|
Kategori |
Türkçe |
İngilizce |
|
Common Usage |
|
1 |
Yaygın Kullanım |
zorunda bırakmak |
oblige f.
|
|
The latter point constitutes a huge programme which would oblige the United States to attack many of its allies.
Bu son nokta, ABD'yi müttefiklerinin çoğuna saldırmak zorunda bırakacak devasa bir program teşkil etmektedir.
More Sentences
|
General |
|
2 |
Genel |
zorunda olmak |
have to f.
|
|
In future, food producers and processors will have to document all steps in the production and processing chain.
Gelecekte gıda üreticileri ve işleyicileri, üretim ve işleme zincirindeki tüm adımları belgelemek zorunda olacak.
More Sentences
|
3 |
Genel |
zorunda kalmak |
be obliged to f.
|
|
Following the demographic data, the government was obliged to adopt a policy that would stimulate birth rate.
Demografik verileri takip eden hükümet, doğum oranını teşvik edecek bir politika benimsemek zorunda kaldı.
More Sentences
|
4 |
Genel |
zorunda kalmak |
have to f.
|
|
Every year since then we have had to use the flexibility instrument.
O zamandan beri her yıl esneklik aracını kullanmak zorunda kaldık.
More Sentences
|
5 |
Genel |
zorunda olmak |
need to f.
|
|
Tom realized he didn't need to do that.
Tom, bunu yapmak zorunda olmadığını fark etti.
More Sentences
|
6 |
Genel |
zorunda hissetmek |
feel obliged to f.
|
|
The International Maritime Organisation did not feel obliged to appear before the European Parliament either.
Uluslararası Denizcilik Örgütü de kendisini Avrupa Parlamentosu'nun huzuruna çıkmak zorunda hissetmemiştir.
More Sentences
|
7 |
Genel |
söylemek zorunda olmak |
have to say f.
|
|
They didn't want to listen to what I had to say.
Söylemek zorunda olduğum şeyi dinlemek istemediler.
More Sentences
|
8 |
Genel |
söylemek zorunda olmak |
have to tell f.
|
|
I just remembered what I had to tell you.
Az önce sana söylemek zorunda olduğum şeyi hatırladım.
More Sentences
|
9 |
Genel |
beklemek zorunda olmak |
have to wait f.
|
|
Tom knew he'd have to wait.
Tom beklemek zorunda olduğunu biliyordu.
More Sentences
|
10 |
Genel |
zorunda bırakılmak |
be forced to f.
|
|
I was forced to do that.
Bunu yapmak zorunda bırakıldım.
More Sentences
|
11 |
Genel |
zorunda olmak |
get f.
|
|
I've got something you've got to see.
Görmek zorunda olduğun bir şeyim var.
More Sentences
|
12 |
Genel |
zorunda kalmak |
commit f.
|
|
The torture made him confess to crimes he had not committed.
İşkence yüzünden işlemediği suçları itiraf etmek zorunda kaldı.
More Sentences
|
13 |
Genel |
zorunda olmak |
require f.
|
|
We are required to wear a mask in public places.
Halka açık yerlerde maske takmak zorundayız.
More Sentences
|
14 |
Genel |
yapmak zorunda olmak |
have to do f.
|
|
There is no doubt that they have to do that, but that alone will not secure peace.
Bunu yapmak zorunda olduklarına şüphe yok, ancak bu tek başına barışı sağlamayacaktır.
More Sentences
|
15 |
Genel |
hesap vermek zorunda olmayan |
unaccountable s.
|
|
As the CEO, he felt unaccountable for his decisions.
İcra Kurulu Başkanı olarak kararlarından ötürü hesap vermek zorunda olmadığını düşünüyordu.
More Sentences
|
Phrasals |
|
16 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak |
compel (someone) to (do something) f.
|
|
I was compelled to leave school.
Ben okulu terk etmek zorunda bırakıldım.
More Sentences
|
17 |
Öbek Fiiller |
yapmak zorunda bırakmak |
compel to do f.
|
|
They were compelled to do it by force, or thrown into prison.
Bunu zorla yapmak zorunda bırakıldılar ya da hapse atıldılar.
More Sentences
|
18 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak |
oblige (one) to (do something) f.
|
|
To our regret, we were obliged to call off the game, which we had been looking forward to.
Ne yazık ki oyunu iptal etmek zorunda bırakıldık, ki bunu dört gözle bekliyorduk.
More Sentences
|
|
Phrases |
|
19 |
İfadeler |
zorunda değil |
doesn't have to expr.
|
|
Everyone doesn't have to like every book.
Herkes her kitabı beğenmek zorunda değil.
More Sentences
|
General |
|
20 |
Genel |
alarmın çalmasından sonra sürekli kalkmak zorunda olduğunu bilerek uyuma durumu |
unprotected sleep i.
|
|
21 |
Genel |
savaş gibi nedenlerle vatanını terk etmek zorunda bırakılmış kimse |
displaced person i.
|
|
22 |
Genel |
muhalif olmalarına rağmen birlikte çalışmak zorunda olan kişiler |
frenemy i.
|
|
23 |
Genel |
yüzey beklemesi (dalgıçların iki dalış arasında yüzeyde geçirmek zorunda oldukları süre) |
surface interval i.
|
|
24 |
Genel |
yüzey bekleme aralığı (dalgıçların iki dalış arasında yüzeyde geçirmek zorunda oldukları süre) |
surface interval i.
|
|
25 |
Genel |
evini terk etmek zorunda kalan çocuk |
throwaway i.
|
|
26 |
Genel |
(italya'da) eskiden şehirlerde yahudilerin yaşamak zorunda oldukları kesim |
ghetto i.
