|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
General |
|
1 |
Genel |
material things i.
|
maddiyat |
|
2 |
Genel |
spiritual things i.
|
maneviyat |
|
3 |
Genel |
things law i.
|
eşya hukuku |
|
|
4 |
Genel |
things to do i.
|
iş |
|
5 |
Genel |
various things i.
|
öteberi |
|
6 |
Genel |
things to consider i.
|
dikkate alınması gereken şeyler |
|
7 |
Genel |
real things i.
|
önemli konular |
|
8 |
Genel |
law of things i.
|
eşya hukuku |
|
9 |
Genel |
baby's things i.
|
bebek eşyaları |
|
10 |
Genel |
unimportant things i.
|
ıvır zıvır |
|
11 |
Genel |
worthless things i.
|
ıvır zıvır |
|
12 |
Genel |
state of things i.
|
gelinen nokta |
|
13 |
Genel |
bad things i.
|
kötü şeyler |
|
14 |
Genel |
things to do i.
|
yapılması gerekenler |
|
15 |
Genel |
new things i.
|
yeni şeyler |
|
16 |
Genel |
some things i.
|
bazı şeyler |
|
17 |
Genel |
all things i.
|
tüm şeyler |
|
18 |
Genel |
private things i.
|
özel şeyler |
|
19 |
Genel |
private things i.
|
kişisel şeyler |
|
20 |
Genel |
things to sell i.
|
satılacak şeyler |
|
21 |
Genel |
horrible things i.
|
korkunç şeyler |
|
22 |
Genel |
terrible things i.
|
korkunç şeyler |
|
23 |
Genel |
things to take into consideration i.
|
dikkat edilmesi gereken şeyler |
|
|
24 |
Genel |
things to take into account i.
|
dikkat edilmesi gereken şeyler |
|
25 |
Genel |
things to eat i.
|
yenilecek şeyler |
|
26 |
Genel |
modern things i.
|
modern şeyler |
|
27 |
Genel |
series/order of things i.
|
olaylar dizisi |
|
28 |
Genel |
other things on offer i.
|
sunulan diğer imkanlar |
|
29 |
Genel |
little things i.
|
küçük şeyler |
|
30 |
Genel |
dirty things i.
|
kirli işler |
|
31 |
Genel |
dirty things i.
|
kirli şeyler |
|
32 |
Genel |
things to do during an earthquake i.
|
deprem anında yapılması gerekenler |
|
33 |
Genel |
things to do during an earthquake i.
|
deprem anında yapılacaklar |
|
34 |
Genel |
things to do during an earthquake i.
|
deprem anında yapılması gereken şeyler |
|
35 |
Genel |
course of things i.
|
olayların seyri |
|
36 |
Genel |
unspeakable things i.
|
akılalmaz şeyler |
|
37 |
Genel |
patch things up f.
|
aradaki anlaşmazlığı gidermek |
|
38 |
Genel |
make things easier for f.
|
kolaylık göstermek |
|
39 |
Genel |
do stupid things f.
|
hıyarlık etmek |
|
40 |
Genel |
make things worse f.
|
kaş yapayım derken göz çıkarmak |
|
41 |
Genel |
be in the swim of things f.
|
faal bir sosyal hayatı olmak |
|
42 |
Genel |
get things square f.
|
düzenlemek |
|
43 |
Genel |
give up all worldly things f.
|
dünyadan elini eteğini çekmek |
|
44 |
Genel |
make things into a bundle f.
|
çıkın etmek |
|
45 |
Genel |
say things against f.
|
aleyhte konuşmak |
|
46 |
Genel |
get things done f.
|
başarmak |
|
47 |
Genel |
make things hum f.
|
çalıştırmak |
|
48 |
Genel |
make things hum f.
|
hareketlendirmek |
|
49 |
Genel |
disclose things f.
|
ifşaatta bulunmak |
|
50 |
Genel |
mess things up f.
|
berbat etmek |
|
51 |
Genel |
be a weave of so many things f.
|
her tarakta bezi olmak |
|
52 |
Genel |
smooth things over between f.
|
barıştırmak |
|
53 |
Genel |
see things f.
|
hayal görmek |
|
54 |
Genel |
be in the swim of things f.
|
faal bir hayat sürmek |
|
55 |
Genel |
say some hard things f.
|
ağır konuşmak |
|
56 |
Genel |
make things lively for someone f.
|
birinin başına iş açmak |
|
57 |
Genel |
say things against f.
|
aleyhinde konuşmak |
|
58 |
Genel |
send things flying f.
|
darmadağın etmek |
|
59 |
Genel |
get things done f.
|
halletmek |
|
60 |
Genel |
carry things too far f.
|
abartmak |
|
61 |
Genel |
get things done f.
|
becermek |
|
62 |
Genel |
tell things apart f.
|
nesneleri birbirinden ayırt etmek |
|
63 |
Genel |
let things slide f.
|
sermek |
|
|
64 |
Genel |
let things slide f.
|
akışına bırakmak |
|
65 |
Genel |
let things slide f.
|
ilgilenmemek |
|
66 |
Genel |
let things slide f.
|
ihmal etmek |
|
67 |
Genel |
let things slide f.
|
oluruna bırakmak |
|
68 |
Genel |
set the things right f.
|
işleri yoluna koymak |
|
69 |
Genel |
make things difficult f.
|
işleri zorlaştırmak |
|
70 |
Genel |
make things easier f.
|
işleri kolaylaştırmak |
|
71 |
Genel |
spend time on inconsequential things f.
|
zaman öldürmek |
|
72 |
Genel |
leave things in an incomplete condition f.
|
yüz üstü bırakmak |
|
73 |
Genel |
make things difficult (for somebody) f.
|
zora koşmak |
|
74 |
Genel |
do crazy things f.
|
çılgınlık yapmak |
|
75 |
Genel |
think of troubling things f.
|
kötü düşünmek |
|
76 |
Genel |
throw out the harmful things f.
|
zararlı şeyleri atmak |
|
77 |
Genel |
let things drift f.
|
oluruna bırakmak |
|
78 |
Genel |
cut oneself off from the world and worldly things f.
