ki bunu dört gözle bekliyorduk.

More Sentences
Phrases
zorunda değil doesn't have to expr.
Everyone doesn't have to like every book.
Herkes her kitabı beğenmek zorunda değil.

More Sentences
General
alarmın çalmasından sonra sürekli kalkmak zorunda olduğunu bilerek uyuma durumu unprotected sleep i.
savaş gibi nedenlerle vatanını terk etmek zorunda bırakılmış kimse displaced person i.
muhalif olmalarına rağmen birlikte çalışmak zorunda olan kişiler frenemy i.
yüzey beklemesi (dalgıçların iki dalış arasında yüzeyde geçirmek zorunda oldukları süre) surface interval i.
yüzey bekleme aralığı (dalgıçların iki dalış arasında yüzeyde geçirmek zorunda oldukları süre) surface interval i.
evini terk etmek zorunda kalan çocuk throwaway i.
(italya'da) eskiden şehirlerde yahudilerin yaşamak zorunda oldukları kesim ghetto i.
vatanını terk etmek zorunda bırakılmış kimse dislocated civilian i.
bireyin prensip ve çıkarları dışında davranmak zorunda kalması false position i.
sözleşme taraflarından birinin, sözleşmenin gereğini belirtilen şekilde yerine getirememesi durumunda diğerine ödemek zorunda olduğu para miktarı contingency i.
misafirlerin yiyecek ve içeceklerin yalnızca kokularıyla yetinmek zorunda kaldığı ziyafet smell-feast i.
geri dönmek zorunda bırakmak drive back f.
zorunda kalmak be obliged to do f.
zorunda olmak have f.
yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda kalmak be thrown back on one's own resources f.
zorunda olmak be obliged to do f.
kabul etmek zorunda kalmak concede f.
yatakta kalmak zorunda olmak (hastalık vb nedeniyle) be laid up with f.
başarısızlıktan dolayı okulu bırakmak zorunda kalmak flunk out f.
zorunda bırakmak oblige f.
zorunda olmak have got to f.
zorunda bırakmak reduce f.
evde kalmak zorunda olmak (hastalık vb nedeniyle) be laid up with f.
zorunda bırakmak obligate f.
zorunda bırakmak compel f.
zorunda olmak be obliged f.
zorunda bırakmak leave someone no choice but do something f.
zorunda bırakmak constrain f.
-mek zorunda olmak have to f.
bir şey yapmak zorunda kalmak be forced into doing something f.
ele almak zorunda olmak need to address f.
dikkat etmek zorunda olmak have to be careful f.
zorunda bırakılmak be coerced f.
zorunda bırakılmak be obliged/obligated f.
harekete geçmek zorunda bırakılmak be pressed up to the point of action f.
zorunda bırakmak adact f.
bel bağlamak zorunda kalmak throw back f.
zorunda olmak behoove [scotland] f.
zorunda olmak behove [scotland] f.
zorunda olmak belong [dialect] f.
zorunda bırakmak hold f.
açlık nedeniyle bir şey yapmak zorunda kalmak hunger f.
zorunda bırakmak obstringe f.
katlanmak zorunda bırakmak subject f.
zorunda bırakılamaz unconstrainable s.
başa çıkmak zorunda olan obligatory s.
Phrasals
yangın nedeniyle bulunduğu yeri terk etmek zorunda kalmak burn (one) out of (something) f.
yangın nedeniyle bulunduğu yeri terk etmek zorunda bıraktırmak burn someone out of something f.
yangın nedeniyle bulunduğu yeri terk etmek zorunda bıraktırmak burn someone out f.
birini bir şeye mecbur etmek/yapmak zorunda bırakmak obligate someone to something f.
vermek zorunda kalmak yield up f.
(birini bir şeyi/kaynağı) kullanmak zorunda bırakmak drive (one) back on (something) f.
cebinden yemek/harcamak zorunda bırakmak drive (one) back on (something) f.
birini bir kaynağı/birikimi kullanmak zorunda bırakmak/kullanmaya itmek drive someone back on something f.
cebinden yemek/harcamak zorunda bırakmak drive someone back on something f.
(birini/bir şeyi) bir şey yapmak zorunda bırakmak force on (someone or something) f.
(birini/bir grubu) yerleşik olduğu yeri terk etmek zorunda bırakmak uproot (someone or something) from (something or some place) f.
birini yerleşik olduğu yeri terk etmek zorunda bırakmak uproot someone from f.
her durakta biletini göstermek zorunda olmadan şehirler arası seyahat etmek check through f.
harekete geçmek/bir şey yapmak zorunda bırakmak push to f.
