|
- There is, however, a limit to how far we can go.
- Bununla birlikte, ne kadar ileri gidebileceğimizin bir sınırı vardır.
- Our group would like, however, to go still further.
- Ancak grubumuz daha da ileri gitmek istiyor.
- We have to go this laborious way of finding the appropriate instrument for every problem that arises.
- Ortaya çıkan her sorun için uygun enstrümanı bulmak için bu zahmetli yoldan gitmek zorundayız.
- I agree with him that we are moving in the right direction, but we still have a long way to go.
- Doğru yönde ilerlediğimiz konusunda ona katılıyorum ancak daha gidecek çok yolumuz var.
- Such a scenario must encourage similar dictatorships to go their own way where weapons are concerned.
- Böyle bir senaryo, silahlar söz konusu olduğunda benzer diktatörlükleri kendi yollarına gitmeye teşvik etmelidir.
- In my opinion, this text does not go far enough.
- Bence bu metin yeterince ileri gitmiyor.
- The fact is, however, that there are some differences of opinion on how far this work should go.
- Ancak gerçek şu ki, bu çalışmanın ne kadar ileri gitmesi gerektiği konusunda bazı görüş ayrılıkları var.
- I went to Brittany then and tomorrow I am going to Galicia.
- Daha sonra Bretanya'ya gittim ve yarın da Galiçya'ya gideceğim.
- These environmental improvements will not be possible unless they go hand in hand with improved fuel quality.
- Bu çevresel iyileştirmeler, yakıt kalitesinin iyileştirilmesi ile el ele gitmediği sürece mümkün olmayacaktır.
- They go to a Parliament Information Office or Commission Representation, get our form and complain to us.
- Bir Parlamento Bilgi Bürosuna veya Komisyon Temsilciliğine giderler, formumuzu alırlar ve bize şikayette bulunurlar.
- Two weeks ago, I went to Phnom Penh.
- İki hafta önce Phnom Penh'e gittim.
- We do not therefore believe that the proposal in the report indicates the right road to go down.
- Bu nedenle, rapordaki önerinin gidilecek doğru yolu gösterdiğine inanmıyoruz.
- North Korea has gone from bad to worse as a result of her self-imposed isolation.
- Kuzey Kore, kendi kendine uyguladığı izolasyonun bir sonucu olarak kötüden daha kötüye gitti.
- Our scientists will go the same way as the research investment.
- Bilim adamlarımız araştırma yatırımı ile aynı yoldan gideceklerdir.
- There is, however, a limit to how far we can go.
- Bununla birlikte, ne kadar ileri gidebileceğimizin de bir sınırı var.
- It appears that we have to pay what goes towards cows and wheat but not what goes towards disasters.
- Görünen o ki, ineklere ve buğdaya giden parayı ödemek zorundayız ama afetlere giden parayı ödemeyeceğiz.
- Indeed, some of their reactions say that the draft regulation does not go far enough.
- Hatta bazı tepkiler, taslak yönetmeliğin yeterince ileri gitmediğini söylüyor.
- Should this go to the Indonesian Government or to the military, the rebels or the inhabitants themselves?
- Bunun Endonezya Hükümetine mi yoksa orduya, isyancılara ya da bölge sakinlerinin kendilerine mi gitmesi gerekir?
- However, this analysis goes even further.
- Bununla birlikte bu analiz daha da ileri gitmektedir.
- That is why I feel that we must go all the way and push for a majority vote at Barcelona too.
- Bu nedenle sonuna kadar gitmemiz ve Barselona'da da çoğunluk oyu için bastırmamız gerektiğini düşünüyorum.
- These lags in development go hand in hand with large disparities between regions and between town and country.
- Kalkınmadaki bu gecikmeler, bölgeler arasında ve kentle kır arasında büyük eşitsizlikler ile el ele gitmektedir.
- What went wrong in Gothenburg and Genoa did not in Ghent.
- Göteborg ve Cenova'da yanlış giden şeyler Gent'te olmadı.
- Unfortunately, the proposal on the safety of aircraft from third countries does not go as far as this.
- Ne yazık ki üçüncü dünya ülkelerinden gelen uçakların güvenliğine ilişkin olan teklif bu kadar ileri gitmiyor.
- To which school did they go to learn the basics of democracy?
- Demokrasinin temellerini öğrenmek için hangi okula gittiler?
- His report incisively denounces what is going wrong in our institutions.
- Raporu, kurumlarımızda neyin yanlış gittiğini keskin bir şekilde ortaya koymaktadır.
- That said, however, there is still a long way to go.
- Bununla birlikte, daha gidilecek uzun bir yol var.
- I made an appointment and, on behalf of the European Parliament, I went to meet the former king of Afghanistan.
- Bir randevu aldım ve Avrupa Parlamentosu adına Afganistan'ın eski kralıyla görüşmeye gittim.
- One of the key issues on the minds of group leaders has been the security of those who may go.
- Grup liderlerinin aklındaki en önemli konulardan biri de gidecek olanların güvenliği olmuştur.
- Meanwhile, the Irish people are going to the polling stations once again.
- Bu arada, İrlanda halkı bir kez daha sandık başına gidiyor.
- Now you are free to go and do whatever you please.
- Artık gidip istediğinizi yapmakta özgürsünüz.
- I do not only mean certain amounts that are going directly from the Commission to Iraq.
- Sadece Komisyon'dan doğrudan Irak'a giden belirli miktarları kastetmiyorum.
- Although the report does not go far enough in relation to the eight hours, paragraph 1 is extremely important.
- Rapor sekiz saatle ilgili olarak yeterince ileri gitmese de, 1. paragraf son derece önemlidir.
- That the Commission should go so far as to do that really is unique in history.
- Komisyon'un bunu yapacak kadar ileri gitmesi gerçekten de tarihte eşi benzeri olmayan bir durumdur.
- Things have, alas, not gone nearly as well as we would have liked since June last year.
- Geçen yıl Haziran ayından bu yana işler ne yazık ki istediğimiz gibi gitmedi.
- I thought the Commission was going to come down hard on this whole issue.
- Komisyon'un tüm bu meselenin üzerine sert bir şekilde gideceğini düşünmüştüm.
- It is a scandal that we have let go this far.
- Bu kadar ileri gidilmesine izin vermiş olmamız bir skandaldır.
- But the Commission goes much further with the new legislation for 2000-2006.
- Ancak Komisyon, 2000-2006 yıllarını kapsayan yeni mevzuat ile çok daha ileri gitmektedir.
- In concrete terms, we know that 70% of mergers go wrong.
- Somut olarak, birleşmelerin %70'inin yanlış gittiğini biliyoruz.
- Our scientists will go the same way as the research investment.
- Bilim adamlarımız araştırma yatırımlarıyla aynı yoldan gidecekler.
- In terms of social cohesion, we could go from bad to worse.
- Sosyal uyum açısından, kötüden daha kötüye gidebiliriz.
- This goes hand-in-hand with research on the human genome, with its anticipated results for health.
- Bu, sağlık için beklenen sonuçlarıyla birlikte insan genomu üzerine yapılan araştırmalarla el ele gitmektedir.
- Of course, the texts do include the public service obligations but they do not go far enough.
- Elbette metinler kamu hizmeti yükümlülüklerini içeriyor ancak yeterince ileri gitmiyorlar.
- I am going to be rude and leave the room now because I am going to Romania on Parliament's behalf.
- Şimdi kabalık edip odadan çıkacağım çünkü Parlamento adına Romanya'ya gideceğim.
- The problem you raise goes a step further.
- Ortaya koyduğunuz sorun bir adım daha ileri gidiyor.
- Secondly, money has to go where it is best used.
- İkincisi, para en iyi kullanılacağı yere gitmelidir.
- But, unfortunately, the legal framework does not allow us to go that far.
- Ancak ne yazık ki yasal çerçeve bu kadar ileri gitmemize izin vermiyor.
- One of the key issues on the minds of group leaders has been the security of those who may go.
- Grup liderlerinin aklındaki en önemli konulardan biri de gidebilecek olanların güvenliği olmuştur.
- The fact is, however, that there are some differences of opinion on how far this work should go.
- Ancak gerçek şu ki bu çalışmanın ne kadar ileri gitmesi gerektiği konusunda bazı görüş ayrılıkları var.