|
dünyadan elini eteğini çekmek |
|
79 |
Genel |
talk about worldly things f.
|
dünya kelamı etmek |
|
80 |
Genel |
make things difficult f.
|
yokuş yapmak |
|
81 |
Genel |
make things difficult f.
|
işi yokuşa sürmek |
|
82 |
Genel |
make things difficult f.
|
yolu yokuşa sürmek |
|
83 |
Genel |
see things through rose-coloured glasses f.
|
dünyayı toz pembe görmek |
|
84 |
Genel |
see things through rose-colored glasses f.
|
dünyayı tozpembe görmek |
|
85 |
Genel |
see things through rose-coloured glasses f.
|
tozpembe görmek |
|
86 |
Genel |
do useful things f.
|
faydalı işler yapmak |
|
87 |
Genel |
discover different things f.
|
farklı şeyler keşfetmek |
|
88 |
Genel |
have many things to do f.
|
yapacak çok şeyi olmak |
|
89 |
Genel |
have lots of things to do f.
|
yapacak çok şeyi olmak |
|
90 |
Genel |
have many things to do f.
|
yapacak çok işi olmak |
|
91 |
Genel |
have lots of things to do f.
|
yapacak çok işi olmak |
|
92 |
Genel |
make things right f.
|
işleri düzeltmek |
|
93 |
Genel |
make things difficult for someone f.
|
işini zorlaştırmak |
|
94 |
Genel |
make things hard for someone f.
|
işini zorlaştırmak |
|
95 |
Genel |
leave things as they are f.
|
(işleri) olduğu gibi bırakmak |
|
96 |
Genel |
lift heavy things f.
|
ağır şeyler kaldırmak |
|
97 |
Genel |
lay things out straight f.
|
olanları açıklığa kavuşturmak |
|
98 |
Genel |
do extraordinary things f.
|
olağanüstü şeyler yapmak |
|
99 |
Genel |
be modeling a few things f.
|
ufak tefek modellik yapmak |
|
100 |
Genel |
forget names and confuse things f.
|
isimleri unutmak ve bazı şeyleri karıştırmak |
|
101 |
Genel |
things get hot f.
|
işler kızışmak |
|
102 |
Genel |
feel the need to collect things f.
|
bir şeyler biriktirme ihtiyacı hissetmek |
|
103 |
Genel |
smash things up (in anger) f.
|
camı çerçeveyi indirmek |
|
104 |
Genel |
be happy with small things f.
|
küçük şeylerle mutlu olmak |
|
105 |
Genel |
keep track of things f.
|
takip etmek |
|
106 |
Genel |
keep track of things f.
|
kaydını tutmak |
|
107 |
Genel |
feel things for f.
|
için bir şeyler hissetmek |
|
108 |
Genel |
run out of things to say f.
|
söyleyecek şeyleri tükenmek |
|
109 |
Genel |
know how to play things on piano f.
|
piyanoda bir şeyler çalmayı bilmek |
|
110 |
Genel |
take things without asking f.
|
sormadan bir şey almak |
|
111 |
Genel |
not lift heavy things f.
|
ağır şeyler kaldırmamak |
|
112 |
Genel |
carry heavy things f.
|
ağır şeyler taşımak |
|
113 |
Genel |
carry heavy things f.
|
ağır şeyler kaldırmak |
|
114 |
Genel |
teach new things f.
|
yeni şeyler öğretmek |
|
115 |
Genel |
fix things at home f.
|
evdeki eşyaları tamir etmek |
|
116 |
Genel |
see things from a fresh angle f.
|
olayları farklı açıdan görmek |
|
117 |
Genel |
make things better f.
|
işleri yoluna koymak |
|
118 |
Genel |
learn new things f.
|
yeni şeyler öğrenmek |
|
119 |
Genel |
try to work a few things out f.
|
birkaç şeyi halletmeye çalışmak |
|
120 |
Genel |
have many things in common f.
|
birçok ortak özelliği olmak |
|
121 |
Genel |
unworthy to handle holy things s.
|
kutsal şeyleri tutmaya layık olmayan |
|
122 |
Genel |
in the nature of things zf.
|
doğal olarak |
|
123 |
Genel |
in the ordinary course of things zf.
|
normal olarak |
|
124 |
Genel |
by the look of things zf.
|
görünüşe göre |
|
125 |
Genel |
in the ordinary course of things zf.
|
usulen |
|
126 |
Genel |
among other things zf.
|
bu arada |
|
127 |
Genel |
in the great scheme of things zf.
|
daha genel anlamda bakacak olursak |
|
128 |
Genel |
in the grand scheme of things zf.
|
daha genel anlamda bakacak olursak |
|
129 |
Genel |
in the great scheme of things zf.
|
büyük resme bakarsak |
|
130 |
Genel |
in the great scheme of things zf.
|
büyük resimde |
|
131 |
Genel |
in the grand scheme of things zf.
|
daha geneli düşünürsek |
|
132 |
Genel |
in the grand scheme of things zf.
|
büyük resme bakarsak |
|
133 |
Genel |
in the grand scheme of things zf.
|
büyük resimde |
|
134 |
Genel |
in the great scheme of things zf.
|
daha geneli düşünürsek |
|
135 |
Genel |
as things run zf.
|
her zaman olduğu gibi |
|
Phrasals |
|
136 |
Öbek Fiiller |
as (things) go f.
|
diğerleri/başkaları arasında |
|
137 |
Öbek Fiiller |
as (things) go f.
|
diğerlerine/başkalarına kıyasla/bakılırsa |
|
138 |
Öbek Fiiller |
as (things) go f.
|
diğerleriyle/başkalarıyla kıyarlarsak |
|
139 |
Öbek Fiiller |
as (things) go f.
|
diğerleriyle/başkalarıyla karşılaştırırsak |
|
140 |
Öbek Fiiller |
as (things) go f.
|
diğerleriyle/başkalarıyla karşılaştırdığımızda/kıyasladığımızda |
|
141 |
Öbek Fiiller |
fall between (two things) f.