|
|
27 |
Genel |
vatanını terk etmek zorunda bırakılmış kimse |
dislocated civilian i.
|
|
28 |
Genel |
bireyin prensip ve çıkarları dışında davranmak zorunda kalması |
false position i.
|
|
29 |
Genel |
sözleşme taraflarından birinin, sözleşmenin gereğini belirtilen şekilde yerine getirememesi durumunda diğerine ödemek zorunda olduğu para miktarı |
contingency i.
|
|
30 |
Genel |
misafirlerin yiyecek ve içeceklerin yalnızca kokularıyla yetinmek zorunda kaldığı ziyafet |
smell-feast i.
|
|
31 |
Genel |
geri dönmek zorunda bırakmak |
drive back f.
|
|
32 |
Genel |
zorunda kalmak |
be obliged to do f.
|
|
33 |
Genel |
zorunda olmak |
have f.
|
|
34 |
Genel |
yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda kalmak |
be thrown back on one's own resources f.
|
|
35 |
Genel |
zorunda olmak |
be obliged to do f.
|
|
36 |
Genel |
kabul etmek zorunda kalmak |
concede f.
|
|
37 |
Genel |
yatakta kalmak zorunda olmak (hastalık vb nedeniyle) |
be laid up with f.
|
|
38 |
Genel |
başarısızlıktan dolayı okulu bırakmak zorunda kalmak |
flunk out f.
|
|
|
39 |
Genel |
zorunda bırakmak |
oblige f.
|
|
40 |
Genel |
zorunda olmak |
have got to f.
|
|
41 |
Genel |
zorunda bırakmak |
reduce f.
|
|
42 |
Genel |
evde kalmak zorunda olmak (hastalık vb nedeniyle) |
be laid up with f.
|
|
43 |
Genel |
zorunda bırakmak |
obligate f.
|
|
44 |
Genel |
zorunda bırakmak |
compel f.
|
|
45 |
Genel |
zorunda olmak |
be obliged f.
|
|
46 |
Genel |
zorunda bırakmak |
leave someone no choice but do something f.
|
|
47 |
Genel |
zorunda bırakmak |
constrain f.
|
|
48 |
Genel |
-mek zorunda olmak |
have to f.
|
|
49 |
Genel |
bir şey yapmak zorunda kalmak |
be forced into doing something f.
|
|
50 |
Genel |
ele almak zorunda olmak |
need to address f.
|
|
51 |
Genel |
dikkat etmek zorunda olmak |
have to be careful f.
|
|
52 |
Genel |
zorunda bırakılmak |
be coerced f.
|
|
53 |
Genel |
zorunda bırakılmak |
be obliged/obligated f.
|
|
54 |
Genel |
harekete geçmek zorunda bırakılmak |
be pressed up to the point of action f.
|
|
55 |
Genel |
zorunda bırakmak |
adact f.
|
|
56 |
Genel |
bel bağlamak zorunda kalmak |
throw back f.
|
|
57 |
Genel |
zorunda olmak |
behoove [scotland] f.
|
|
58 |
Genel |
zorunda olmak |
behove [scotland] f.
|
|
59 |
Genel |
zorunda olmak |
belong [dialect] f.
|
|
60 |
Genel |
zorunda bırakmak |
hold f.
|
|
61 |
Genel |
açlık nedeniyle bir şey yapmak zorunda kalmak |
hunger f.
|
|
62 |
Genel |
zorunda bırakmak |
obstringe f.
|
|
63 |
Genel |
katlanmak zorunda bırakmak |
subject f.
|
|
64 |
Genel |
zorunda bırakılamaz |
unconstrainable s.
|
|
65 |
Genel |
başa çıkmak zorunda olan |
obligatory s.
|
|
Phrasals |
|
66 |
Öbek Fiiller |
yangın nedeniyle bulunduğu yeri terk etmek zorunda kalmak |
burn (one) out of (something) f.
|
|
67 |
Öbek Fiiller |
yangın nedeniyle bulunduğu yeri terk etmek zorunda bıraktırmak |
burn someone out of something f.
|
|
68 |
Öbek Fiiller |
yangın nedeniyle bulunduğu yeri terk etmek zorunda bıraktırmak |
burn someone out f.
|
|
69 |
Öbek Fiiller |
birini bir şeye mecbur etmek/yapmak zorunda bırakmak |
obligate someone to something f.
|
|
70 |
Öbek Fiiller |
vermek zorunda kalmak |
yield up f.
|
|
71 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şeyi/kaynağı) kullanmak zorunda bırakmak |
drive (one) back on (something) f.
|
|
72 |
Öbek Fiiller |
cebinden yemek/harcamak zorunda bırakmak |
drive (one) back on (something) f.
|
|
73 |
Öbek Fiiller |
birini bir kaynağı/birikimi kullanmak zorunda bırakmak/kullanmaya itmek |
drive someone back on something f.
|
|
74 |
Öbek Fiiller |
cebinden yemek/harcamak zorunda bırakmak |
drive someone back on something f.
|
|
75 |
Öbek Fiiller |
(birini/bir şeyi) bir şey yapmak zorunda bırakmak |
force on (someone or something) f.
|
|
76 |
Öbek Fiiller |
(birini/bir grubu) yerleşik olduğu yeri terk etmek zorunda bırakmak |
uproot (someone or something) from (something or some place) f.
|
|
77 |
Öbek Fiiller |
birini yerleşik olduğu yeri terk etmek zorunda bırakmak |
uproot someone from f.
|
|
78 |
Öbek Fiiller |
her durakta biletini göstermek zorunda olmadan şehirler arası seyahat etmek |
check through f.