- The competitive advantages will go to those who convert the quickest.
- Rekabet avantajları en hızlı dönüşüm sağlayanlara gidecektir.
- I would not go as far as to express satisfaction at this, but the situation is improving.
- Bu konuda memnuniyetimi ifade edecek kadar ileri gitmeyeceği ancak durum iyiye gidiyor.
- It has been said that they will not go cap in hand to the Commission looking for money.
- Komisyona para istemek için ellerini kollarını sallayarak gitmeyecekleri söylenmiştir.
- Much of this could go to rural areas for agreed land resettlement.
- Bunun büyük bir kısmı, üzerinde anlaşmaya varılan arazilerin iskanı için kırsal alanlara gidebilir.
- Equally, I must urge our leaders to ask themselves a simple question before they go to Copenhagen.
- Aynı şekilde, liderlerimizi Kopenhag'a gitmeden önce kendilerine basit bir soru sormaya çağırıyorum.
- Why stop, though, when things are going so well?
- İşler bu kadar iyi giderken neden duralım ki?
- We all have difficulties with transport, whether we are coming here to Strasbourg or going to Brussels.
- İster buraya Strazburg'a gelelim ister Brüksel'e gidelim, hepimiz ulaşım konusunda zorluklar yaşıyoruz.
- I remember going to that Committee and arguing, along with the women, for that petition.
- O Komiteye gittiğimi ve kadınlarla birlikte bu dilekçeyi savunduğumu hatırlıyorum.
- Nevertheless, we are now going a step further.
- Bununla birlikte şimdi bir adım daha ileri gidiyoruz.
- So the amendment we accepted goes further.
- Dolayısıyla kabul ettiğimiz değişiklik daha da ileri gidiyor.
- It even goes so far as to call for a ban on price reductions by 'incumbents'.
- Hatta 'yerleşiklerin' fiyat indirimlerinin yasaklanması çağrısında bulunacak kadar ileri gitmektedir.
- I have just returned from Lebanon where I went before Christmas with Jean-Marie Le Pen.
- Noel'den önce Jean-Marie Le Pen ile birlikte gittiğim Lübnan'dan yeni döndüm.
- Unfortunately, the proposal on the safety of aircraft from third countries does not go as far as this.
- Ne yazık ki, üçüncü dünya ülkelerinden gelen uçakların güvenliğine ilişkin teklif bu kadar ileri gitmiyor.
- Of course they do not go far enough.
- Tabii ki yeterince ileri gitmiyorlar.
- It often appears as if we are stuck on a road going nowhere.
- Çoğu zaman hiçbir yere gitmeyen bir yolda sıkışıp kalmışız gibi görünüyor.
- Now, it is the United States that will not agree to the UN inspectors going to Iraq.
- ABD, BM denetçilerinin Irak'a gitmesini kabul etmeyecektir.
- At least now, they are allowed to go to the care-provider directly.
- En azından şimdi, doğrudan bakım sağlayıcıya gitmelerine izin veriliyor.
- Because they have gone to lunch.
- Çünkü öğle yemeğine gittiler.
- If the media sector cannot agree on a uniform approach, then we shall go one step further.
- Eğer medya sektörü tek tip bir yaklaşım üzerinde anlaşamazsa, o zaman bir adım daha ileri gitmeliyiz.
- As you can see, this goes much further than the currently proposed European regulation.
- Gördüğünüz gibi bu, şu anda önerilen Avrupa düzenlemesinden çok daha ileri gitmektedir.
- We have not simply met these deadlines; we have gone even further.
- Sadece bu son tarihlere uymakla kalmadık; daha da ileri gittik.
- That will inevitably need to go hand in hand with an even more efficient deployment of Community resources.
- Bunun kaçınılmaz olarak Topluluk kaynaklarının daha da verimli bir şekilde kullanılmasıyla el ele gitmesi gerekecektir.
- We must indeed do something, and we can go even further than what has already been agreed.
- Gerçekten de bir şeyler yapmalıyız ve halihazırda kararlaştırılmış olandan daha da ileri gidebiliriz.
- On the socio-economic impact of these measures, the Commission's proposal does not go far enough.
- Bu tedbirlerin sosyo-ekonomik etkileri konusunda Komisyon'un önerisi yeterince ileri gitmemektedir.
- In terms of social cohesion we could go from bad to worse.
- Sosyal uyum açısından kötüden daha kötüye gidebiliriz.
- However, our determination should, under no circumstances, fail to go hand in hand with responsible prudence.
- Bununla birlikte kararlılığımız hiçbir koşulda sorumlu bir sağduyu ile el ele gitmemelidir.
- I would have liked to have seen the Commission proposals go further.
- Komisyon'un önerilerinin daha da ileri gittiğini görmek isterdim.
- Erasmus World is now going one step further, both inwards and outwards.
- Erasmus Dünyası şimdi hem içeriye hem de dışarıya doğru bir adım daha ileri gidiyor.
- The two matters must go hand in hand.
- Bu iki konu el ele gitmelidir.
- In fact, the announced reforms are heading in the right direction, but do not yet go very far at all.
- Aslında açıklanan reformlar doğru yönde ilerliyor ancak henüz çok ileri gitmiyor.
- Unfortunately, the proposed framework decision does not go far enough in this direction.
- Ne yazık ki, önerilen çerçeve karar bu yönde yeterince ileri gitmemektedir.
- However, this amendment goes much further, and it is not practicable.
- Ancak bu değişiklik çok daha ileri gitmektedir ve uygulanabilir değildir.
- However, the Commission takes the view that the Presidium's proposal does not go far enough.
- Ancak Komisyon, Başkanlık Divanı'nın önerisinin yeterince ileri gitmediği görüşündedir.
- They know what to do, where to go and source the founds.
- Onlar ne yapacaklarını, nereye gideceklerini ve kaynaklarını biliyorlar.
- It is a scandal that we have let it go this far.
- Bu kadar ileri gitmesine izin vermiş olmamız bir skandaldır.
- Unfortunately, the pretensions of the current WTO go much further than that.
- Ne yazık ki mevcut DTÖ'nün iddiaları bundan çok daha öteye gidiyor.
- This decision is important but it does not go far enough.
- Bu karar önemlidir ancak yeterince ileri gitmemektedir.
- The criticisms levelled at the States by this Parliament, however, go further.
- Ancak bu Parlamento tarafından Devletlere yöneltilen eleştiriler daha da ileri gitmektedir.
- We are going to ban tobacco advertising, but each year millions in European subsidies go to tobacco growers.
- Tütün reklamlarını yasaklayacağız, ancak Avrupa'da her yıl milyonlarca dolarlık sübvansiyon tütün üreticilerine gidiyor.
- It seems that fresh food and safe food do not always go hand in hand.
- Görünen o ki taze gıda ve güvenli gıda her zaman el ele gitmiyor.
- If people had opposed the wheel when it was invented, we would still be going everywhere on foot.
- Tekerlek icat edildiğinde insanlar buna karşı çıksaydı, hala her yere yürüyerek gidiyor olurduk.
- When questions are raised or something goes wrong, it has to intervene.
- Sorular sorulduğunda ya da bir şeyler yanlış gittiğinde müdahale etmek zorundadır.
- I might go so far as to say we should give such secondary raw materials preferential VAT treatment.
- Bu tür ikincil hammaddelere tercihli KDV muamelesi yapmamız gerektiğini söyleyecek kadar ileri gidebilirim.
- That is why many of us went to Iraq.
- Birçoğumuz bu yüzden Irak'a gittik.
- Will the Commission go to the European Court of Justice more quickly?
- Komisyon Avrupa Adalet Divanına daha hızlı gidecek mi?
- Let us go to meet the inhabitants of our fifteen countries and try to understand them.
- On beş ülkemizin sakinleriyle tanışmaya gidelim ve onları anlamaya çalışalım.
- Unfortunately, the pretensions of the current WTO go much further than that.
- Ne yazık ki mevcut DTÖ'nün iddiaları bundan çok daha öteye gitmektedir.
- I am not going to suggest visits, although I do not think it would do any harm if you were to go to Galicia.