|
(bir şeyle başka bir şey/iki şey) arasına düşmek |
|
142 |
Öbek Fiiller |
fall between (two things) f.
|
(bir şeylerin) arasına girmek |
|
143 |
Öbek Fiiller |
choose among (people or things) f.
|
seçenekler arasından tercih yapmak |
|
144 |
Öbek Fiiller |
choose among (people or things) f.
|
bir grup insan ya da şey arasından tercihte bulunmak |
|
145 |
Öbek Fiiller |
put people or things together f.
|
bir araya getirmek |
|
146 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
(iki veya daha fazla şey/kişi) arasında bölünmek |
|
147 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
(iki veya daha fazla şey/kişi) arasında kararsız kalmak |
|
148 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
(iki veya daha fazla şey/kişi) arasında kalmak |
|
149 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
(iki veya daha fazla şey/kişi) arasında bölüştürmek |
|
150 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
bir şeyi (iki veya daha fazla şey/kişi) arasında bölüştürmek/paylaştırmak |
|
151 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
bir şeyi (iki veya daha fazla şey/kişi) arasında pay etmek |
|
152 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
bir şeyi (iki veya daha fazla kişi) paylaşmak/bölüşmek |
|
153 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
ikiye veya daha fazla parçaya ayırmak |
|
154 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
(iki veya daha fazla şeyin/kişinin) arasını bölmek |
|
155 |
Öbek Fiiller |
split between (two or more people or things) f.
|
(iki veya daha fazla şey/kişi) arasında yer işgal etmek |
|
156 |
Öbek Fiiller |
yoke people or things together f.
|
insanları/hayvanları birbirine bağlamak |
|
157 |
Öbek Fiiller |
yoke people or things together f.
|
hayvan koşmak |
|
158 |
Öbek Fiiller |
fall between (two things) f.
|
(iki şeyin) arasına düşmek |
|
159 |
Öbek Fiiller |
alternate between (people or things) f.
|
(insanlar/bir şeyler) arasında gidip gelmek |
|
160 |
Öbek Fiiller |
alternate between (people or things) f.
|
(insanlar/bir şeyler) arasında dönüşümlü/değişimli olarak yapmak |
|
161 |
Öbek Fiiller |
alternate between (people or things) f.
|
(insanlar/bir şeyler) arasında sırayla yapmak/değiştirmek |
|
162 |
Öbek Fiiller |
alternate between (people or things) f.
|
(insanlar/bir şeyler) arasında gidip gelmek |
|
163 |
Öbek Fiiller |
alternate between (people or things) f.
|
(insanlar/bir şeyler) arasında dönüşümlü/değişimli olarak yapmak |
|
164 |
Öbek Fiiller |
alternate between (people or things) f.
|
(insanlar/bir şeyler) arasında sırayla yapmak/değiştirmek |
|
165 |
Öbek Fiiller |
choose between (two people or things) f.
|
(iki kişi veya şey) arasından seçmek |
|
166 |
Öbek Fiiller |
choose between (two people or things) f.
|
(iki seçenek) arasında tercih yapmak |
|
167 |
Öbek Fiiller |
choose between (two people or things) f.
|
(iki kişi veya şey) arasından seçim yapmak |
|
168 |
Öbek Fiiller |
choose between (two people or things) f.
|
(iki seçenek) arasında tercihte bulunmak |
|
169 |
Öbek Fiiller |
choose between two people or things f.
|
iki kişiden veya şeyden birini seçmek |
|
170 |
Öbek Fiiller |
choose between two people or things f.
|
iki seçenekten birini tercih etmek |
|
171 |
Öbek Fiiller |
choose from (people or things) f.
|
(birileri/bir şeyler) arasından seçmek |
|
172 |
Öbek Fiiller |
choose from (people or things) f.
|
(birileri/bir şeyler) arasından bir tercihte bulunmak |
|
173 |
Öbek Fiiller |
draw people or things together f.
|
birilerini/bir şeyleri bir araya getirmek |
|
174 |
Öbek Fiiller |
draw people or things together f.
|
birilerini/bir şeyleri bir araya toplamak |
|
175 |
Öbek Fiiller |
insert between (two things) f.
|
(iki şeyin) arasına yerleştirmek/sokmak/sıkıştırmak |
|
176 |
Öbek Fiiller |
interpose between people or things f.
|
birilerinin/bir şeylerin arasına koymak |
|
177 |
Öbek Fiiller |
interpose between people or things f.
|
birilerinin/bir şeylerin arasında konumlandırmak |
|
178 |
Öbek Fiiller |
oscillate between (two people or things) f.
|
(iki kişi veya şey) arasında kalmak (karar verememek) |
|
179 |
Öbek Fiiller |
oscillate between (two people or things) f.
|
(iki kişi veya şey) arasında kararsız kalmak |
|
180 |
Öbek Fiiller |
oscillate between (two people or things) f.
|
(iki kişi veya şey) arasında gidip gelmek |
|
181 |
Öbek Fiiller |
rub (multiple things) together f.
|
(bir şeyleri) birbirine sürtmek |
|
182 |
Öbek Fiiller |
wedge between people or things f.
|
iki kişi/şey arasına sıkışmak |
|
183 |
Öbek Fiiller |
wedge between people or things f.
|
iki kişi/şey arasında sıkışıp kalmak |
|
184 |
Öbek Fiiller |
wedge between people or things f.
|
iki kişi/şey arasına sıkıştırmak |
|
185 |
Öbek Fiiller |
things that go bump in the night expr.
|
gece hayaletler/hortlaklar çıkacak sanma |
|
Phrases |
|
186 |
İfadeler |
the scheme of things i.
|
genel işleyiş |
|
187 |
İfadeler |
the scheme of things i.
|
büyük resim |
|
188 |
İfadeler |
these kinds of things i.
|
böyle şeyler |
|
189 |
İfadeler |
these kinds of things i.
|
bu tür şeyler |
|
190 |
İfadeler |
as (things) go expr.
|
diğerleri/başkaları arasında |
|
191 |
İfadeler |
as (things) go expr.