|
|
|
79 |
Öbek Fiiller |
harekete geçmek/bir şey yapmak zorunda bırakmak |
push to f.
|
|
80 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey) yapmak zorunda bırakmak |
terrify (one) into (something) f.
|
|
81 |
Öbek Fiiller |
birini bir şey yapmak zorunda bırakmak |
terrify someone into something f.
|
|
82 |
Öbek Fiiller |
birini bir şey yapmak zorunda bırakmak |
terrorize someone into something f.
|
|
83 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şeyi/yeri) terk etmek zorunda bırakmak |
terrify (one) out of (something or some place) f.
|
|
84 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey) yapmak zorunda bırakmak |
terrorize (one) into (something) f.
|
|
85 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şeyi) terk etmek zorunda bırakmak |
terrorize (one) out of (something) f.
|
|
86 |
Öbek Fiiller |
sürekli giymek zorunda kalmak |
keep on f.
|
|
87 |
Öbek Fiiller |
sel (birini bir şeyi/yeri) terk etmek zorunda bırakmak |
wash (someone) out of (something or some place) f.
|
|
88 |
Öbek Fiiller |
sel (birini bir şeyden/yerden) çıkmak zorunda bırakmak |
wash (someone) out of (something or some place) f.
|
|
89 |
Öbek Fiiller |
(birini bir programı, kurumu) bırakmak zorunda bırakmak |
wash (someone) out of (something or some place) f.
|
|
90 |
Öbek Fiiller |
birini (bir şey) yapmak zorunda/mecburiyetinde bırakmak |
bounce into (something) f.
|
|
91 |
Öbek Fiiller |
(yapmak zorunda olduğu bir şeyden) izin istemek |
beg off f.
|
|
92 |
Öbek Fiiller |
(birini) bir şey yapmak zorunda bırakmak |
bounce into (someone) f.
|
|
93 |
Öbek Fiiller |
evini/işini yakıp birini dışarı çıkmak zorunda bırakmak |
burn someone out of something f.
|
|
94 |
Öbek Fiiller |
yangın nedeniyle birini bulunduğu yeri (işini/evini) terk etmek zorunda bırakmak |
burn someone out of something f.
|
|
95 |
Öbek Fiiller |
evini/işini yakıp dışarı çıkmak zorunda bırakmak |
burn out of f.
|
|
96 |
Öbek Fiiller |
yangın nedeniyle bulunduğu yeri (işini/evini) terk etmek zorunda bırakmak |
burn out of f.
|
|
97 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak |
call upon (someone) f.
|
|
98 |
Öbek Fiiller |
-i kullanmak zorunda bırakmak |
drive back on f.
|
|
99 |
Öbek Fiiller |
başarısızlıktan dolayı (okulu) bırakmak zorunda kalmak |
flunk out (of something) f.
|
|
100 |
Öbek Fiiller |
(birini) istifa etmek/pozisyonundan ayrılmak zorunda bırakmak |
force (someone) out of (something) f.
|
|
101 |
Öbek Fiiller |
(birini/bir şeyi bir şeyin) içine girmek zorunda bırakmak |
force (someone or something) into (something) f.
|
|
102 |
Öbek Fiiller |
birini sözünü tutmak zorunda bırakmak |
hold someone to something f.
|
|
103 |
Öbek Fiiller |
(birini konumunu/bir şeyi) bırakmak zorunda bırakmak |
muscle (one) out (of something or some place) f.
|
|
104 |
Öbek Fiiller |
terk etmek/bırakmak zorunda bırakmak |
muscle out of f.
|
|
105 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak |
obligate (one) to f.
|
|
106 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şeye) sadık/bağlı kalmak zorunda bırakmak |
obligate (one) to f.
|
|
107 |
Öbek Fiiller |
(yapmak) zorunda bırakmak |
obligate to f.
|
|
108 |
Öbek Fiiller |
'-e sadık/bağlı kalmak zorunda bırakmak |
obligate to f.
|
|
109 |
Öbek Fiiller |
yapmak zorunda bırakmak |
oblige to do f.
|
|
110 |
Öbek Fiiller |
(birinin/bir şeyin bir şeyini) ödemek zorunda olmak |
owe (something) to (someone or something) f.
|
|
111 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey) yapmak zorunda bırakmak |
push (someone) into (something) f.
|
|
112 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şeyden/bir yerden) çıkmak zorunda kalana kadar aç bırakmak |
starve (one) out of (something or some place) f.
|
|
113 |
Öbek Fiiller |
dışarı çıkmak zorunda kalana kadar aç bırakmak |
starve out f.
|
|
114 |
Öbek Fiiller |
(birini yüksek bir meblağ) ödemek zorunda bırakmak |
sting (one) for (something) f.
|
|
115 |
Öbek Fiiller |
(yüksek bir meblağ) ödemek zorunda bırakmak |
sting for f.
|
|
116 |
Öbek Fiiller |
yapmak zorunda bırakmak |
terrify into f.
|
|
117 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak |
torment (one) into (doing something) f.
|
|
118 |
Öbek Fiiller |
(birini bir şey yapmak) zorunda bırakmak |
torture (one) into (doing something) f.
|
|
119 |
Öbek Fiiller |
zorunda bırakmak |
torture into f.
|
|
Phrases |
|
120 |
İfadeler |
zorunda değilken suçu üstlenme |
never ask pardon before you are accused expr.
|
|
121 |
İfadeler |
seçmek zorunda kalındığında |
if it comes to the point expr.
|
|
122 |
İfadeler |
seçmek zorunda kalındığında |
when it comes to the point expr.