(birini bir şey) yapmak zorunda bırakmak terrify (one) into (something) f.
birini bir şey yapmak zorunda bırakmak terrify someone into something f.
birini bir şey yapmak zorunda bırakmak terrorize someone into something f.
(birini bir şeyi/yeri) terk etmek zorunda bırakmak terrify (one) out of (something or some place) f.
(birini bir şey) yapmak zorunda bırakmak terrorize (one) into (something) f.
(birini bir şeyi) terk etmek zorunda bırakmak terrorize (one) out of (something) f.
sürekli giymek zorunda kalmak keep on f.
sel (birini bir şeyi/yeri) terk etmek zorunda bırakmak wash (someone) out of (something or some place) f.
sel (birini bir şeyden/yerden) çıkmak zorunda bırakmak wash (someone) out of (something or some place) f.
(birini bir programı, kurumu) bırakmak zorunda bırakmak wash (someone) out of (something or some place) f.
birini (bir şey) yapmak zorunda/mecburiyetinde bırakmak bounce into (something) f.
(yapmak zorunda olduğu bir şeyden) izin istemek beg off f.
(birini) bir şey yapmak zorunda bırakmak bounce into (someone) f.
evini/işini yakıp birini dışarı çıkmak zorunda bırakmak burn someone out of something f.
yangın nedeniyle birini bulunduğu yeri (işini/evini) terk etmek zorunda bırakmak burn someone out of something f.
evini/işini yakıp dışarı çıkmak zorunda bırakmak burn out of f.
yangın nedeniyle bulunduğu yeri (işini/evini) terk etmek zorunda bırakmak burn out of f.
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak call upon (someone) f.
-i kullanmak zorunda bırakmak drive back on f.
başarısızlıktan dolayı (okulu) bırakmak zorunda kalmak flunk out (of something) f.
(birini) istifa etmek/pozisyonundan ayrılmak zorunda bırakmak force (someone) out of (something) f.
(birini/bir şeyi bir şeyin) içine girmek zorunda bırakmak force (someone or something) into (something) f.
birini sözünü tutmak zorunda bırakmak hold someone to something f.
(birini konumunu/bir şeyi) bırakmak zorunda bırakmak muscle (one) out (of something or some place) f.
terk etmek/bırakmak zorunda bırakmak muscle out of f.
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak obligate (one) to f.
(birini bir şeye) sadık/bağlı kalmak zorunda bırakmak obligate (one) to f.
(yapmak) zorunda bırakmak obligate to f.
'-e sadık/bağlı kalmak zorunda bırakmak obligate to f.
yapmak zorunda bırakmak oblige to do f.
(birinin/bir şeyin bir şeyini) ödemek zorunda olmak owe (something) to (someone or something) f.
(birini bir şey) yapmak zorunda bırakmak push (someone) into (something) f.
(birini bir şeyden/bir yerden) çıkmak zorunda kalana kadar aç bırakmak starve (one) out of (something or some place) f.
dışarı çıkmak zorunda kalana kadar aç bırakmak starve out f.
(birini yüksek bir meblağ) ödemek zorunda bırakmak sting (one) for (something) f.
(yüksek bir meblağ) ödemek zorunda bırakmak sting for f.
yapmak zorunda bırakmak terrify into f.
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak torment (one) into (doing something) f.
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak torture (one) into (doing something) f.
zorunda bırakmak torture into f.
Phrases
zorunda değilken suçu üstlenme never ask pardon before you are accused expr.
seçmek zorunda kalındığında if it comes to the point expr.
seçmek zorunda kalındığında when it comes to the point expr.
Proverb
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin you cannot make an omelet without breaking eggs
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin you can't make an omelette without breaking eggs
zorunda değilken suçu üstlenme never ask pardon before you are accused
herkes önce kendini düşünmek zorunda self-preservation is the name of the game
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin you can't make an omelet without breaking (a few) eggs
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin you can't make an omelet without breaking eggs
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin you can't make an omelet without breaking some eggs
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin you have to break eggs to make an omelet
Colloquial
gizli dinleme yapmak veya kişisel bilgilere ulaşmak/kişisel bilgileri değiştirmek için kişinin bağlı olduğu güvenli ağdan atılarak tekrar bağlanmak zorunda bırakıldığı ve şifresini çalmaya yarayan gizli/sahte erişim noktası evil twin i.