|
diğerlerine/başkalarına kıyasla/bakılırsa |
|
192 |
İfadeler |
as (things) go expr.
|
diğerleriyle/başkalarıyla kıyarlarsak |
|
193 |
İfadeler |
as (things) go expr.
|
diğerleriyle/başkalarıyla karşılaştırırsak/karşılaştırdığımızda/kıyasladığımızda |
|
194 |
İfadeler |
as (things) go expr.
|
ortalama/standart (bir şeylere/birine) göre |
|
195 |
İfadeler |
there is no daylight between (two things) expr.
|
birbirine geçmiş olma |
|
196 |
İfadeler |
there is no daylight between (two things) expr.
|
birbirine çok yakın olma |
|
197 |
İfadeler |
there is no daylight between (two things) expr.
|
birbiriyle iç içe olma |
|
198 |
İfadeler |
there is no daylight between (two things) expr.
|
birbiriyle yakından ilgili/ilişkili olma |
|
199 |
İfadeler |
there is no daylight between (two things) expr.
|
birbirini yakından etkileme |
|
200 |
İfadeler |
there is no daylight between (two things) expr.
|
etkileri birbirine yansıma |
|
201 |
İfadeler |
there's little to choose between (two people or things) expr.
|
arasında çok az fark olma |
|
202 |
İfadeler |
there's little to choose between (two people or things) expr.
|
neredeyse hiç fark olmama |
|
203 |
İfadeler |
there's little to choose between (two people or things) expr.
|
neredeyse aynı/eşit olma |
|
204 |
İfadeler |
there's little to choose between (two people or things) expr.
|
birbirine denk olma |
|
205 |
İfadeler |
there's not much to choose between (two people or things) expr.
|
arasında çok az fark olma |
|
206 |
İfadeler |
there's not much to choose between (two people or things) expr.
|
neredeyse hiç fark olmama |
|
207 |
İfadeler |
there's not much to choose between (two people or things) expr.
|
neredeyse aynı/eşit olma |
|
208 |
İfadeler |
there's not much to choose between (two people or things) expr.
|
birbirine denk olma |
|
209 |
İfadeler |
in the (grand) scheme of things expr.
|
büyük resme bakıldığında |
|
210 |
İfadeler |
in the (grand) scheme of things expr.
|
büyük resme baktığımızda |
|
211 |
İfadeler |
as things stand expr.
|
anlaşılan o ki |
|
212 |
İfadeler |
among other things expr.
|
bu meyanda |
|
213 |
İfadeler |
in spite of all these things expr.
|
bütün bunlara rağmen |
|
214 |
İfadeler |
in the nature of things expr.
|
durumun gerektirdiği şekilde |
|
215 |
İfadeler |
out of all the things in the world expr.
|
dünyadaki bütün şeylerin dışında |
|
216 |
İfadeler |
out of all the things in the world expr.
|
dünyadaki bunca şeyin arasından |
|
217 |
İfadeler |
all things considered expr.
|
her şey göz önüne alınırsa |
|
218 |
İfadeler |
things will happen while they can expr.
|
her şey olacağına varır |
|
219 |
İfadeler |
by the look of things expr.
|
görünüşe bakılırsa |
|
220 |
İfadeler |
all things must pass expr.
|
hiçbir şey sonsuza dek sürmez |
|
221 |
İfadeler |
all things must pass expr.
|
her şeyin bir sonu vardır |
|
222 |
İfadeler |
facts are stubborn things expr.
|
gerçekler acıdır |
|
223 |
İfadeler |
things may not go as planned expr.
|
her şey planlandığı gibi gitmeyebilir |
|
224 |
İfadeler |
as things stand expr.
|
görünen o ki |
|
225 |
İfadeler |
all things considered expr.
|
enine boyuna düşünülürse |
|
226 |
İfadeler |
things never stay the same expr.
|
hiç bir şey aynı kalmaz |
|
227 |
İfadeler |
things may not go as planned expr.
|
evdeki hesap çarşıya uymaz |
|
228 |
İfadeler |
first things first expr.
|
her şeyin bir sırası var |
|
229 |
İfadeler |
things may not go as planned expr.
|
işler planlandığı gibi gitmeyebilir |
|
230 |
İfadeler |
in terms of getting things done expr.
|
işlerin hallolması/yapılması bakımından/açısından |
|
231 |
İfadeler |
things do occur expr.
|
olacak olur |
|
232 |
İfadeler |
things do occur expr.
|
olacağın önüne geçilmez |
|
233 |
İfadeler |
let things stand for now expr.
|
şimdilik her şey olduğu gibi kalsın |
|
234 |
İfadeler |
in the nature of things expr.
|
tabiatıyla |
|
235 |
İfadeler |
by the sound of things expr.
|
duyduğuma bakılırsa |
|
236 |
İfadeler |
from the sound of things expr.
|
duyduğuma bakılırsa |
|
237 |
İfadeler |
by the sound of things expr.
|
duyduğuma göre |
|
238 |
İfadeler |
from the sound of things expr.
|
duyduğuma göre |
|
239 |
İfadeler |
in the ordinary course of things expr.
|
normal şartlarda |
|
240 |
İfadeler |
in the ordinary course of things expr.
|
olayların normal akışında/seyrinde |
|
241 |
İfadeler |
in the ordinary course of things expr.
|
normal gidişatta |
|
242 |
İfadeler |
in the normal course of things expr.
|
normal şartlarda |
|
243 |
İfadeler |
in the normal course of things expr.
|
işlerin normal akışında/seyrinde |
|
244 |
İfadeler |
in the normal course of things expr.
|
normal gidişatta |
|
245 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
aksilik çıkmazsa |
|
246 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
böyle giderse |
|
247 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
başka bir aksilik çıkmazsa |
|
248 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
diğer koşullar sabitken |
|
249 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
aynı koşullar altında |
|
250 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
aksilik çıkmazsa |
|
251 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
böyle giderse |
|
252 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
başka bir aksilik çıkmazsa |
|
253 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
diğer koşullar sabitken |
|
254 |
İfadeler |
all other things (else) being equal expr.