- Ziyaret önerisinde bulunmayacağım, ancak Galiçya'ya gitmenizin herhangi bir zararı olacağını düşünmüyorum.
- I am sure that if she is not planning to go, it is not a symptom of the downgrading of the status of the conference.
- Eminim ki eğer kendisi gitmeyi planlamıyorsa, bu konferansın statüsünün düşürüldüğünün bir belirtisi değildir.
- I have no doubt that many people, including our green fundamentalists, would like to go much further.
- Yeşil köktencilerimiz de dahil olmak üzere pek çok kişinin çok daha ileri gitmek istediğinden hiç şüphem yok.
- That would be a great victory of wisdom over irresponsibility, but there is still a long way to go.
- Bu, bilgeliğin sorumsuzluğa karşı kazandığı büyük bir zafer olurdu, ancak daha gidilecek çok yol var.
- Obviously, the competitive advantages will go to those who convert the quickest.
- Açıkçası rekabet avantajları en hızlı dönüşüm sağlayanlara gidecektir.
- It has been said that they will not go cap in hand to the Commission looking for money.
- Komisyon'a para istemek için ellerini kollarını sallayarak gitmeyecekleri söylenmiştir.
- There is therefore still a very long way to go.
- Dolayısıyla daha gidilecek çok uzun bir yol var.
- I went to Brittany then, and tomorrow I am going to Galicia.
- Daha sonra Bretanya'ya gittim ve yarın da Galiçya'ya gidiyorum.
- Today, most EIB loans go to different types of regional development project within the EU.
- Bugün AYB kredilerinin çoğu AB içindeki farklı türdeki bölgesel kalkınma projelerine gitmektedir.
- How will things go next year?
- Gelecek yıl işler nasıl gidecek?
- Just 3.4% of our current development budgets go to health.
- Mevcut kalkınma bütçelerimizin sadece %3.4'ü sağlığa gitmektedir.
- The vote tomorrow will determine which way we go.
- Yarınki oylama hangi yöne gideceğimizi belirleyecek.
- When questions are raised or something goes wrong, it has to intervene.
- Sorular sorulduğunda ya da bir şeyler yanlış gittiğinde, müdahale etmek zorundadır.
- I am sure that if she is not planning to go, it is not a symptom of the downgrading of the status of the conference.
- Eğer kendisi gitmeyi planlamıyorsa, bunun konferansın statüsünün düşürüldüğünün bir belirtisi olmadığından eminim.
- There are good proposals for this in the Convention, that go a little further than what the Commission has proposed.
- Sözleşme'de bu konuda Komisyon'un önerdiğinden biraz daha ileriye giden iyi öneriler var.
- The operations to introduce the euro that have taken place in these first two weeks have gone extraordinarily well.
- Bu ilk iki hafta içerisinde gerçekleştirilen Avro'yu tanıtma operasyonları olağanüstü iyi gitti.
- The remainder goes to a few large countries, such as China, India, Brazil and sometimes a few others.
- Geriye kalanlar Çin, Hindistan, Brezilya ve bazen de diğer birkaç ülke gibi birkaç büyük ülkeye gidiyor.
- Now, it is the United States that will not agree to the UN inspectors going to Iraq.
- Şimdi, BM denetçilerinin Irak'a gitmesini kabul etmeyecek olan ABD'dir.
- Why did the Committee on Women's Rights not go this far?
- Kadın Hakları Komitesi neden bu kadar ileri gitmedi?
- In other words, the Commission's proposal is good, but it does not go far enough.
- Başka bir deyişle Komisyonun önerisi iyi olmakla birlikte yeterince ileri gitmemektedir.
- It is clearly a means; I would go further, it is a means within a group of means.
- Bu açıkça bir araçtır; daha da ileri gideceğim, bir grup araç içinde bir araçtır.
- In fact, we will go to the spring Council with a position on guidelines for the different processes.
- Aslında bahar konseyine farklı süreçlere ilişkin yönergeler konusunda bir tutum ile gideceğiz.
- It appears that we have to pay what goes towards cows and wheat but not what goes towards disasters.
- Görünüşe göre ineklere ve buğdaya giden parayı ödemek zorundayız ama felaketlere giden parayı ödemiyoruz.
- We can only, in conciliation, go as far as amendments allow us in second reading.
- Uzlaşmada ancak ikinci okumada değişikliklerin bize izin verdiği kadar ileri gidebiliriz.
- There is no mention of that in this resolution and the condemnation of the Musharraf regime does not go far enough.
- Bu kararda bundan hiç bahsedilmiyor ve Müşerref rejiminin kınanması da yeterince ileri gitmiyor.
- According to Eurobarometer, 87% of citizens recognise their right to go to the European Ombudsman.
- Eurobarometer'e göre, vatandaşların %87'si Avrupa Ombudsmanına gitme hakkını tanımaktadır.
- The enlargement process must go hand in hand with a deepening of the institutions.
- Genişleme süreci kurumların derinleştirilmesiyle el ele gitmelidir.
- Nor have matters gone significantly better for the other Member States.
- Diğer Üye Devletler için de işler önemli ölçüde daha iyi gitmedi.
- We have not simply met these deadlines; we have gone even further.
- Sadece bu son teslim tarihlerine uymakla kalmadık; daha da ileri gittik.
- The rapid growth of recent years has gone hand in hand with a significant expansion of foreign trade.
- Son yıllardaki hızlı büyüme, dış ticaret hacminde önemli bir genişlemeyle el ele gitmiştir.
- That is going much too far, in my opinion.
- Bence bu çok ileri gitmek olur.
- This goes hand in hand with an attack on social security systems.
- Bu, sosyal güvenlik sistemlerine yönelik bir saldırı ile el ele gidiyor.
- Secondly, such money as is collected will invariably go to the wrong people.
- İkincisi, toplanan bu para her zaman yanlış kişilere gidecektir.
- These demands go hand in hand with the need for a Europe of social progress, a more democratic Europe.
- Bu talepler, daha demokratik bir Avrupa ve sosyal ilerleme Avrupası ihtiyacıyla el ele gitmektedir.
- We could certainly have gone a little further.
- Kesinlikle biraz daha ileri gidebilirdik.
- If the public don't come to the theatre, the theatre must go to the public.
- Halk tiyatroya gelmiyorsa, tiyatro halka gitmelidir.
- We are not ready to go that far at this stage.
- Bu aşamada o kadar ileri gitmeye hazır değiliz.
- Political liberalisation must go hand in hand with economic liberalisation.
- Siyasi liberalleşme ekonomik liberalleşme ile el ele gitmelidir.
- I would remind them that the committee went to Knowstone in Devon precisely to gather that kind of information.
- Komitenin Devon'daki Knowstone'a tam da bu tür bilgileri toplamak için gittiğini hatırlatmak isterim.
- I accept that everybody should know what I do; I accept that everybody should know where I go.
- Herkesin ne yaptığımı bilmesi gerektiğini kabul ediyorum; herkesin nereye gittiğimi bilmesi gerektiğini kabul ediyorum.
- They can go to the cash office and get reimbursement of travel expenses.
- Vezneye gidip seyahat masraflarının geri ödemesini alabilirler.
- There are also people who want to go faster or slower than the common position, or those who want more grammes, etc.
- Ortak tutumdan daha hızlı ya da daha yavaş gitmek isteyenler ya da daha fazla gram vs. isteyenler de var.
- We are not going from paradise to purgatory.
- Cennetten Araf'a gitmiyoruz.
- We need to go further.
- Daha da ileri gitmeliyiz.
- Approximately 70% of exports from these countries go to the European Union.
- Bu ülkelerden yapılan ihracatın yaklaşık %70'i Avrupa Birliği'ne gitmektedir.
- As we do for SMEs, let us go and look for the citizens one by one.
- KOBİ'ler için yaptığımız gibi, gidip vatandaşları tek tek arayalım.
- We believe that the enlargement of Europe should go hand in glove with greater European unification.
- Avrupa'nın genişlemesinin Avrupa'nın daha fazla birleşmesiyle el ele gitmesi gerektiğine inanıyoruz.
- I trust that you will all now go and enjoy a nice juicy steak.
- Şimdi hepinizin gidip güzel ve sulu bir bifteğin tadını çıkaracağınıza inanıyorum.