(birinin) göğüs germek zorunda olduğu kötü muamele (one's) lumps i.
(birinin) yüzleşmek zorunda olduğu mağlubiyet (one's) lumps i.
(birinin) katlanmak/çekmek zorunda olduğu ceza (one's) lumps i.
birahanelerin öğleden sonra kanunen kapanmak zorunda olduğu zaman dilimi holy hour [ireland] i.
yapmak zorunda olmak do f.
bir şeyi yapmak zorunda olmak behoove one to do something f.
(bir şey) yapmak zorunda olmak have (something) to do f.
bir meblağı/tutarı ödemek zorunda bırakmak shake down f.
(bir şeyi) yapmak zorunda olmak be meant to (do something) f.
-mak zorunda/mecburiyetinde kalmak cannot but f.
(bir şey yapmak) zorunda olmak have got to (do something) f.
şimdi gitmek zorunda olmak have to go now f.
çok/gerçek bir çaba sarf etmek zorunda olmak have to go some f.
(bir şey yapmak) zorunda olmak mean to (do something) f.
yapmak zorunda olmak mean to do f.
(birini bir şeyi) dinlemek zorunda bırakmamak spare (one) (something) f.
(birini bir şeyle) uğraşmak zorunda bırakmamak spare (one) (something) f.
yapmak zorunda olan supposed to s.
zorunda olmadan without having to expr.
(birisi) gitmek zorunda (one) has to push off expr.
(birisi) çıkmak zorunda (one) has to push off expr.
(birisi) yola koyulmak zorunda (one) has to push off expr.
(birisi) ayrılmak zorunda (one) has to push off expr.
(birisi) gitmek zorunda (one) has to run along expr.
(birisi) çıkmak zorunda (one) has to run along expr.
(birisi) yola koyulmak zorunda (one) has to run along expr.
(birisi) ayrılmak zorunda (one) has to run along expr.
beni yalan söylemek zorunda bırakma ask me no questions, (and) I'll tell you no lies expr.
beni yalan söylemek zorunda bırakma ask me no questions, I'll tell you no lies expr.
-mak zorunda/mecburiyetinde kalmak can't but expr.
hepsini tekrar baştan tartışmak/konuşmak zorunda mıyız? do we have to go through all that again? expr.
Idioms
aynı anda birden fazla şey yapmak zorunda kalınan durum a balancing act i.
aynı anda birden fazla şey yapmak zorunda kalınan durum a juggling act i.
hazmetmek/kabullenmek zorunda olunan durum a bitter pill i.
baş edilmek zorunda olunan gerçek a fact of life i.
yalnız başına yüklenilmek zorunda olunan sorumluluk/yük cross to bear i.
yalnız başına kaldırılmak zorunda olunan sorumluluk/yük cross to bear i.
elden gelen en büyük gücü kullanmak zorunda olmak be on the stretch f.
başkalarının dediğini yapmak/verdiği kararlara uymak zorunda olmamak be (one's) own mistress f.
başkalarının dediğini yapmak/verdiği kararlara uymak zorunda olmamak be your own master/mistress f.
(şirket için) bir projeden/ihaleden çekilmek zorunda kalmak be put out of business f.
(şirket için) işi bırakmak zorunda kalmak be put out of business f.
bırakmak zorunda bırakmak expel from f.
bir şey (dert/sorun) ile yaşamak zorunda olmak have to live with something f.
dikkat etmek zorunda olmak walk on thin ice f.
dikkat etmek zorunda olmak walk on eggshells f.
dikkat etmek zorunda olmak walk on eggs f.
evlenmek zorunda kalmak have to get married f.
söylediğini (lafını) yutmak (geri almak) zorunda kalmak gulp something back f.
(birisi/birşey ile yeniden) uğraşmak zorunda/durumunda kalmamak hear the last of somebody/something f.
zirvede bırakmak zorunda kalmak cut (one) down in (one's) prime f.
zor/stresli bir şeyin yapılmak zorunda olduğu zaman the evil moment/hour/day f.
zor/stresli bir şeyin yapılmak zorunda olduğu an/saat/gün the evil moment/hour/day f.
yapmaktan kaçınılan şeyin yapılmak zorunda olduğu an/saat/gün the evil moment/hour/day f.
sürekli ertelenen şeyin yapılmak zorunda olduğu an/saat/gün the evil moment/hour/day f.
karar vermek zorunda bırakmak force the issue f.
konuyu karara bağlamak zorunda bırakmak force the issue f.
fikrini değiştirmek zorunda kalmak sing a different song/tune f.
görüşünü/düşüncesini değiştirmek zorunda kalmak sing a different song/tune f.
kararları) bir daha gözden geçirmek zorunda kalmamak have never looked back f.
kötünün iyisini seçmek zorunda kalmak be scraping the bottom of the barrel f.