|
|
Proverb |
|
123 |
Atasözü |
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin |
you cannot make an omelet without breaking eggs
|
|
124 |
Atasözü |
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin |
you can't make an omelette without breaking eggs
|
|
125 |
Atasözü |
zorunda değilken suçu üstlenme |
never ask pardon before you are accused
|
|
126 |
Atasözü |
herkes önce kendini düşünmek zorunda |
self-preservation is the name of the game
|
|
127 |
Atasözü |
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin |
you can't make an omelet without breaking (a few) eggs
|
|
128 |
Atasözü |
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin |
you can't make an omelet without breaking eggs
|
|
129 |
Atasözü |
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin |
you can't make an omelet without breaking some eggs
|
|
130 |
Atasözü |
(figüratif) bir şeyleri başarmak için birilerini incitmek/kırmak zorunda kalabilirsin |
you have to break eggs to make an omelet
|
|
Colloquial |
|
131 |
Konuşma Dili |
gizli dinleme yapmak veya kişisel bilgilere ulaşmak/kişisel bilgileri değiştirmek için kişinin bağlı olduğu güvenli ağdan atılarak tekrar bağlanmak zorunda bırakıldığı ve şifresini çalmaya yarayan gizli/sahte erişim noktası |
evil twin i.
|
|
132 |
Konuşma Dili |
(birinin) göğüs germek zorunda olduğu kötü muamele |
(one's) lumps i.
|
|
133 |
Konuşma Dili |
(birinin) yüzleşmek zorunda olduğu mağlubiyet |
(one's) lumps i.
|
|
134 |
Konuşma Dili |
(birinin) katlanmak/çekmek zorunda olduğu ceza |
(one's) lumps i.
|
|
135 |
Konuşma Dili |
birahanelerin öğleden sonra kanunen kapanmak zorunda olduğu zaman dilimi |
holy hour [ireland] i.
|
|
136 |
Konuşma Dili |
yapmak zorunda olmak |
do f.
|
|
137 |
Konuşma Dili |
bir şeyi yapmak zorunda olmak |
behoove one to do something f.
|
|
138 |
Konuşma Dili |
(bir şey) yapmak zorunda olmak |
have (something) to do f.
|
|
139 |
Konuşma Dili |
bir meblağı/tutarı ödemek zorunda bırakmak |
shake down f.
|
|
140 |
Konuşma Dili |
(bir şeyi) yapmak zorunda olmak |
be meant to (do something) f.
|
|
141 |
Konuşma Dili |
-mak zorunda/mecburiyetinde kalmak |
cannot but f.
|
|
142 |
Konuşma Dili |
(bir şey yapmak) zorunda olmak |
have got to (do something) f.
|
|
143 |
Konuşma Dili |
şimdi gitmek zorunda olmak |
have to go now f.
|
|
144 |
Konuşma Dili |
çok/gerçek bir çaba sarf etmek zorunda olmak |
have to go some f.
|
|
145 |
Konuşma Dili |
(bir şey yapmak) zorunda olmak |
mean to (do something) f.
|
|
146 |
Konuşma Dili |
yapmak zorunda olmak |
mean to do f.
|
|
147 |
Konuşma Dili |
(birini bir şeyi) dinlemek zorunda bırakmamak |
spare (one) (something) f.
|
|
148 |
Konuşma Dili |
(birini bir şeyle) uğraşmak zorunda bırakmamak |
spare (one) (something) f.
|
|
149 |
Konuşma Dili |
yapmak zorunda olan |
supposed to s.
|
|
150 |
Konuşma Dili |
zorunda olmadan |
without having to expr.
|
|
151 |
Konuşma Dili |
(birisi) gitmek zorunda |
(one) has to push off expr.
|
|
152 |
Konuşma Dili |
(birisi) çıkmak zorunda |
(one) has to push off expr.
|
|
153 |
Konuşma Dili |
(birisi) yola koyulmak zorunda |
(one) has to push off expr.
|
|
154 |
Konuşma Dili |
(birisi) ayrılmak zorunda |
(one) has to push off expr.
|
|
155 |
Konuşma Dili |
(birisi) gitmek zorunda |
(one) has to run along expr.
|
|
156 |
Konuşma Dili |
(birisi) çıkmak zorunda |
(one) has to run along expr.
|
|
157 |
Konuşma Dili |
(birisi) yola koyulmak zorunda |
(one) has to run along expr.
|
|
158 |
Konuşma Dili |
(birisi) ayrılmak zorunda |
(one) has to run along expr.
|
|
159 |
Konuşma Dili |
beni yalan söylemek zorunda bırakma |
ask me no questions, (and) I'll tell you no lies expr.
|
|
160 |
Konuşma Dili |
beni yalan söylemek zorunda bırakma |
ask me no questions, I'll tell you no lies expr.
|
|
161 |
Konuşma Dili |
-mak zorunda/mecburiyetinde kalmak |
can't but expr.
|
|
162 |
Konuşma Dili |
hepsini tekrar baştan tartışmak/konuşmak zorunda mıyız? |
do we have to go through all that again? expr.
|
|
Idioms |
|
163 |
Deyim |
aynı anda birden fazla şey yapmak zorunda kalınan durum |
a balancing act i.
|
|
164 |
Deyim |
aynı anda birden fazla şey yapmak zorunda kalınan durum |
a juggling act i.
|
|
165 |
Deyim |
hazmetmek/kabullenmek zorunda olunan durum |
a bitter pill i.
|
|
166 |
Deyim |
baş edilmek zorunda olunan gerçek |
a fact of life i.