|
aynı koşullar altında |
|
255 |
İfadeler |
good things take time expr.
|
iyi şeyler zaman alır |
|
256 |
İfadeler |
some things never change expr.
|
kimi şeyler hep aynı kalır |
|
257 |
İfadeler |
when things don't go right, go left expr.
|
işler doğru gitmediğinde, farklı bir şey dene |
|
Proverb |
|
258 |
Atasözü |
small things please small minds
|
küçük beyinler küçük şeylerle uğraşır |
|
259 |
Atasözü |
little things please little minds
|
küçük beyinler küçük şeylerle uğraşır |
|
260 |
Atasözü |
good things come to him who waits
|
sabrın sonu selamettir |
|
261 |
Atasözü |
good things come to him who waits
|
sabreden derviş muradına ermiş |
|
262 |
Atasözü |
good things come to him who waits
|
sabırla koruk üzüm dut yaprağı ipek olur |
|
263 |
Atasözü |
good things come to him who waits
|
sabrın sonu selamet |
|
264 |
Atasözü |
good things come to him who waits
|
sabırla koruk üzüm olur |
|
265 |
Atasözü |
all good things must end
|
her iyi şeyin bir sonu vardır |
|
266 |
Atasözü |
all good things must come to an end
|
her iyi şeyin bir sonu vardır |
|
267 |
Atasözü |
all things come to he who waits
|
sabreden derviş muradına ermiş |
|
268 |
Atasözü |
all good things come to those who wait
|
sabreden derviş muradına ermiş |
|
269 |
Atasözü |
all things must pass
|
bu da geçer |
|
270 |
Atasözü |
all things will pass
|
bu da geçer |
|
271 |
Atasözü |
do good things and good things will happen to you
|
iyilik yapan iyilik bulur |
|
272 |
Atasözü |
do good things and good things will happen to you
|
iyilik yap iyilik bul |
|
273 |
Atasözü |
good things come in small packages
|
iyi şeyler küçük paketlerde gelir |
|
274 |
Atasözü |
best things come in small packages
|
iyi şeyler küçük paketlerde gelir |
|
275 |
Atasözü |
best things in life are free
|
hayattaki en değerli şeyler satın alınamayanlardır |
|
276 |
Atasözü |
best things come in small packages
|
en güzel şeyler küçük paketlerden çıkar |
|
277 |
Atasözü |
good things come in small packages
|
en güzel şeyler küçük paketlerden çıkar |
|
278 |
Atasözü |
moderation in all things
|
her şeyi kararında yapmalı |
|
279 |
Atasözü |
moderation in all things
|
her şey kararında olmalı |
|
280 |
Atasözü |
first things first
|
her şey sırasıyla |
|
281 |
Atasözü |
he who begins many things, finishes but few
|
çok işe başlayan az iş bitirir |
|
282 |
Atasözü |
first things first
|
her şey sırayla |
|
283 |
Atasözü |
all good things must come to an end
|
her güzel şey bitmek zorundadır |
|
284 |
Atasözü |
all good things must end
|
her güzel şeyin bir sonu vardır |
|
285 |
Atasözü |
all good things must end
|
her güzel şey bitmek zorundadır |
|
286 |
Atasözü |
all good things must come to an end
|
her güzel şeyin bir sonu vardır |
|
287 |
Atasözü |
all good things must come to an end
|
her güzel şey bitermiş |
|
288 |
Atasözü |
all good things must end
|
her güzel şey bitermiş |
|
289 |
Atasözü |
all things come to those who wait
|
bekleyen derviş muradına ermiş |
|
290 |
Atasözü |
best things in life are free
|
bedava sirke baldan tatlıdır |
|
291 |
Atasözü |
i'm not rich enough to buy cheap things
|
ucuz mal alacak kadar zengin değilim |
|
292 |
Atasözü |
big things come in small packages
|
büyük şeyler küçük paketlerden çıkar |
|
293 |
Atasözü |
big things come in small packages
|
bir şeyin büyüklüğü onun değerini belirlemez |
|
294 |
Atasözü |
the more things change, the more they stay the same
|
nereye gitsen bazı şeyler hep aynı |
|
295 |
Atasözü |
the more things change, the more they stay the same
|
bazı şeyler hep eski hamam eski tas |
|
296 |
Atasözü |
the more things change, the more they stay the same
|
akıl değişmedikten sonra ne yaparsan yap boş |
|
297 |
Atasözü |
all things great are wound up with all things little
|
büyük yollar küçük adımlarla kat edilir |
|
298 |
Atasözü |
all good things come to an end
|
her güzel şeyin bir sonu vardır |
|
299 |
Atasözü |
all good things come to an end
|
her iyi şeyin bir sonu vardır |
|
300 |
Atasözü |
all good things come to an end
|
her güzel şey bitermiş |
|
301 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
her şey başlangıçta zordur |
|
302 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
her şey zamanla kolaylaşır |
|
303 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
her şey alıştıkça kolay gelmeye başlar |
|
304 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
başta zor olan her şey alıştıkça/zamanla kolay gelmeye başlar |
|
305 |
Atasözü |
all good things come to an end
|
her güzel şeyin bir sonu vardır |
|
306 |
Atasözü |
all good things come to an end
|
her iyi şeyin bir sonu vardır |
|
307 |
Atasözü |
all good things come to an end
|
her güzel şey bitermiş |
|
308 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
her şey başlangıçta zordur |
|
309 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
her şey zamanla kolaylaşır |
|
310 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
her şey alıştıkça kolay gelmeye başlar |
|
311 |
Atasözü |
all things are difficult before they are easy
|
başta zor olan her şey alıştıkça/zamanla kolay gelmeye başlar |
|
312 |
Atasözü |
best things come in small packages
|
iyi şeyler küçük paketlerde gelir |
|
313 |
Atasözü |
best things come in small packages
|
değerli şeyler küçük paketlerde gelir |
|
314 |
Atasözü |
best things come in small packages
|
en güzel/değerli şeyler küçük paketlerden çıkar |
|
315 |
Atasözü |
good things come in small packages
|
iyi şeyler küçük paketlerde gelir |
|
316 |
Atasözü |
good things come in small packages
|
değerli şeyler küçük paketlerde gelir |
|
317 |
Atasözü |
good things come in small packages
|
en güzel/değerli şeyler küçük paketlerden çıkar |
|
318 |
Atasözü |
good things come to those who wait
|
sabreden derviş muradına ermiş |
|
319 |
Atasözü |
good things come to those who wait
|
sabrın sonu selamettir |
|
320 |
Atasözü |
good things come to those who wait
|
sabırla koruk üzüm olur |
|
321 |
Atasözü |
things are seldom as they seem
|
görünüş çoğu zaman aldatıcıdır |
|
322 |
Atasözü |
If old things were in fashion light from heaven would illuminate the flea market
|
eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına nur yağardı |
|
Colloquial |
|
323 |
Konuşma Dili |
tea-things i.