- Wherever I have gone I have met unfailing courtesy and politeness.
- Gittiğim her yerde sonsuz bir nezaket ve kibarlıkla karşılaştım.
- You talked about going from Copenhagen to Copenhagen and spoke in terms of a single Europe.
- Kopenhag'dan Kopenhag'a gitmekten bahsettiniz ve tek bir Avrupa'dan söz ettiniz.
- However, as for the aspects that went clearly wrong, the Commission washes its hands of them.
- Bununla birlikte, açıkça yanlış giden hususlara gelince, Komisyon sorumluluktan kaçmaktadır.
- If so, then my next question is why is she here and is she planning to go?
- Eğer öyleyse, o zaman bir sonraki sorum şu ki neden burada ve gitmeyi planlıyor mu?
- In short, a little semantic correctness would not go amiss.
- Kısacası, biraz anlamsal doğruluk yanlış gitmeyecektir.
- They merely went to salvage the ship and limit the disaster.
- Sadece gemiyi kurtarmaya ve felaketi sınırlandırmaya gittiler.
- Together with some Socialist members of the European Parliament, I went to Afghanistan in November.
- Avrupa Parlamentosu'nun bazı Sosyalist üyeleriyle birlikte Kasım ayında Afganistan'a gittim.
- I would remind them that the committee went to Knowstone in Devon precisely to gather that kind of information.
- Onlara komitenin Devon'daki Knowstone'a tam da bu tür bilgileri toplamak için gittiğini hatırlatmak isterim.
- But it goes no further than these words which, though forceful, are nevertheless only words.
- Ancak güçlü olsa da yine de sadece kelimelerden ibaret olan bu sözlerden öteye gitmez.
- We take the view that technical adaptation would not go far enough.
- Teknik uyarlamanın yeterince ileri gitmeyeceği görüşündeyiz.
- It could go further, of course.
- Elbette daha da ileri gidebilirdi.
- We should not go as far as turning this light-weight version into an ultra-light-weight version, however.
- Ancak bu hafif versiyonu ultra hafif versiyona çevirecek kadar da ileri gitmemeliyiz.
- I regard the energy alliance as very important indeed, but as not going far enough.
- Enerji ittifakının çok önemli olduğunu ancak yeterince ileri gidemediğini düşünüyorum.
- Firstly, they can go to a bank and complain, ask why the bank does not do what the law says.
- İlk olarak, bir bankaya gidip şikayette bulunabilirler, bankanın neden yasanın dediğini yapmadığını sorabilirler.
- It even goes so far as to call for a ban on price reductions by 'incumbents'.
- Hatta "yerleşiklerin" fiyat indirimlerinin yasaklanması çağrısında bulunacak kadar ileri gitmektedir.
- We should not go as far as turning this light-weight version into an ultra-light-weight version, however.
- Ancak bu hafif versiyonu ultra hafif bir versiyona dönüştürecek kadar ileri gitmemeliyiz.
- I am happy to go no further than principles and guidelines.
- İlkeler ve kılavuz ilkelerden öteye gitmemekten mutluluk duyuyorum.
- The others must go, because we do not want to name any more names.
- Diğerleri gitmeli, çünkü daha fazla isim vermek istemiyoruz.
- If the voting goes as promised, I shall be recommending that my Group votes for your report.
- Oylama söz verdiğim gibi giderse Grubumun raporunuza oy vermesini tavsiye edeceğim.
- We believe that the enlargement of Europe should go hand in glove with greater European unification.
- Avrupa'nın genişlemesinin Avrupa'nın daha fazla birleşmesi ile el ele gitmesi gerektiğine inanıyoruz.
- We go there more than we do anywhere else.
- Biz oraya başka hiçbir yere gitmediğimiz kadar çok gidiyoruz.
- In that case, the Ombudsman can go to Parliament with a special report.
- Bu durumda Ombudsman özel bir raporla Parlamentoya gidebilir.
- You can also tell that he did his own research and went to look at the places where this work is being done.
- Kendi araştırmasını yaptığını ve bu işin yapıldığı yerlere bakmaya gittiğini de söyleyebilirsiniz.
- That the Commission should go so far as to do that really is unique in history.
- Komisyon'un bunu yapacak kadar ileri gitmesi gerçekten tarihte eşi benzeri olmayan bir durumdur.
- This is about a Swede who wants to go and live and work in Italy, for example.
- Bu, örneğin İtalya'ya gidip orada yaşamak ve çalışmak isteyen bir İsveçli ile ilgili.
- Otherwise, gather your belongings together and go!
- Aksi takdirde eşyalarınızı toplayın ve gidin!
- On the socio-economic impact of these measures, the Commission's proposal does not go far enough.
- Bu tedbirlerin sosyo-ekonomik etkileri konusunda Komisyonun önerisi yeterince ileri gitmemektedir.
- We would, in various areas, have preferred results that went further.
- Çeşitli alanlarda daha da ileri giden sonuçları tercih ederdik.
- Erasmus World is now going one step further, both inwards and outwards.
- Erasmus Dünyası şimdi hem içeride hem de dışarıda bir adım daha ileri gidiyor.
- So I went to the ECB and asked for a meeting.
- ECB'ye gittim ve bir toplantı talep ettim.
- I am therefore pleased to see that most resources go to uprooted people from that country.
- Bu nedenle kaynakların çoğunun bu ülkeden sürülen insanlara gittiğini görmekten memnuniyet duyuyorum.
- Perhaps we now need to go a step further.
- Belki de şimdi bir adım daha ileri gitmemiz gerekiyor.
- The shop floor has great insight into what goes wrong and how things can be improved.
- Üretim bölümü, neyin yanlış gittiği ve işlerin nasıl iyileştirilebileceği konusunda büyük bir içgörüye sahiptir.
- Our undertakings went considerably further than those we gave on the previous occasion.
- Taahhütlerimiz bir önceki seferde verdiklerimizden çok daha ileriye gitmiştir.
- No-one is going to ask us to go and die on an Afghan hillside, though others will be asked to pay that price.
- Hiç kimse bizden gidip bir Afgan yamacında ölmemizi istemeyecek ancak başkalarından bu bedeli ödemeleri istenecek.
- It is true the cod have gone from the central part of the North Sea.
- Morinaların Kuzey Denizi'nin orta kısmından gittiği doğrudur.
- Since the report of the Committee on Economic and Monetary Affairs did not go far enough in this respect, I abstained.
- Ekonomik ve Parasal İşler Komitesi'nin raporu bu konuda yeterince ileri gitmediği için çekimser oy kullanacağım.
- Do they have to go through the national offices of the Commission?
- Komisyon'un ulusal ofisleri aracılığıyla mı gitmek zorundalar?
- This report enables us to go somewhat further.
- Bu rapor biraz daha ileri gitmemizi sağlıyor.
- The Commission, however, could have gone still further to speed up cooperation and increase flexibility.
- Ancak Komisyon, işbirliğini hızlandırmak ve esnekliği arttırmak için daha da ileri gidebilirdi.
- If passed, it would necessarily have to go to conciliation.
- Eğer kabul edilirse, mutlaka uzlaşmaya gidilmesi gerekecektir.
- There are areas where I would hope we can get decisions on 19 July, which makes it worthwhile for me at least to go.
- En azından benim için gitmeye değer kılan, 19 Temmuz'da karar alabileceğimizi umduğum alanlar var.
- Farmers need a clear direction as to where they are going.
- Çiftçilerin nereye gittikleri konusunda net bir yöne ihtiyaçları var.
- We need to go further, however.
- Ancak daha da ileri gitmemiz gerekiyor.
- You know that this Parliament imagines that we can go further still.
- Bu Parlamento'nun daha da ileri gidebileceğimizi düşündüğünü biliyorsunuz.
- Mr Solana would go to Cyprus straightaway.
- Sayın Solana hemen Kıbrıs'a gidecektir.
- None of the oil-for-food programme goes to help them and they get very little else.
- Gıda için petrol programlarından hiçbiri onlara yardıma gitmiyor, bunun dışında da çok az şey alıyorlar.
- If it was just up to me, believe me we would go much further than proposals.
- Eğer sadece bana kalsaydı inanın bana tekliflerden çok daha ileri giderdik.