|
|
167 |
Deyim |
yalnız başına yüklenilmek zorunda olunan sorumluluk/yük |
cross to bear i.
|
|
168 |
Deyim |
yalnız başına kaldırılmak zorunda olunan sorumluluk/yük |
cross to bear i.
|
|
169 |
Deyim |
elden gelen en büyük gücü kullanmak zorunda olmak |
be on the stretch f.
|
|
170 |
Deyim |
başkalarının dediğini yapmak/verdiği kararlara uymak zorunda olmamak |
be (one's) own mistress f.
|
|
171 |
Deyim |
başkalarının dediğini yapmak/verdiği kararlara uymak zorunda olmamak |
be your own master/mistress f.
|
|
172 |
Deyim |
(şirket için) bir projeden/ihaleden çekilmek zorunda kalmak |
be put out of business f.
|
|
173 |
Deyim |
(şirket için) işi bırakmak zorunda kalmak |
be put out of business f.
|
|
174 |
Deyim |
bırakmak zorunda bırakmak |
expel from f.
|
|
175 |
Deyim |
bir şey (dert/sorun) ile yaşamak zorunda olmak |
have to live with something f.
|
|
176 |
Deyim |
dikkat etmek zorunda olmak |
walk on thin ice f.
|
|
177 |
Deyim |
dikkat etmek zorunda olmak |
walk on eggshells f.
|
|
178 |
Deyim |
dikkat etmek zorunda olmak |
walk on eggs f.
|
|
179 |
Deyim |
evlenmek zorunda kalmak |
have to get married f.
|
|
180 |
Deyim |
söylediğini (lafını) yutmak (geri almak) zorunda kalmak |
gulp something back f.
|
|
181 |
Deyim |
(birisi/birşey ile yeniden) uğraşmak zorunda/durumunda kalmamak |
hear the last of somebody/something f.
|
|
182 |
Deyim |
zirvede bırakmak zorunda kalmak |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
|
183 |
Deyim |
zor/stresli bir şeyin yapılmak zorunda olduğu zaman |
the evil moment/hour/day f.
|
|
184 |
Deyim |
zor/stresli bir şeyin yapılmak zorunda olduğu an/saat/gün |
the evil moment/hour/day f.
|
|
185 |
Deyim |
yapmaktan kaçınılan şeyin yapılmak zorunda olduğu an/saat/gün |
the evil moment/hour/day f.
|
|
186 |
Deyim |
sürekli ertelenen şeyin yapılmak zorunda olduğu an/saat/gün |
the evil moment/hour/day f.
|
|
187 |
Deyim |
karar vermek zorunda bırakmak |
force the issue f.
|
|
188 |
Deyim |
konuyu karara bağlamak zorunda bırakmak |
force the issue f.
|
|
189 |
Deyim |
fikrini değiştirmek zorunda kalmak |
sing a different song/tune f.
|
|
190 |
Deyim |
görüşünü/düşüncesini değiştirmek zorunda kalmak |
sing a different song/tune f.
|
|
191 |
Deyim |
kararları) bir daha gözden geçirmek zorunda kalmamak |
have never looked back f.
|
|
192 |
Deyim |
kötünün iyisini seçmek zorunda kalmak |
be scraping the bottom of the barrel f.
|
|
193 |
Deyim |
(bir şeyi yapmak) için çok/gerçek bir çaba sarf etmek zorunda olmak |
have to go some to (do something) f.
|
|
194 |
Deyim |
bir şeyi üstlenmek/yapmak zorunda kalmak |
fall heir to something f.
|
|
195 |
Deyim |
paylaşılması gereken bir sorumluluğun tamamını üstlenmek zorunda bırakılmak |
hold the bag f.
|
|
196 |
Deyim |
bir şeyin kalanıyla yetinmek zorunda olmak |
suck hind tit f.
|
|
197 |
Deyim |
sorunlarla yalnız baş etmek zorunda bırakılmak |
be hung out to dry f.
|
|
198 |
Deyim |
(birini) harekete geçmek/bir şey yapmak zorunda bırakmak |
shake (one's) tree f.
|
|
199 |
Deyim |
istemediği bir şeye eyvallah demek zorunda kalmak |
kiss someone’s hind tit f.
|
|
200 |
Deyim |
birinin/bir şeyin sana bakmak zorunda olduğunu düşünmek |
think something/someone owes you a living f.
|
|
201 |
Deyim |
küçük bir miktar parayı vermekten kaçınırken uzun vadede daha büyük bir para harcamak zorunda kalmak |
be penny-wise and dollar-foolish f.
|
|
202 |
Deyim |
bir sorunu çözmek için belli bir miktar parayı harcamaktan kaçınırken uzun vadede problem büyüdüğünde daha fazla para harcamak zorunda kalmak |
be penny-wise and dollar-foolish f.
|
|
203 |
Deyim |
oradan oraya seyahat etmek zorunda bırakılmak |
be pushed from pillar to post f.
|
|
204 |
Deyim |
oradan oraya seyahat etmek zorunda bırakılmak |
be driven, pushed from pillar to post f.
|
|
205 |
Deyim |
(bir şey yapmak) zorunda olmak/olmamak |
be not supposed to (do something) f.
|
|
206 |
Deyim |
(bir şey yapmak) zorunda olmak/olmamak |
(not) be supposed to (do something) f.
|
|
207 |
Deyim |
zorunda olmak |
be duty bound f.
|
|
208 |
Deyim |
emekliye ayrılmak zorunda bırakılmak |
be put out to grass f.
|
|
209 |
Deyim |
biri yapmak zorunda olmak |
behoove one to do f.