|
çay takımı |
|
324 |
Konuşma Dili |
tea-things i.
|
çay servisinde kullanılan porselen veya çömlekten yapılmış eşyalar |
|
325 |
Konuşma Dili |
one of the most exciting things that's happened to me i.
|
başıma gelen en heyecan verici şeylerden biri |
|
326 |
Konuşma Dili |
five things i.
|
beş şey |
|
327 |
Konuşma Dili |
lots of things i.
|
birçok şey |
|
328 |
Konuşma Dili |
different things i.
|
farklı şeyler |
|
329 |
Konuşma Dili |
lots of things i.
|
pek çok şey |
|
330 |
Konuşma Dili |
three things i.
|
üç şey |
|
331 |
Konuşma Dili |
better things to do i.
|
yapacak daha iyi şeyler/işler |
|
332 |
Konuşma Dili |
better things to do i.
|
yapacak daha önemli şeyler/işler |
|
333 |
Konuşma Dili |
one of those things i.
|
işte öyle bir şey |
|
334 |
Konuşma Dili |
one of those things i.
|
beklenmedik bir şey/durum |
|
335 |
Konuşma Dili |
one of those things i.
|
kısmet |
|
336 |
Konuşma Dili |
one of those things i.
|
rastlantısal bir şey/durum |
|
337 |
Konuşma Dili |
one of those things i.
|
tahmin edilemeyen bir şey/durum |
|
338 |
Konuşma Dili |
everyday things i.
|
günlük şeyler |
|
339 |
Konuşma Dili |
try to work a few things out f.
|
birkaç şeyi çözmeye çalışmak |
|
340 |
Konuşma Dili |
accomplish great things f.
|
büyük işler başarmak |
|
341 |
Konuşma Dili |
want to get things done f.
|
işlerin hallolmasını istemek |
|
342 |
Konuşma Dili |
make things better f.
|
işleri yoluna koymak |
|
343 |
Konuşma Dili |
make things right f.
|
işleri yoluna koymak |
|
344 |
Konuşma Dili |
overstate things f.
|
olayları abartmak |
|
345 |
Konuşma Dili |
square things up f.
|
sorunları çözmek |
|
346 |
Konuşma Dili |
have more interesting things to do f.
|
yapacak daha ilginç şeyleri olmak |
|
347 |
Konuşma Dili |
hearing things f.
|
gaipten sesler duymak |
|
348 |
Konuşma Dili |
hearing things f.
|
olmayan/hayali sesler duymak |
|
349 |
Konuşma Dili |
hear (or see) things f.
|
hayali şeyler duymak (veya görmek) |
|
350 |
Konuşma Dili |
see/hear things f.
|
hayali şeyler görmek/duymak |
|
351 |
Konuşma Dili |
see/hear things f.
|
gerçekte olmayan şeyler görmek/duymak |
|
352 |
Konuşma Dili |
do things to (one) f.
|
(birini) derinden etkilemek |
|
353 |
Konuşma Dili |
do things to (one) f.
|
(birini) duygusallaştırmak |
|
354 |
Konuşma Dili |
do things to (one) f.
|
(birinin) hislerini harekete geçirmek |
|
355 |
Konuşma Dili |
do things to somebody f.
|
birinin üzerinde derin duygusal etkisi olmak |
|
356 |
Konuşma Dili |
do things to somebody f.
|
birini duygusallaştırmak |
|
357 |
Konuşma Dili |
do things to somebody f.
|
birinin hislerine dokunmak |
|
358 |
Konuşma Dili |
work things so (that) (something is the case) f.
|
(bir şey) olsun diye düzenlemeler/ayarlamalar yapmak |
|
359 |
Konuşma Dili |
work things so (that) (something is the case) f.
|
ayarlamaları/düzenlemeleri (bir şey) olacak şekilde yapmak |
|
360 |
Konuşma Dili |
make (something) from (other things) f.
|
(bir şeyleri) birleştirip (bir şey) yapmak |
|
361 |
Konuşma Dili |
make (something) from (other things) f.
|
(bir şeyleri) bir araya getirip (bir şey) oluşturmak |
|
362 |
Konuşma Dili |
make (something) from (other things) f.
|
(bir şeylerden) başka (bir şey) çıkarmak/uydurmak |
|
363 |
Konuşma Dili |
make (something) from (other things) f.
|
(bir şeylerden) başka (bir şey) yaratmak/meydana getirmek |
|
364 |
Konuşma Dili |
let things play out f.
|
(her şeyi/bir şeyleri) akışına bırakmak |
|
365 |
Konuşma Dili |
let things play out f.
|
(her şeyi/bir şeyleri) oluruna bırakmak |
|
366 |
Konuşma Dili |
let things play out f.
|
(her şeyi/bir şeyleri) kendi haline bırakmak |
|
367 |
Konuşma Dili |
let things play out f.
|
(her şeyi/bir şeyleri) sürecine bırakmak |
|
368 |
Konuşma Dili |
let things play out f.
|
karışmamak/müdahale etmemek |
|
369 |
Konuşma Dili |
let things play out f.
|
kendi halinde ilerlemesine izin vermek |
|
370 |
Konuşma Dili |
be out of things f.
|
dışlanmış olmak/hissetmek |
|
371 |
Konuşma Dili |
be out of things f.