(bir şeyi yapmak) için çok/gerçek bir çaba sarf etmek zorunda olmak have to go some to (do something) f.
bir şeyi üstlenmek/yapmak zorunda kalmak fall heir to something f.
paylaşılması gereken bir sorumluluğun tamamını üstlenmek zorunda bırakılmak hold the bag f.
bir şeyin kalanıyla yetinmek zorunda olmak suck hind tit f.
sorunlarla yalnız baş etmek zorunda bırakılmak be hung out to dry f.
(birini) harekete geçmek/bir şey yapmak zorunda bırakmak shake (one's) tree f.
istemediği bir şeye eyvallah demek zorunda kalmak kiss someone’s hind tit f.
birinin/bir şeyin sana bakmak zorunda olduğunu düşünmek think something/someone owes you a living f.
küçük bir miktar parayı vermekten kaçınırken uzun vadede daha büyük bir para harcamak zorunda kalmak be penny-wise and dollar-foolish f.
bir sorunu çözmek için belli bir miktar parayı harcamaktan kaçınırken uzun vadede problem büyüdüğünde daha fazla para harcamak zorunda kalmak be penny-wise and dollar-foolish f.
oradan oraya seyahat etmek zorunda bırakılmak be pushed from pillar to post f.
oradan oraya seyahat etmek zorunda bırakılmak be driven, pushed from pillar to post f.
(bir şey yapmak) zorunda olmak/olmamak be not supposed to (do something) f.
(bir şey yapmak) zorunda olmak/olmamak (not) be supposed to (do something) f.
zorunda olmak be duty bound f.
emekliye ayrılmak zorunda bırakılmak be put out to grass f.
biri yapmak zorunda olmak behoove one to do f.
bir şey yapmak zorunda olmak bound to do something f.
yapmak zorunda olmak be bound to do f.
zorunda olmak be bound to f.
(bir şey yapmak) zorunda/mecburiyetinde kalmak can't help (doing something) f.
(bir şey yapmak) zorunda/mecburiyetinde kalmak can't help but (do something) f.
yapmak zorunda/mecburiyetinde kalmak can't help but do f.
(birine/bir şeye) bakmak/hizmet etmek zorunda olan be duty bound to (someone or something) f.
(birini) istifa etmek/pozisyonundan ayrılmak zorunda bırakmak force (one) out of office f.
(bir şey yapmak) zorunda olmak have (got) to (do something) f.
gitmek zorunda olmak have to be moving along f.
kaçmak zorunda olmak have to be moving along f.
ayrılmak zorunda olmak have to be moving along f.
(bir daveti) geri çevirmek zorunda olmak have to beg off f.
yaya gitmek zorunda olmak have to hoof it f.
yürümek zorunda olmak have to hoof it f.
ile yaşamak zorunda olmak have to live with f.
kaçmak/gitmek/ayrılmak zorunda olmak have to run along f.
çıkmak zorunda olmak have to shove off f.
(birisi/bir şey ile yeniden) uğraşmak zorunda/durumunda kalmamak hear the end/the last of somebody/something f.
(birisi/bir şey ile yeniden) uğraşmak zorunda/durumunda kalmamak see the end/the last of somebody/something f.
fikrini değiştirmek zorunda kalmak laugh out of the other side of one's face f.
fikrini değiştirmek zorunda kalmak laugh out of the other side of one's mouth f.
fikrini değiştirmek zorunda kalmak laugh out of the other side of mouth f.
(bir şey) yapmak zorunda bırakmak lead one to f.
yapmak zorunda bırakmak lead to do f.
harekete geçmek/bir şey yapmak zorunda bırakmak shake tree f.
yapmak zorunda olan duty bound s.
(bir şey yapmak) zorunda olmayan not supposed to s.
beni yalan söylemek zorunda bırakma ask me no questions I'll tell you no lies expr.
beni yalan söylemek zorunda bırakma ask no questions and hear no lies expr.
’-in zorunda under the necessity of expr.
(biri) gitmek zorunda (one) has got to be pushing off expr.
(biri) yola çıkmak zorunda (one) has got to be pushing off expr.
(biri) çıkmak zorunda (one) has got to be pushing off expr.