|
|
210 |
Deyim |
bir şey yapmak zorunda olmak |
bound to do something f.
|
|
211 |
Deyim |
yapmak zorunda olmak |
be bound to do f.
|
|
212 |
Deyim |
zorunda olmak |
be bound to f.
|
|
213 |
Deyim |
(bir şey yapmak) zorunda/mecburiyetinde kalmak |
can't help (doing something) f.
|
|
214 |
Deyim |
(bir şey yapmak) zorunda/mecburiyetinde kalmak |
can't help but (do something) f.
|
|
215 |
Deyim |
yapmak zorunda/mecburiyetinde kalmak |
can't help but do f.
|
|
216 |
Deyim |
(birine/bir şeye) bakmak/hizmet etmek zorunda olan |
be duty bound to (someone or something) f.
|
|
217 |
Deyim |
(birini) istifa etmek/pozisyonundan ayrılmak zorunda bırakmak |
force (one) out of office f.
|
|
218 |
Deyim |
(bir şey yapmak) zorunda olmak |
have (got) to (do something) f.
|
|
219 |
Deyim |
gitmek zorunda olmak |
have to be moving along f.
|
|
220 |
Deyim |
kaçmak zorunda olmak |
have to be moving along f.
|
|
221 |
Deyim |
ayrılmak zorunda olmak |
have to be moving along f.
|
|
222 |
Deyim |
(bir daveti) geri çevirmek zorunda olmak |
have to beg off f.
|
|
223 |
Deyim |
yaya gitmek zorunda olmak |
have to hoof it f.
|
|
224 |
Deyim |
yürümek zorunda olmak |
have to hoof it f.
|
|
225 |
Deyim |
ile yaşamak zorunda olmak |
have to live with f.
|
|
226 |
Deyim |
kaçmak/gitmek/ayrılmak zorunda olmak |
have to run along f.
|
|
227 |
Deyim |
çıkmak zorunda olmak |
have to shove off f.
|
|
228 |
Deyim |
(birisi/bir şey ile yeniden) uğraşmak zorunda/durumunda kalmamak |
hear the end/the last of somebody/something f.
|
|
229 |
Deyim |
(birisi/bir şey ile yeniden) uğraşmak zorunda/durumunda kalmamak |
see the end/the last of somebody/something f.
|
|
230 |
Deyim |
fikrini değiştirmek zorunda kalmak |
laugh out of the other side of one's face f.
|
|
231 |
Deyim |
fikrini değiştirmek zorunda kalmak |
laugh out of the other side of one's mouth f.
|
|
232 |
Deyim |
fikrini değiştirmek zorunda kalmak |
laugh out of the other side of mouth f.
|
|
233 |
Deyim |
(bir şey) yapmak zorunda bırakmak |
lead one to f.
|
|
234 |
Deyim |
yapmak zorunda bırakmak |
lead to do f.
|
|
235 |
Deyim |
harekete geçmek/bir şey yapmak zorunda bırakmak |
shake tree f.
|
|
236 |
Deyim |
yapmak zorunda olan |
duty bound s.
|
|
237 |
Deyim |
(bir şey yapmak) zorunda olmayan |
not supposed to s.
|
|
238 |
Deyim |
beni yalan söylemek zorunda bırakma |
ask me no questions I'll tell you no lies expr.
|
|
239 |
Deyim |
beni yalan söylemek zorunda bırakma |
ask no questions and hear no lies expr.
|
|
240 |
Deyim |
’-in zorunda |
under the necessity of expr.
|
|
241 |
Deyim |
(biri) gitmek zorunda |
(one) has got to be pushing off expr.
|
|
242 |
Deyim |
(biri) yola çıkmak zorunda |
(one) has got to be pushing off expr.
|
|
243 |
Deyim |
(biri) çıkmak zorunda |
(one) has got to be pushing off expr.
|
|
244 |
Deyim |
(biri) gitmek zorunda |
(one) has to be pushing off expr.
|
|
245 |
Deyim |
(biri) yola çıkmak zorunda |
(one) has to be pushing off expr.
|
|
246 |
Deyim |
(biri) çıkmak zorunda |
(one) has to be pushing off expr.
|
|
247 |
Deyim |
(biri) gitmek zorunda |
(one) has to be shoving off expr.
|
|
248 |
Deyim |
(biri) yola çıkmak zorunda |
(one) has to be shoving off expr.
|
|
249 |
Deyim |
(biri) çıkmak zorunda |
(one) has to be shoving off expr.
|
|
250 |
Deyim |
(birisi) gitmek zorunda |
(one) has got to be shoving off expr.
|
|
251 |
Deyim |
(birisi) çıkmak zorunda |
(one) has got to be shoving off expr.
|
|
252 |
Deyim |
(birisi) yola koyulmak zorunda |
(one) has got to be shoving off expr.
|
|
253 |
Deyim |
(birisi) ayrılmak zorunda |
(one) has got to be shoving off expr.
|
|
254 |
Deyim |
(birisi) gitmek zorunda |
(one) has got to push off expr.
|
|
255 |
Deyim |
(birisi) çıkmak zorunda |
(one) has got to push off expr.
|
|
256 |
Deyim |
(birisi) yola koyulmak zorunda |
(one) has got to push off expr.
|
|
257 |
Deyim |
(birisi) ayrılmak zorunda |
(one) has got to push off expr.
|
|
258 |
Deyim |
(birisi) gitmek zorunda |
(one) has got to shove off expr.
|
|
259 |
Deyim |
(birisi) çıkmak zorunda |
(one) has got to shove off expr.
|
|
260 |
Deyim |
(birisi) yola koyulmak zorunda |
(one) has got to shove off expr.