|
yabancı olmak/hissetmek |
|
372 |
Konuşma Dili |
be out of things f.
|
yabancılık çekmek |
|
373 |
Konuşma Dili |
have things (all) your (own) way f.
|
(kendi) bildiğini okumak |
|
374 |
Konuşma Dili |
have things (all) your (own) way f.
|
canının istediğini yapmak |
|
375 |
Konuşma Dili |
have things (all) your (own) way f.
|
istediği gibi at koşturmak |
|
376 |
Konuşma Dili |
have things (all) your (own) way f.
|
nasıl bilirse öyle yapmak |
|
377 |
Konuşma Dili |
have things (all) your (own) way f.
|
(kendi) bildiği gibi yapmak |
|
378 |
Konuşma Dili |
hear things f.
|
gaipten sesler duymak |
|
379 |
Konuşma Dili |
hear things f.
|
hayali şeyler duymak |
|
380 |
Konuşma Dili |
hear things f.
|
gerçekte olmayan şeyler duymak |
|
381 |
Konuşma Dili |
over do things f.
|
işleri abartmak |
|
382 |
Konuşma Dili |
over do things f.
|
aşırıya kaçmak |
|
383 |
Konuşma Dili |
over do things f.
|
gereğinden fazla yapmak |
|
384 |
Konuşma Dili |
see things f.
|
halüsinasyon görmek |
|
385 |
Konuşma Dili |
see things f.
|
sanrılar görmek |
|
386 |
Konuşma Dili |
see things f.
|
gerçekte olmayan şeyler görmek |
|
387 |
Konuşma Dili |
see things f.
|
hayal görmek |
|
388 |
Konuşma Dili |
a couple of (people or things) s.
|
bir iki (kişi/şey) |
|
389 |
Konuşma Dili |
a couple of (people or things) s.
|
birkaç (kişi/şey) |
|
390 |
Konuşma Dili |
a couple of (people or things) s.
|
bir çift (kişi/şey) |
|
391 |
Konuşma Dili |
a couple of (people or things) s.
|
az sayıda (kişi/şey) |
|
392 |
Konuşma Dili |
let things ride expr.
|
akışına bırak (gitsin) |
|
393 |
Konuşma Dili |
unexpected things may happen expr.
|
beklenmedik şeyler olabilir |
|
394 |
Konuşma Dili |
these things can happen to anybody expr.
|
böyle şeyler herkesin başına gelebilir |
|
395 |
Konuşma Dili |
terrible things are happening outside expr.
|
dışarıda korkunç şeyler oluyor |
|
396 |
Konuşma Dili |
so then things are going well expr.
|
demek ki işler yolunda |
|
397 |
Konuşma Dili |
such things matter little to children expr.
|
çocuklar böyle şeyleri önemsemez |
|
398 |
Konuşma Dili |
most things worth having never come easy expr.
|
elde etmeye değer çoğu şey hiç de öyle kolay elde edilmiyor |
|
399 |
Konuşma Dili |
above all things expr.
|
her şeyden önce |
|
400 |
Konuşma Dili |
in case things go wrong expr.
|
işlerin yolunda gitmemesi durumunda |
|
401 |
Konuşma Dili |
in case things go wrong expr.
|
işlerin aksaması durumunda |
|
402 |
Konuşma Dili |
bring things that you will need expr.
|
ihtiyacın olacak şeyleri getir |
|
403 |
Konuşma Dili |
ten things that money cannot buy expr.
|
paranın satın alamayacağı on şey |
|
404 |
Konuşma Dili |
don't worry about such things expr.
|
takılma böyle şeylere |
|
405 |
Konuşma Dili |
sorry for the things i did expr.
|
yaptıklarım için üzgünüm |
|
406 |
Konuşma Dili |
you're imagining things expr.
|
uyduruyorsun |
|
407 |
Konuşma Dili |
you're imagining things expr.
|
hayal görüyorsun |
|
408 |
Konuşma Dili |
in all things expr.
|
her zaman |
|
409 |
Konuşma Dili |
in all things expr.
|
her açıdan |
|
410 |
Konuşma Dili |
in all things expr.
|
her durumda |
|
411 |
Konuşma Dili |
in all things expr.
|
daima |
|
412 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
falan |
|
413 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
falan filan |
|
414 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
gibi şeyler |
|
415 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
vesaire |
|
416 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
filan |
|
417 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
ve benzeri |
|
418 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
ve benzeri şeyler |
|
419 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
vesaire |
|
420 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
ve bunun gibi şeyler |
|
421 |
Konuşma Dili |
and things (like that) expr.
|
falan feşmekan |
|
422 |
Konuşma Dili |
(are) things getting you down? expr.
|
canını sıkan bir şey mi var? |
|
423 |
Konuşma Dili |
(are) things getting you down? expr.
|
seni üzen bir şey mi var? |
|
424 |
Konuşma Dili |
(are) things getting you down? expr.
|
bir yaramazlık mı var? |
|
425 |
Konuşma Dili |
(are) things getting you down? expr.
|
seni huzursuz eden bir şey mi var? |
|
426 |
Konuşma Dili |
things haven't been easy expr.
|
hiç kolay olmadı (ama geçti) |
|
427 |
Konuşma Dili |
things haven't been easy expr.
|
zor oldu (ama geçti) |
|
428 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
her türlü (insan/şey) |
|
429 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
her çeşit (insan/şey) |
|
430 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
her nevi (insan/şey) |
|
431 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
envai çeşit (insan/şey) |
|
432 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
çeşit çeşit (insan/şey) |
|
433 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
türlü türlü (insan/şey) |
|
434 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
her türlü (insan/şey) |
|
435 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
her çeşit (insan/şey) |
|
436 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
her nevi (insan/şey) |
|
437 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
envai çeşit (insan/şey) |
|
438 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
çeşit çeşit (insan/şey) |
|
439 |
Konuşma Dili |
all kinds of (people or things) expr.
|
türlü türlü (insan/şey) |
|
440 |
Konuşma Dili |
and things expr.
|
falan |
|
441 |
Konuşma Dili |
and things expr.