- Although the end-result of the Treaty negotiations represented a step forward, they did not go far enough.
- Antlaşma müzakerelerinin nihai sonucu ileriye doğru bir adım teşkil etse de, yeterince ileri gitmemiştir.
- You will need to consider whether the current CAP reform goes far enough.
- Mevcut OTP reformunun yeterince ileri gidip gitmediğini değerlendirmeniz gerekecektir.
- I would go so far as to say that these are penny-pinching plans.
- Bunların cimri planlar olduğunu söyleyecek kadar ileri gideceğim.
- Things can evidently go the other way.
- İşler açık bir şekilde tersine de gidebilir.
- Increasing urbanisation must go hand in hand with improving public transport.
- Artan kentleşme, toplu taşımanın iyileştirilmesi ile el ele gitmelidir.
- It is a necessary step, but it does not go far enough.
- Bu gerekli bir adımdır, ancak yeterince ileri gitmemektedir.
- We share the belief that globalisation must go hand in hand with great efforts at fighting poverty.
- Küreselleşmenin yoksullukla mücadelede büyük çabalarla el ele gitmesi gerektiği inancını paylaşıyoruz.
- We must not go down the road of making excessive demands of each other.
- Birbirimizden aşırı taleplerde bulunma yoluna gitmemeliyiz.
- The other stocks will not go the same way as the cod'?
- Diğer rezervler de morina balığı ile aynı şekilde gitmeyecek mi?
- Mr Patakis, you will have to go and get another voting card.
- Bay Patakis, gidip yeni bir seçmen kartı almanız gerekecek.
- However, in my opinion, there is still a long way to go.
- Ancak bana göre daha gidilecek çok yol var.
- This is not the way to go and unfortunately we do not have enough of that guarantee.
- Gidilmesi gereken yol bu değil ve ne yazık ki bu garantiye yeterince sahip değiliz.
- Work to combat pollution can go hand-in-hand with protecting jobs and sustaining communities.
- Kirlilikle mücadele çalışmaları, istihdamın korunması ve toplumların sürdürülebilirliği ile el ele gidebilir.
- I would have liked to have seen the Commission proposals go further.
- Komisyon önerilerinin daha da ileri gittiğini görmek isterdim.
- I would go as far as to say that in general this is not the problem with our work in the humanitarian aid area.
- Genel olarak insani yardım alanındaki çalışmalarımızla ilgili sorunun bu olmadığını söyleyecek kadar ileri gidebilirim.
- Things are going wrong which will call for resolve in India to make them better.
- İşler yanlış gidiyor ve Hindistan'da bunları daha iyi hale getirmek için kararlılık gerekiyor.
- We must also forget the idea that liberalisation and lack of safety go hand in hand.
- Serbestleşme ve güvenlik eksikliğinin el ele gittiği fikrini de unutmalıyız.
- So now we are supposed to go and review ourselves when the need arises?
- Yani şimdi ihtiyaç duyulduğunda gidip kendimiz mi gözden geçirmemiz gerekiyor?
- I do not think that we should go down that route.
- Bu yoldan gitmemiz gerektiğini düşünmüyorum.
- We must also admit, however, that a great deal has gone wrong since this triumph.
- Bununla birlikte, bu zaferden bu yana pek çok şeyin yanlış gittiğini de kabul etmeliyiz.
- Perhaps we ought to go and take another look, as only one in three of our American colleagues have a passport.
- Belki de Amerikalı meslektaşlarımızın sadece üçte birinin pasaportu olduğu için gidip bir kez daha bakmalıyız.
- The problem so far is that taxpayers paid when something went wrong.
- Şimdiye kadarki sorun, vergi mükelleflerinin bir şeyler yanlış gittiğinde ödeme yapmasıydı.
- Commissioner Monti, I think you should go and see the wall.
- Komisyon Üyesi Monti, bence gidip duvarı görmelisiniz.
- There is still a long way to go but we should not forget from which level we started.
- Daha gidilecek çok yol var ama hangi seviyeden başladığımızı unutmamalıyız.
- Where has this money gone?
- Bu para nereye gitti?
- The recommendations currently before us really are as far as we are prepared to go.
- Şu anda önümüzde bulunan tavsiyeler gerçekten de gitmeye hazır olduğumuz en son noktadır.
- Legislation is not always the correct route to go down.
- Mevzuat her zaman gidilecek doğru yol değildir.
- You can also tell that he did his own research and went to look at the places where this work is being done.
- Kendi araştırmasını yaptığı ve bu işin yapıldığı yerlere bakmaya gittiği de anlaşılıyor.
- Lastly, I must express my regret that individual MEPs are going to Baghdad on their own initiative.
- Son olarak münferit milletvekillerinin kendi inisiyatifleriyle Bağdat'a gitmelerinden duyduğum üzüntüyü ifade etmeliyim.
- On the whole, it has gone quite well.
- Genel olarak oldukça iyi gitti.
- That is why they want to go home, to their Turkish mountains.
- Bu yüzden evlerine, yani Türk dağlarına gitmek istiyorlar.
- I do not think that the wording goes far enough.
- İfadenin yeterince ileri gittiğini düşünmüyorum.
- After three years, this agenda is stalled; indeed, it is going backwards.
- Üç yılın ardından, bu gündem durmuş durumda, hatta geriye doğru gidiyor.
- Until then, going down the road of mass slaughter is only one alternative.
- O zamana kadar, toplu katliam yoluna gitmek sadece bir alternatif.
- What we do not need, however, is to go down the road leading to unilateral war.
- Ancak ihtiyacımız olan şey tek taraflı savaşa giden yolda ilerlemek değildir.
- It is the correct path to go down.
- Bu, gidilmesi gereken doğru yoldur.
- This is a necessary first step before we can go any further.
- Daha ileri gitmeden önce bu gerekli bir ilk adımdır.
- Let these little children go to school unhindered.
- Bırakın bu küçük çocuklar okula engelsiz gitsinler.
- Let us clearly state where we want to go.
- Nereye gitmek istediğimizi açıkça ifade edelim.
- People should not have to go to special places to be educated or to participate.
- İnsanlar eğitim almak ya da katılım sağlamak için özel yerlere gitmek zorunda kalmamalıdır.
- I believe that this is the way to go.
- Gidilmesi gereken yolun bu olduğuna inanıyorum.
- I would even go so far as to say that this report worries me.
- Hatta bu raporun beni endişelendirdiğini söyleyecek kadar ileri gidebilirim.
- There is no mention of that in this resolution and the condemnation of the Musharraf regime does not go far enough.
- Bu kararda bundan hiç bahsedilmiyor ve Müşerref rejiminin kınanması yeterince ileri gitmiyor.
- This is like going to the football World Cup in Korea and saying that you want to watch hockey.
- Bu, Kore'deki Dünya Futbol Kupası'na gidip hokey izlemek istediğinizi söylemeye benziyor.
- At present, the majority of international exchange students go to the United States of America.
- Şu anda uluslararası değişim öğrencilerinin çoğunluğu Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmektedir.
- We have heard nothing about the results of the EU troika that went to southern Africa in the middle of last month.
- Geçen ayın ortasında Güney Afrika'ya giden AB troykasının sonuçları hakkında hiçbir şey duymadık.
- I firmly believe that we have fulfilled our part of the bargain and we can go to Madrid with our heads held high.
- Sözleşmenin bize düşen kısmını yerine getirdiğimize ve Madrid'e başımız dik bir şekilde gidebileceğimize inanıyorum.
- Economic growth will need to go hand in hand with the responsible use of our natural resources.
- Ekonomik büyümenin, doğal kaynaklarımızın sorumlu bir şekilde kullanılmasıyla el ele gitmesi gerekecektir.
- Instead this must go hand in hand with clear initiatives in the other transport sectors.
- Bunun yerine bu, diğer ulaştırma sektörlerindeki net girişimlerle el ele gitmelidir.
- Many of us went there with misgivings about the likely result of the conference.
- Birçoğumuz oraya konferansın olası sonuçları hakkında kuşkularla gittik.
- The latest amendment to the Turkish constitution does not go far enough.
- Türk anayasasında yapılan son değişiklik yeterince ileri gitmiyor.
- Hand in hand with this economic buoyancy, however, go sustainable development and social cohesion.