|
|
261 |
Deyim |
(birisi) ayrılmak zorunda |
(one) has got to shove off expr.
|
|
Speaking |
|
262 |
Konuşma |
açıklamak zorunda değilsin |
you don't have to explain expr.
|
|
263 |
Konuşma |
bir şey yapmak zorunda değilim |
i don't have to do anything expr.
|
|
264 |
Konuşma |
benim sözüme güvenmek zorunda değilsin |
you don't have to take my word for it expr.
|
|
265 |
Konuşma |
bu sona ermeden daha kaç kişi ölmek zorunda? |
how many more people have to die before this is over? expr.
|
|
266 |
Konuşma |
bunu yapmak zorunda değildin |
you didn't have to do this expr.
|
|
267 |
Konuşma |
bunu yapmak zorunda değilsin |
you don't have to do this expr.
|
|
268 |
Konuşma |
bunu görmek zorunda kaldığın için kusura bakma |
i'm sorry you had to see that expr.
|
|
269 |
Konuşma |
bir şey söylemek zorunda değilsin |
you don't have to say anything expr.
|
|
270 |
Konuşma |
bunu görmek zorunda kaldığınız için özür dilerim |
I'm sorry you had to see that expr.
|
|
271 |
Konuşma |
bütün gece hasta bir arkadaşla ilgilenmek zorunda kaldım (bahane olarak söylenir) |
I was up all night with a sick friend expr.
|
|
272 |
Konuşma |
bir daha asla çalışmak zorunda kalmayacaksın |
you'll never have to work again expr.
|
|
273 |
Konuşma |
bunu yapmak zorunda değildin |
you didn't have to do that expr.
|
|
274 |
Konuşma |
bunu görmek zorunda kaldığınız için kusura bakmayın |
I'm sorry you had to see that expr.
|
|
275 |
Konuşma |
bu kadar çok ses çıkartmak zorunda mısın? |
do you have to make so much noise? expr.
|
|
276 |
Konuşma |
bunu görmek zorunda kaldığın için özür dilerim |
I'm sorry you had to see that expr.
|
|
277 |
Konuşma |
bana hayatımla ilgili sorular sormak zorunda değilsin |
you don't need to ask me about my life expr.
|
|
278 |
Konuşma |
bunu yapmak zorunda değilsin |
you don't need to do that expr.
|
|
279 |
Konuşma |
buraya gelmek zorunda değilsin |
you don't have to come up here expr.
|
|
280 |
Konuşma |
herkes herkesten hoşlanmak zorunda değil |
not everyone has to like everyone expr.
|
|
281 |
Konuşma |
gitmek zorunda mısın? |
do you have to go? expr.
|
|
282 |
Konuşma |
gitmek zorunda mıyım? |
do I have to go? expr.
|
|
283 |
Konuşma |
içmek zorunda değilsin |
you don't have to drink it expr.
|
|
284 |
Konuşma |
o eninde sonunda aşk ve seksi öğrenmek zorunda |
he has to learn about love and sex eventually expr.
|
|
285 |
Konuşma |
kalmak zorunda değildin |
you didn't have to stay expr.
|
|
286 |
Konuşma |
neden son günde böyle bir şey olmak zorunda ki? |
why did this have to happen on the last day? expr.
|
|
287 |
Konuşma |
neden her şey boka sarmak zorunda ki? |
why does everything have to go to shit? expr.
|
|
288 |
Konuşma |
ne yapmak zorunda olduğumuzu bilmiyorsun |
you don't know what we got to do expr.
|
|
289 |
Konuşma |
neden burada kalmak zorunda kalıyorum? |
how come I have to stay here? expr.
|
|
290 |
Konuşma |
onu bir daha görmek zorunda değiliz |
we don't ever have to see him again expr.
|
|
291 |
Konuşma |
konuşmak zorunda değiliz |
we don't have to talk expr.
|
|
292 |
Konuşma |
şu anda karar vermek zorunda değilsin |
you don't have to decide right now expr.
|
|
293 |
Konuşma |
şu anda karar vermek zorunda değilsin |
you don't have to make a decision now expr.
|
|
294 |
Konuşma |
sana anlatmak zorunda mıyım? |
do I have to tell you? expr.
|
|
295 |
Konuşma |
soruları yeniden yazmak zorunda mıyım? |
do I have to rewrite the questions? expr.
|
|
296 |
Konuşma |
sana hesap vermek zorunda değilim |
I don't have to account to you expr.
|
|
297 |
Konuşma |
sana anlatmak zorunda değilim |
I don't have to tell you expr.
|
|
298 |
Konuşma |
sana anlatmak zorunda değilim |
I don't need to tell you expr.
|
|
299 |
Konuşma |
zorunda mıyım? |
do I have to? expr.
|
|
300 |
Konuşma |
yalnız olmak zorunda değilsin |
you don't have to be alone expr.
|
|
301 |
Konuşma |
üniforma giymek zorunda mıyım? |
do I have to wear a uniform? expr.
|
|
302 |
Konuşma |
zorunda kalmadıkça kullanmayın |
do not use (it) unless you have to expr.
|
|
303 |
Konuşma |
zorunda olacaksın |
you will have to expr.
|
|
304 |
Konuşma |
yapmak zorunda olduğun şey şu |
here’s what you have to do expr.
|
|
305 |
Konuşma |
yapmak zorunda değilsiniz |
you don't have to do it expr.
|
|
306 |
Konuşma |
yapmak zorunda değilsin |
you don't have to do it expr.
|
|
307 |
Konuşma |
sana hesap vermek zorunda değilim |
I don't have to answer to you expr.