(biri) gitmek zorunda (one) has to be pushing off expr.
(biri) yola çıkmak zorunda (one) has to be pushing off expr.
(biri) çıkmak zorunda (one) has to be pushing off expr.
(biri) gitmek zorunda (one) has to be shoving off expr.
(biri) yola çıkmak zorunda (one) has to be shoving off expr.
(biri) çıkmak zorunda (one) has to be shoving off expr.
(birisi) gitmek zorunda (one) has got to be shoving off expr.
(birisi) çıkmak zorunda (one) has got to be shoving off expr.
(birisi) yola koyulmak zorunda (one) has got to be shoving off expr.
(birisi) ayrılmak zorunda (one) has got to be shoving off expr.
(birisi) gitmek zorunda (one) has got to push off expr.
(birisi) çıkmak zorunda (one) has got to push off expr.
(birisi) yola koyulmak zorunda (one) has got to push off expr.
(birisi) ayrılmak zorunda (one) has got to push off expr.
(birisi) gitmek zorunda (one) has got to shove off expr.
(birisi) çıkmak zorunda (one) has got to shove off expr.
(birisi) yola koyulmak zorunda (one) has got to shove off expr.
(birisi) ayrılmak zorunda (one) has got to shove off expr.
Speaking
açıklamak zorunda değilsin you don't have to explain expr.
bir şey yapmak zorunda değilim i don't have to do anything expr.
benim sözüme güvenmek zorunda değilsin you don't have to take my word for it expr.
bu sona ermeden daha kaç kişi ölmek zorunda? how many more people have to die before this is over? expr.
bunu yapmak zorunda değildin you didn't have to do this expr.
bunu yapmak zorunda değilsin you don't have to do this expr.
bunu görmek zorunda kaldığın için kusura bakma i'm sorry you had to see that expr.
bir şey söylemek zorunda değilsin you don't have to say anything expr.
bunu görmek zorunda kaldığınız için özür dilerim I'm sorry you had to see that expr.
bütün gece hasta bir arkadaşla ilgilenmek zorunda kaldım (bahane olarak söylenir) I was up all night with a sick friend expr.
bir daha asla çalışmak zorunda kalmayacaksın you'll never have to work again expr.
bunu yapmak zorunda değildin you didn't have to do that expr.
bunu görmek zorunda kaldığınız için kusura bakmayın I'm sorry you had to see that expr.
bu kadar çok ses çıkartmak zorunda mısın? do you have to make so much noise? expr.
bunu görmek zorunda kaldığın için özür dilerim I'm sorry you had to see that expr.
bana hayatımla ilgili sorular sormak zorunda değilsin you don't need to ask me about my life expr.
bunu yapmak zorunda değilsin you don't need to do that expr.
buraya gelmek zorunda değilsin you don't have to come up here expr.
herkes herkesten hoşlanmak zorunda değil not everyone has to like everyone expr.
gitmek zorunda mısın? do you have to go? expr.
gitmek zorunda mıyım? do I have to go? expr.
içmek zorunda değilsin you don't have to drink it expr.
o eninde sonunda aşk ve seksi öğrenmek zorunda he has to learn about love and sex eventually expr.
kalmak zorunda değildin you didn't have to stay expr.
neden son günde böyle bir şey olmak zorunda ki? why did this have to happen on the last day? expr.
neden her şey boka sarmak zorunda ki? why does everything have to go to shit? expr.
ne yapmak zorunda olduğumuzu bilmiyorsun you don't know what we got to do expr.
neden burada kalmak zorunda kalıyorum? how come I have to stay here? expr.
onu bir daha görmek zorunda değiliz we don't ever have to see him again expr.
konuşmak zorunda değiliz we don't have to talk expr.
şu anda karar vermek zorunda değilsin you don't have to decide right now expr.
şu anda karar vermek zorunda değilsin you don't have to make a decision now expr.
sana anlatmak zorunda mıyım? do I have to tell you? expr.
soruları yeniden yazmak zorunda mıyım? do I have to rewrite the questions? expr.
sana hesap vermek zorunda değilim I don't have to account to you expr.
sana anlatmak zorunda değilim I don't have to tell you expr.
sana anlatmak zorunda değilim I don't need to tell you expr.
zorunda mıyım? do I have to? expr.
yalnız olmak zorunda değilsin you don't have to be alone expr.