- Ancak bu ekonomik canlılıkla birlikte sürdürülebilir kalkınma ve sosyal uyum da el ele gitmektedir.
- The Kyoto 5% targeted reduction by 2010 from 1990 levels may not go far enough.
- Kyoto'nun 2010 yılına kadar 1990 seviyelerinden %5 azaltma hedefi yeterince ileri gitmeyebilir.
- The Commission proposal is good, but it does not go far enough, and it does not cover all factors.
- Komisyon'un önerisi iyi olmakla birlikte yeterince ileri gitmiyor ve tüm faktörleri kapsamıyor.
- Mr Hughes' report goes far too far.
- Bay Hughes'un raporu çok ileri gitmektedir.
- They cannot even go shopping any more, as for a long time many of the traders in Russia have been from other countries.
- Artık alışverişe bile gidemiyorlar, çünkü uzun zamandır Rusya'daki tüccarların çoğu başka ülkelerden.
- It can no longer be ascertained where the waste has gone and what has happened to it.
- Artık atığın nereye gittiği ve ona ne olduğu tespit edilemiyor.
- In some areas, the Commission goes much too far.
- Bazı alanlarda Komisyon çok ileri gitmektedir.
- We are going quickly, so let us hold a second round immediately.
- Hızlı gidiyoruz, bu nedenle hemen ikinci bir tur yapalım.
- More than 50% of the aid at present goes to refugees from Afghanistan.
- Şu anda yardımların %50'sinden fazlası Afganistan'dan gelen mültecilere gitmektedir.
- For us, it is, however, these very things that go to the heart of the general interest.
- Ancak bizim için, genel menfaatin kalbine giden tam da bu şeylerdir.
- Most of them have gone already, because they do not want to waste their time here on Thursday afternoon.
- Çoğu zaten gitti, çünkü Perşembe öğleden sonra burada zamanlarını boşa harcamak istemiyorlar.
- I think that we have some way to go, but this is a step in the right direction.
- Daha gidecek yolumuz olduğunu düşünüyorum ama bu doğru yönde atılmış bir adım.
- We want this directive to be adopted rapidly and we do not, therefore, want to have to go to conciliation.
- Bu direktifin hızla kabul edilmesini istiyoruz ve bu nedenle uzlaşmaya gitmek zorunda kalmak istemiyoruz.
- I think that we have some way to go, but this is a step in the right direction.
- Daha gidecek yolumuz olduğunu düşünüyorum, ancak bu doğru yönde atılmış bir adımdır.
- Parliament's amendments, however, go even further, and I cannot back most of these as a result.
- Ancak Parlamentonun değişiklikleri daha da ileri gidiyor ve sonuç olarak bunların çoğunu destekleyemiyorum.
- We have a very long way to go, but we can see the light at the end of the tunnel.
- Gidecek çok uzun bir yolumuz var ancak tünelin sonundaki ışığı görebiliyoruz.
- I am probably going to Rome next weekend to discuss the same problems.
- Muhtemelen önümüzdeki hafta sonu aynı sorunları görüşmek üzere Roma'ya gideceğim.
- Perhaps we will have to go a little further in the future.
- Belki de gelecekte biraz daha ileri gitmemiz gerekecek.
- We will have to see how far we can go.
- Ne kadar ileri gidebileceğimizi görmemiz gerekecek.
- The rapporteur wants to go even further.
- Raportör daha da ileri gitmek istiyor.
- I must tell you that women's rights have gone downhill, not up.
- Kadın haklarının yukarı değil, aşağı doğru gittiğini söylemeliyim.
- But this legislation will concern all e-mails which will go in future to mobile terminals.
- Ancak bu mevzuat, gelecekte mobil terminallere gidecek olan tüm e-postaları ilgilendirecektir.
- However, women will go where they can.
- Ancak, kadınlar yapabildikleri yere kadar gideceklerdir.
- Where has all this money gone?
- Bu kadar para nereye gitti?
- I believe putting the focus on firms' own liability goes to the heart of the problem.
- Firmaların kendi sorumluluklarına odaklanmanın sorunun kalbine gittiğine inanıyorum.
- I voted for a fair statute for all Members which must go hand in hand with a fair, honest and open expenses regime.
- Tüm Üyeler için adil, dürüst ve açık bir harcama rejimi ile el ele gitmesi gereken adil bir tüzüğe evet oyu verdim.
- In other words, the Commission's proposal is good, but it does not go far enough.
- Başka bir deyişle, Komisyon'un önerisi iyi olmakla birlikte yeterince ileri gitmemektedir.
- For instance, Amendment No 34 wants to go further in favour of generics and weaken the position of innovation.
- Örneğin 34 No'lu Değişiklik jenerikler lehine daha da ileri gitmek ve inovasyonun konumunu zayıflatmak istiyor.
- It often appears as if we are stuck on a road going nowhere.
- Çoğu zaman sanki hiçbir yere gitmeyen bir yolda sıkışıp kalmışız gibi görünüyor.
- What is decisive for the public's sense of belonging is what goes down well with them.
- Halkın aidiyet duygusu için belirleyici olan, onlar için neyin iyi gittiğidir.
- I would even go so far as to say that it is almost a historic moment for the young people of our countries.
- Hatta o kadar ileri gideceğim ki, bunun ülkelerimizin gençleri için neredeyse tarihi bir an olduğunu söyleyeceğim.
- That is something we must not forget now that things are going so badly in Macedonia.
- Makedonya'da işler bu kadar kötü giderken unutmamamız gereken bir şey var.
- However, the condemnation does not go far enough.
- Bununla birlikte, kınama yeterince ileri gitmemektedir.
- The Group of the Greens/European Free Alliance would go much further.
- Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı Grubu çok daha ileri gidecektir.
- How else do we see where we are going during the day?
- Gün içinde nereye gittiğimizi başka nasıl görebiliriz?
- If they go, the whole industry will collapse.
- Eğer onlar giderse, tüm endüstri çökecektir.
- That is why we are demanding that the war on terror should go hand in hand with a global ethic based on human rights.
- Bu nedenle teröre karşı savaşın insan haklarına dayalı küresel bir etikle el ele gitmesini talep ediyoruz.
- In the social sphere, the Commission also goes to Madrid with a positive balance sheet.
- Sosyal alanda da Komisyon Madrid'e olumlu bir bilanço ile gidiyor.
- I have known Albania for many years, having gone there the first time while the revolution was still going on.
- Arnavutluk'u uzun yıllardır tanıyorum, oraya ilk kez devrim devam ederken gitmiştim.
- In fact, we will go to the spring Council with a position on guidelines for the different processes.
- Aslında Bahar Konseyine, farklı süreçler için kılavuz ilkelere ilişkin bir tutum belirleyerek gideceğiz.
- In that case, the Ombudsman can go to Parliament with a special report.
- Bu durumda, Ombudsman özel bir raporla Parlamento'ya gidebilir.
- That is why they want to go home, to their Turkish mountains.
- Bu yüzden evlerine, Türk dağlarına gitmek istiyorlar.
- I would urge the Commission to go further by financing immigrants' micro-projects.
- Komisyon'u, göçmenlerin mikro projelerini finanse ederek daha da ileri gitmeye çağırıyorum.
- This is why, according to the ELDR, the current gas market proposals go way too far.
- Bu nedenle Avrupa Liberal Demokratlar ve Reform Partisi'ne göre mevcut gaz piyasası önerileri çok ileri gitmektedir.
- It has been useful, but now we should go much further.
- Faydalı oldu ama şimdi çok daha ileri gitmeliyiz.
- Just as they are actually preventing us from going there with a delegation.
- Tam da bizim oraya bir heyetle gitmemizi engelledikleri gibi.
- We know that a great deal goes wrong.
- Birçok şeyin yanlış gittiğini biliyoruz.
- We will have a look at that and try to discover what has gone wrong.
- Buna bir göz atacağız ve neyin yanlış gittiğini bulmaya çalışacağız.
- Institutional reform goes hand-in-hand with the enlargement of the European Union.
- Kurumsal reform, Avrupa Birliği'nin genişlemesiyle el ele gitmektedir.
- However, this amendment goes much further, and it is not practicable.