|
|
308 |
Konuşma |
sana hesap vermek zorunda değilim |
I'm not obliged to tell you anything expr.
|
|
Trade/Economic |
|
309 |
Ticaret/Ekonomi |
hisse senedi ve tahvil ihraç eden şirketlerin açıklamak zorunda oldukları bilgileri içeren belge |
prospectus i.
|
|
310 |
Ticaret/Ekonomi |
iş yerinde takım elbisenin giyilmek zorunda olmadığı cuma günü |
dress-down friday i.
|
|
Law |
|
311 |
Hukuk |
karayoluna geçişi sağlamak için gayrimenkul sahibinin vermek zorunda olduğu geçit |
way of necessity i.
|
|
312 |
Hukuk |
kocanın kusuru nedeniyle ayrı yaşamak zorunda kalan eşinin açtığı nafaka davası |
action for separate maintenance i.
|
|
313 |
Hukuk |
yargılama yetkisine sahip kimsenin uygulamak zorunda olduğu kural ve usuller |
natural justice i.
|
|
Politics |
|
314 |
Siyasal |
nazi almanya'sındaki toplama kamplarında asosyal ya da zihnen çalışmaya elverişsiz sayılanların takmak zorunda oldukları nişane |
black triangle i.
|
|
315 |
Siyasal |
ülke içinde göç etmek zorunda kalmış kimseler |
internally displaced persons i.
|
|
Insurance |
|
316 |
Sigortacılık |
sosyal sigortalar yasasına bağlı olan işçilerin ve bunları çalıştıran işverenlerin sosyal sigortalar kurumuna ödemek zorunda oldukları ücretin belli bir yüzdesiyle belirlenen paraya verilen isim |
premium i.
|
|
Marine |
|
317 |
Denizcilik |
geminin açıkta demirlemek zorunda kaldığı durumlarda yolcuları limana taşıyan gemi |
tender i.
|
|
318 |
Denizcilik |
gemilerin gece yol aldıklarında yakmak zorunda oldukları ışıklar |
running lights i.
|
|
319 |
Denizcilik |
gemilerin geceleri karartma ışığı kullanmak zorunda oldukları hat |
light line i.
|
|
320 |
Denizcilik |
(yat yarışında) yan yana bulunan iki yatın çarpışmadan birbirlerine dönebilmeleri için, arkadan gelen yatın öndekinin diğer tarafından geçmek ve bunun için de geri çekilmek zorunda kaldığı durum |
overlap i.
|
|
321 |
Denizcilik |
gemi tiremola ederek gidince veya kavança edince serbest bırakılmak zorunda kalınan geçici payandalar |
shifting backstays i.
|
|
Religious |
|
322 |
Dini |
episkopal kilisesi'nin komünyona katılmak zorunda olduğu günler |
holy day of obligation i.
|
|
Sport |
|
323 |
Spor |
vurucunun durduğu ve koşucunun puan almak için dokunmak zorunda olduğu köşe |
rubber i.
|
|
324 |
Spor |
slalom yarışında kayakçının arasından geçmek zorunda olduğu iki bayrak arasındaki açıklık |
gate i.
|
|
325 |
Spor |
(beyzbolda) koşucunun puan almak için dokunmak zorunda olduğu köşenin vurucudan uzaktaki kısmı |
outside i.
|
|
Basketball |
|
326 |
Basketbol |
24 saniye içerisinde şutu çekmek zorunda olmak |
shot clock i.
|
|
Baseball |
|
327 |
Beysbol |
beysbolda bir dış meydanı oyuncusunun ikinci kaleye dokunmadan sadece yaklaşarak koşucuyu saha dışına/auta çıkmak zorunda bıraktığı oyun |
neighborhood play i.
|
|
328 |
Beysbol |
vurucunun durduğu ve koşucunun puan almak için dokunmak zorunda olduğu köşe |
home plate i.
|
|
Card |
|
329 |
İskambil |
(poker) iki veya daha fazla oyuncunun eş değerde ele sahip olarak çipleri aralarında paylaşmak zorunda kaldıkları el |
chop i.
|
|
330 |
İskambil |
aynı renkten oynama kuralından faydalanarak birini (yüksek kart) oynamak zorunda bırakmak |
drop f.
|
|
Mythology |
|
331 |
Mitoloji |
herkül'ün iphitus'u öldürmenin kefareti olarak kölelik yapmak zorunda olduğu lidya kraliçesi |
omphale i.
|
|
Slang |
|
332 |
Argo |
bir şeyi kaybettiğini kabullenmek zorunda kalmak |
kiss off i.
|
|
333 |
Argo |
bir şeyin bitişini kabullenmek zorunda kalmak |
kiss off i.
|
|
334 |
Argo |
istemediği bir şeye eyvallah demek zorunda kalmak |
suck someone's hind tit f.
|
|
335 |
Argo |
özür dilemek zorunda kalmak |
eat dirt f.
|
|
336 |
Argo |
başarısızlık nedeniyle istifa etmek zorunda kalmak |
bilge f.
|
|
337 |
Argo |
(birini) ağaca çıkmak zorunda bırakmak |
tree (one) f.
|
|
338 |
Argo |
ödemek zorunda bırakmak |
sting f.
|
|
Modern Slang |
|
339 |
Modern Argo |
ailelerin, çiftlerin zenginliğe ulaştıktan sonra artan ödemelerini karşılamak için daha çok çalışmak zorunda kalması |
affluence trap i.
|
|
340 |
Modern Argo |
yetimhaneden evlat edinilmeyip 18 yaşında orayı da terk etmek zorunda kalan çocuk |
an unwanted i.
|
|