|
falan filan |
|
442 |
Konuşma Dili |
and things expr.
|
gibi şeyler |
|
443 |
Konuşma Dili |
and things expr.
|
vesaire |
|
444 |
Konuşma Dili |
and things expr.
|
ve benzeri |
|
445 |
Konuşma Dili |
and things expr.
|
falan feşmekan |
|
446 |
Konuşma Dili |
as things turned out expr.
|
sonuç olarak |
|
447 |
Konuşma Dili |
as things turned out expr.
|
şaşırtıcı/beklenmedik bir şekilde |
|
448 |
Konuşma Dili |
(things) couldn't be better expr.
|
bundan iyisi can sağlığı |
|
449 |
Konuşma Dili |
(things) couldn't be better expr.
|
bundan daha iyi olmazdı |
|
450 |
Konuşma Dili |
(things) couldn't be better expr.
|
daha iyi olamazdı |
|
451 |
Konuşma Dili |
(things) couldn't be better expr.
|
daha iyisi olamazdı |
|
452 |
Konuşma Dili |
how are things (with you)? expr.
|
ne haber? |
|
453 |
Konuşma Dili |
how are things (with you)? expr.
|
nasıl gidiyor? |
|
454 |
Konuşma Dili |
how are things (with you)? expr.
|
ne var ne yok? |
|
455 |
Konuşma Dili |
how are things (with you)? expr.
|
nasılsın? |
|
456 |
Konuşma Dili |
just one of those things expr.
|
işte öyle bir şey |
|
457 |
Konuşma Dili |
just one of those things expr.
|
beklenmedik bir şey/durum |
|
458 |
Konuşma Dili |
just one of those things expr.
|
kısmet |
|
459 |
Konuşma Dili |
just one of those things expr.
|
rastlantısal bir şey/durum |
|
460 |
Konuşma Dili |
just one of those things expr.
|
tahmin edilemeyen bir şey/durum |
|
461 |
Konuşma Dili |
things have changed expr.
|
işler değişti |
|
462 |
Konuşma Dili |
of all things! expr.
|
düşünebiliyor musun? |
|
463 |
Konuşma Dili |
of all things! expr.
|
hayal edebiliyor musun? |
|
464 |
Konuşma Dili |
of all things! expr.
|
düşünsene! |
|
465 |
Konuşma Dili |
things got you down? expr.
|
canını sıkan bir şey mi var? |
|
466 |
Konuşma Dili |
things got you down? expr.
|
seni üzen bir şey mi var? |
|
467 |
Konuşma Dili |
things got you down? expr.
|
bir yaramazlık mı var? |
|
468 |
Konuşma Dili |
things got you down? expr.
|
seni huzursuz eden bir şey mi var? |
|
469 |
Konuşma Dili |
you're seeing things expr.
|
halüsinasyon görüyorsun |
|
470 |
Konuşma Dili |
you're seeing things expr.
|
sanrılar görüyorsun |
|
471 |
Konuşma Dili |
you're seeing things expr.
|
gerçekte olmayan şeyler görüyorsun |
|
472 |
Konuşma Dili |
you're seeing things expr.
|
hayal görüyorsun |
|
473 |
Konuşma Dili |
some things never change expr.
|
bazı şeyler asla değişmez |
|
474 |
Konuşma Dili |
how're things? exclam.
|
nasıl gidiyor? |
|
475 |
Konuşma Dili |
how's things (with you)? exclam.
|
ne haber? |
|
476 |
Konuşma Dili |
how's things (with you)? exclam.
|
nasılsın? |
|
477 |
Konuşma Dili |
how's things (with you)? exclam.
|
ne var ne yok |
|
Idioms |
|
478 |
Deyim |
sign of things to come i.
|
gelecek şeylerin işareti |
|
479 |
Deyim |
portent of things to come i.
|
gelecek şeylerin işareti |
|
480 |
Deyim |
harbinger of things to come i.
|
gelecek şeylerin işareti |
|
481 |
Deyim |
all things to all people i.
|
herkesin aradığı/peşinde koştuğu |
|
482 |
Deyim |
it's just one of those things i.
|
kaçınılmaz şey |
|
483 |
Deyim |
in the nature of things i.
|
olağan akışında |
|
484 |
Deyim |
harbinger of things to come i.
|
olacak şeylerin habercisi |
|
485 |
Deyim |
sign of things to come i.
|
olacak şeylerin habercisi |
|
486 |
Deyim |
the shape of things to come i.
|
olacakların habercisi |
|
487 |
Deyim |
sign of things to come i.
|
olacak şeylerin işareti |
|
488 |
Deyim |
portent of things to come i.
|
olacak şeylerin işareti |
|
489 |
Deyim |
harbinger of things to come i.
|
olacakların alameti |
|
490 |
Deyim |
harbinger of things to come i.
|
olacak şeylerin işareti |
|
491 |
Deyim |
portent of things to come i.
|
olacak şeylerin habercisi |
|
492 |
Deyim |
sign of things to come i.
|
olacakların alameti |
|
493 |
Deyim |
portent of things to come i.
|
olacakların alameti |
|
494 |
Deyim |
bell, book, and candle things that are miraculous or that signal that something i.
|
mucizevi ve sıra dışı bir şey olacağının habercisi |
|
495 |
Deyim |
bell, book, and candle things that are miraculous or that signal that something i.
|
alışılmamış/tuhaf bir şey olma ihtimalinin habercisi |
|
496 |
Deyim |
bell, book, and candle things that are miraculous or that signal that something i.
|
sıra dışı/mucizevi bir şey olacağına dair bir işaret |
|
497 |
Deyim |
bell, book, and candle things that are miraculous or that signal that something i.
|
birini lanetlemenin formülü |
|
498 |
Deyim |
bell, book, and candle things that are miraculous or that signal that something i.
|
ruhsal ölümün simgesi |
|
499 |
Deyim |
a harbinger of things to come i.
|
geleceğin bir göstergesi |
|
500 |
Deyim |
a harbinger of things to come i.
|
gelecek şeylerin bir işareti |
|