- Bununla birlikte, bu değişiklik çok daha ileri gitmektedir ve uygulanabilir değildir.
- Portuguese women, for example, go to neighbouring Spain.
- Örneğin Portekizli kadınlar komşu İspanya'ya gidiyor.
- That is something we must not go and lose.
- Bu, gitmememiz ve kaybetmememiz gereken bir şeydir.
- That is beginning to change but there is still a long way to go.
- Bu durum değişmeye başlıyor ancak daha gidilecek çok yol var.
- The European Union went to Cancún having sacrificed the interests of small and medium-sized farmers.
- Avrupa Birliği Cancún'a küçük ve orta ölçekli çiftçilerin çıkarlarını feda ederek gitmiştir.
- If you go down to the Sheraton in Kampala, you pay one thousand Ugandan shillings for one single cup of coffee.
- Kampala'daki Sheraton'a gittiğinizde tek bir fincan kahve için bin Uganda şilini ödüyorsunuz.
- Plainly, not everything has gone so well.
- Açıkçası her şey o kadar da iyi gitmedi.
- In your amendments you have gone further and asked for at least three levels.
- Değişikliklerinizde daha da ileri gittiniz ve en az üç seviye istediniz.
- They know what to do, where to go and source the founds.
- Ne yapacaklarını, nereye gideceklerini ve buluntuları nereden temin edeceklerini biliyorlar.
- I do not recommend going any further than that.
- Bundan daha ileri gidilmesini önermiyorum.
- With these comments, I recommend that if the voting goes as promised earlier you should vote in favour.
- Bu yorumlarla birlikte oylama daha önce söz verildiği gibi giderse lehte oy kullanmanızı tavsiye ederim.
- They are good as far as they go, but they do not go far enough, and they have to be obligatory rather than voluntary.
- Gittikleri yere kadar iyidirler ancak yeterince ileri gitmezler ve gönüllü olmaktan ziyade zorunlu olmalıdırlar.
- Whenever we go to a West African country, we can see the extent to which French influence is still present there.
- Ne zaman bir Batı Afrika ülkesine gitsek orada Fransız etkisinin hala ne ölçüde mevcut olduğunu görebiliriz.
- He asks what went wrong, and he replies that there was no safe haven.
- Neyin yanlış gittiğini soruyor ve o da güvenli bir sığınak olmadığını söylüyor.
- It says that the current legal basis of the Treaties does not allow it to go any further.
- Antlaşmaların mevcut yasal dayanağının daha ileri gidilmesine izin vermediğini söylüyor.
- If necessary, we will go it alone; we hear them say.
- Gerekirse tek başımıza gideriz; dediklerini duyuyoruz.
- It is obvious to me that something is going very seriously wrong.
- Bana göre bir şeyler çok ciddi bir şekilde yanlış gidiyor.
- In practice, a great deal goes wrong during the mixing, sorting and storing involved.
- Uygulamada, karıştırma, ayırma ve depolama sırasında pek çok şey yanlış gitmektedir.
- Let us not go down the road of saying we cannot have freedom of movement from North Africa.
- Kuzey Afrika'dan hareket özgürlüğüne sahip olamayacağımızı söyleme yoluna gitmeyelim.
- Just 6% go to the United States of America.
- Sadece %6'sı Amerika Birleşik Devletleri'ne gidiyor.
- We must go much further and set a more ambitious timetable.
- Çok daha ileri gitmeli ve daha iddialı bir takvim belirlemeliyiz.
- That would give a clear signal about the direction he wants to go.
- Bu, gitmek istediği yön hakkında net bir sinyal verecektir.
- None of the oil-for-food programme goes to help them and they get very little else.
- Gıda için petrol programının hiçbiri onlara yardıma gitmiyor ve çok az şey alıyorlar.
- There are good proposals for this in the Convention, that go a little further than what the Commission has proposed.
- Sözleşme'de bu konuda Komisyon'un önerdiğinden biraz daha ileri giden iyi öneriler bulunmaktadır.
- Economic regulations are not at present leading us in the direction we want to go, but we do little about this.
- Ekonomik düzenlemeler şu anda bizi gitmek istediğimiz yöne götürmüyor, ancak bu konuda çok az şey yapıyoruz.
- Landfills are reaching capacity, incinerators are overflowing and the wads of excessive packaging we use should go.
- Çöp sahaları kapasiteye ulaşıyor, çöp yakma fırınları dolup taşıyor ve kullandığımız aşırı ambalajlar artık gitmeli.
- However, women will go where they can.
- Ancak kadınlar gidebildikleri yere kadar gideceklerdir.
- Reduce the numbers of patients going to the hospital.
- Hastaneye giden hasta sayısını azaltınız.
- In this game, your progression is determined by how far you will go.
- Bu oyunda ilerlemeniz nereye kadar gideceğinize göre belirlenir.
- Go to other places with the car so do not waste time.
- Araba ile başka yerlere gidin böylece zaman kaybetmeyin.
- Okay, so I'm going over your head on this one.
- Tamam, o zaman bu sefer seni aşıp patronuna gidiyorum.
- He's gone back to look for her every day since.
- O günden beri her gün onu aramaya gidiyor.
- I'd just as soon go up with a green gunner than a jinxed morning, fellas.
- Bir an önce acemi bir topçuyla gitmeyi uğursuz bir sabaha tercih ederim, çocuklar.
- Look, since the invasion, everything's gone sideways.
- Bakın, işgalden bu yana her şey ters gitti.
- Went to this really nice restaurant in the city.
- Şehirdeki bu gerçekten güzel restorana gittim.
- Here, honey, go play with these.
- Al tatlım, gidip bunlarla oyna.
- Go play a song on the jukebox.
- Git müzik kutusunda bir şarkı çal.
- Let's pray this secret goes to the grave with T-Bone.
- Dua edelim de bu sır T-Bone'la birlikte mezara gitsin.
- Go to the Gunnar Optik site, create a pair of glasses with your desired features, and check out the price.
- Gunnar Optik sitesine gidin, istediğiniz özelliklerde bir gözlük oluşturun ve fiyatına göz atın.
- And all of their dirty money would have gone to a good cause.
- Ve tüm kirli paraları iyi bir amaca giderdi.
- Now, I'll go eat my dinner and read a book.
- Şimdi gidip yemeğimi yiyeceğim ve kitap okuyacağım.
- Look, I had a whole pack, and it's gone.
- Bak, elimde koca bir paket vardı ve hepsi gitti.
- And all of their dirty money would have gone to a good cause.
- Ve tüm kirli paraları iyi bir amaca gidecekti.
- Reduce the numbers of patients going to the hospital.
- Hastaneye giden hasta sayısını azaltın.
- Let us plan to go somewhere and eat these or those foods tomorrow.
- Yarın bir yere gidip şu veya bu yiyecekleri yemeyi planlayalım.
- There are many reasons why we go from one state to another.
- Bir eyaletten diğerine gitmemizin birçok nedeni var.
- Know precisely what you want and how far you'll go.
- Ne istediğinizi ve ne kadar ileri gideceğinizi tam olarak bilin.
- However, if you definitely want me to go, I will go.
- Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim.
- We've literally waited our whole lives to go to prom.
- Kelimenin tam anlamıyla hayatımız boyunca baloya gitmeyi bekledik.
- Anytime I've gone to coal country, everyone was all polite.
- Ne zaman kömür bölgesine gitsem, herkes kibar davranıyordu.
- Let's plan to go somewhere tomorrow and eat this or that food.
- Yarın bir yere gidip falanca ya da filanca yemeği yemeyi planlayalım.
- Go find out who these women are, fast.
- Git de hemen bu kadınların kim olduğunu öğren.
- We've literally waited our whole lives to go to prom.
- Baloya gitmek için resmen hayatımız boyunca bekledik.
- I carried the gas mask I had purchased on the black market everywhere I went.
- Karaborsadan satın aldığım gaz maskesini gittiğim her yere götürdüm.
- Everything went fine for me and I have moved out since healing.
- Benim için her şey yolunda gitti ve iyileştikten sonra taşındım.
- Tom went to the hospital because he was sick.
- Tom hasta olduğundan ötürü hastaneye gitti.
- However, if you definitely want me to go, I will go.