üniforma giymek zorunda mıyım? do I have to wear a uniform? expr.
zorunda kalmadıkça kullanmayın do not use (it) unless you have to expr.
zorunda olacaksın you will have to expr.
yapmak zorunda olduğun şey şu here’s what you have to do expr.
yapmak zorunda değilsiniz you don't have to do it expr.
yapmak zorunda değilsin you don't have to do it expr.
sana hesap vermek zorunda değilim I don't have to answer to you expr.
sana hesap vermek zorunda değilim I'm not obliged to tell you anything expr.
Trade/Economic
hisse senedi ve tahvil ihraç eden şirketlerin açıklamak zorunda oldukları bilgileri içeren belge prospectus i.
iş yerinde takım elbisenin giyilmek zorunda olmadığı cuma günü dress-down friday i.
Law
karayoluna geçişi sağlamak için gayrimenkul sahibinin vermek zorunda olduğu geçit way of necessity i.
kocanın kusuru nedeniyle ayrı yaşamak zorunda kalan eşinin açtığı nafaka davası action for separate maintenance i.
yargılama yetkisine sahip kimsenin uygulamak zorunda olduğu kural ve usuller natural justice i.
Politics
nazi almanya'sındaki toplama kamplarında asosyal ya da zihnen çalışmaya elverişsiz sayılanların takmak zorunda oldukları nişane black triangle i.
ülke içinde göç etmek zorunda kalmış kimseler internally displaced persons i.
Insurance
sosyal sigortalar yasasına bağlı olan işçilerin ve bunları çalıştıran işverenlerin sosyal sigortalar kurumuna ödemek zorunda oldukları ücretin belli bir yüzdesiyle belirlenen paraya verilen isim premium i.
Marine
geminin açıkta demirlemek zorunda kaldığı durumlarda yolcuları limana taşıyan gemi tender i.
gemilerin gece yol aldıklarında yakmak zorunda oldukları ışıklar running lights i.
gemilerin geceleri karartma ışığı kullanmak zorunda oldukları hat light line i.
(yat yarışında) yan yana bulunan iki yatın çarpışmadan birbirlerine dönebilmeleri için, arkadan gelen yatın öndekinin diğer tarafından geçmek ve bunun için de geri çekilmek zorunda kaldığı durum overlap i.
gemi tiremola ederek gidince veya kavança edince serbest bırakılmak zorunda kalınan geçici payandalar shifting backstays i.
Religious
episkopal kilisesi'nin komünyona katılmak zorunda olduğu günler holy day of obligation i.
Sport
vurucunun durduğu ve koşucunun puan almak için dokunmak zorunda olduğu köşe rubber i.
slalom yarışında kayakçının arasından geçmek zorunda olduğu iki bayrak arasındaki açıklık gate i.
(beyzbolda) koşucunun puan almak için dokunmak zorunda olduğu köşenin vurucudan uzaktaki kısmı outside i.
Basketball
24 saniye içerisinde şutu çekmek zorunda olmak shot clock i.
Baseball
beysbolda bir dış meydanı oyuncusunun ikinci kaleye dokunmadan sadece yaklaşarak koşucuyu saha dışına/auta çıkmak zorunda bıraktığı oyun neighborhood play i.
vurucunun durduğu ve koşucunun puan almak için dokunmak zorunda olduğu köşe home plate i.
Card
(poker) iki veya daha fazla oyuncunun eş değerde ele sahip olarak çipleri aralarında paylaşmak zorunda kaldıkları el chop i.
aynı renkten oynama kuralından faydalanarak birini (yüksek kart) oynamak zorunda bırakmak drop f.
Mythology
herkül'ün iphitus'u öldürmenin kefareti olarak kölelik yapmak zorunda olduğu lidya kraliçesi omphale i.
Slang
bir şeyi kaybettiğini kabullenmek zorunda kalmak kiss off i.
bir şeyin bitişini kabullenmek zorunda kalmak kiss off i.
istemediği bir şeye eyvallah demek zorunda kalmak suck someone's hind tit f.
özür dilemek zorunda kalmak eat dirt f.
başarısızlık nedeniyle istifa etmek zorunda kalmak bilge f.
(birini) ağaca çıkmak zorunda bırakmak tree (one) f.
ödemek zorunda bırakmak sting f.
Modern Slang
ailelerin, çiftlerin zenginliğe ulaştıktan sonra artan ödemelerini karşılamak için daha çok çalışmak zorunda kalması affluence trap i.
yetimhaneden evlat edinilmeyip 18 yaşında orayı da terk etmek zorunda kalan çocuk an unwanted i.