- Ama eğer kesinlikle gitmemi istersen giderim.
- I'll go pick her up and bring her tonight.
- Gidip onu alacağım ve bu gece getireceğim.
- Went to this really nice restaurant in the city.
- Şehirde gerçekten çok şık bir restorana gittik.
- We'll give him an opportunity and see how it goes.
- Ona bir şans vereceğiz ve nasıl gittiğini göreceğiz.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve ben de bu dönem sonunda gidip onunla birlikte orada yaşayacağım.
- We've literally waited our whole lives to go to prom.
- Tam anlamıyla tüm hayatımız boyunca baloya gitmeyi bekledik.
- Here, honey, go play with these.
- Al tatlım, git bunlarla oyna.
- I'll go pick her up and bring her tonight.
- Bu gece gidip onu alacağım.
- He felt it go and popped his eyes open at once.
- Gittiğini hissetti ve gözlerini anında açtı.
- Go find out who these women are, fast.
- Git ve bu kadınların kim olduğunu bul, çabuk.
- Go immediately to the nearest hospital or emergency service.
- Derhal en yakın hastaneye veya acil servise gidin.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Hastanede yaşamak bir nevi yatılı okula gitmeye benziyor.
- They come here for a moment and then go somewhere else.
- Bir an buraya geliyorlar, sonra başka bir yere gidiyorlar.
- Go play a song on the jukebox.
- Git de müzik kutusundan bir şarkı çal.
- Go to the properties of the flash drive and see that it is half occupied.
- Flash sürücünün özelliklerine gidin ve yarısının dolu olduğunu görün.
- President Lee went to Seoul today, so I'll be staying here tonight.
- Başkan Lee bugün Seul'e gitti, ben de bu gece burada kalacağım.
- Go immediately to the nearest hospital or emergency service.
- En yakın hastane yada acil servise gidiniz.
- Check out the map to see where we went.
- Nereye gittiğimizi görmek için haritaya göz atın.
- They want us to go play another song.
- Gidip bir parça daha çalmamızı istiyorlar.
- Most of you haven't gone to Shul since your bar mitzvahs.
- Çoğunuz Bar Mitzvah'ınızdan beri sinagoga gitmediniz.
- Most of you haven't gone to Shul since your bar mitzvahs.
- Çoğunuz bar mitzvah'nızdan sonra sinagoga hiç gitmemişsiniz.
- No, servant, I will kill you and let you go first.
- Hayır, hizmetçi, seni öldüreceğim ve önce gitmene izin vereceğim.
- Look, I had a whole pack, and it's gone.
- Bak, bende koca bir paket vardı ve hepsi gitti.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Hastanede yaşamak yatılı okula gitmek gibi bir şey.
- From a web browser, go to your Account page.
- Bir web tarayıcısından Hesap sayfanıza gidin.
- Let us plan to go somewhere and eat these or those foods tomorrow.
- Yarın bir yere gidip falanca ya da filanca yemeği yemeyi planlayalım.
- Drink, for you know not why you go, nor where.
- İç, çünkü bilmiyorsun neden ve nereye gittiğini.
- Drink, for you know not why you go, nor where.
- İç, çünkü neden ve nereye gittiğini bilmiyorsun.
- I'm going to my house, where I live like a respectable human being.
- Saygıdeğer bir insan gibi yaşadığım evime gidiyorum.
- There are many reasons why we go from one state to another.
- Bir ülkeden ötekine gitmemiz için bir çok sebep vardır.
- I'll go pick her up and bring her tonight.
- Gidip onu alıp bu gece buraya getireceğim.
- President Lee went to Seoul today, so I'll be staying here tonight.
- Başkan Lee bugün Seul'e gitti, o yüzden bu gece burada kalacağım.
- After finishing school everyone has to go into the army for ten years.
- Okulu bitirdikten sonra herkes on yıl boyunca askere gitmek zorundadır.
- Anytime I've gone to coal country, everyone was all polite.
- Ne zaman kömür ülkesine gitsem, herkes kibardı.
- Let's say that this time track goes all around the planet.
- Diyelim ki bu zaman çizgisi tüm gezegen boyunca gidiyor.
- I could go get a justice of the peace, take them to Laurel, and we could get married.
- Gidip bir sulh hakimi bulabilirim, onları Laurel'e götürürüm ve evlenebiliriz.
- Because he gave another to someone else for us to go find.
- Çünkü diğerini gidip bulmamız için başka birine verdi.
- Tom went to the hospital because he was sick.
- Tom, hasta olduğu için hastaneye gitti.
- Go play a song on the jukebox.
- Git müzik kutusundan bir şarkı çal.
- Then He said, Go tell the words to the house of Israel.
- Sonra şöyle dedi: Git bu sözleri İsrail halkına anlat.
- During the war, he couldn't go fast enough.
- Savaş sırasında yeterince hızlı gidemedi.
- Let's see how far this fight goes.
- Bakalım bu dövüş nereye kadar gidecek.
- They want us to go play another song.
- Gidip yeni bir şarkı çalmamızı istiyorlar.
- I mean, want to do the honorable thing, go straight.
- Demek istediğim, onurlu bir şey yapmak istiyorsan, doğruca git.
- Go to her, if you want, don't stay here.
- İstiyorsanız ona gidin, burada kalmayın.
- How about we go tonight and get it over with?
- Bu gece gidip bu işi halletmeye ne dersin?
- Go find out who these women are, fast.
- Gidip bu kadınların kim olduğunu öğrenin, hemen.
- I could go get a justice of the peace, take them to Laurel, and we could get married.
- Gidip sulh hakimi bulup onları Laurel'a götürebilirim ve evlenebiliriz.
- They want us to go play another song.
- Gidip başka bir şarkı çalmamızı istiyorlar.
- He's gone back to look for her every day since.
- O zamandan beri her gün onu aramaya gidiyor.
- We'll give him an opportunity and see how it goes.
- Ona bir şans vereceğiz ve nasıl gideceğine bakacağız.
- The cars go so fast down here and something should be done about it.
- Arabalar burada çok hızlı gidiyor ve bu konuda bir şeyler yapılması gerekiyor.
- The cars go so fast down here and something should be done about it.
- Arabalar burada çok hızlı gidiyor ve bu konuda bir şeyler yapılmalı.
- Let's say that this time track goes all around the planet.
- Diyelim ki bu zaman yolu gezegenin her yerine gidiyor.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Bir hastanede yaşamak bir nevi yatılı okula gitmek gibidir.
- Go immediately to the nearest hospital or emergency service.
- Hemen en yakın hastaneye ya da acil servise gidin.
- No, servant, I will kill you and let you go first.
- Hayır hizmetçi, seni öldüreceğim ve önce senin gitmene izin vereceğim.
- President Lee went to Seoul today, so I'll be staying here tonight.
- Müdür Lee bugün Seul'e gitti, bu yüzden bu gece burada kalacağım.
- Because he gave another to someone else for us to go find.
- Çünkü gidip bulmamız için başka birine verdi.
- Let's see how far you will go in this adventure.
- Bakalım bu macerada ne kadar ileri gideceksin.
- I would wait to see how things go.
- Ben olsam işlerin nasıl gideceğini görmek için beklerdim.
- And then Rigsby wants to go check out those cabins.
- Ve sonra Rigsby gidip şu kabinlere göz atmak istiyor.
- However, if you definitely want me to go, I will go.
- Ancak, ille de gitmemi istiyorsanız, giderim.
- Went to this really nice restaurant in the city.
- Şehirdeki çok şık bir restorana gittim.
- I didn't go yesterday, so I have to go today.
- Dün gitmedim, bu nedenle bugün gitmek zorundayım.
- Tom said he'll go to Boston in October.
- Tom ekimde Boston'a gideceğini söyledi.
- Tom can go first.
- Tom önce gidebilir.
- I need to go to Boston.
- Boston'a gitmem gerek.
- Tom wanted to go to Boston with Mary.
- Tom Mary ile Boston'a gitmek istiyordu.
- He wants to go.
- O gitmek istiyor.
- How stupid of you to go there alone!
- Senin oraya yalnız gitmen ne kadar da aptalca!
- Why don't you just go talk to him?
- Neden gidip onunla konuşmuyorsun?
- Tom insisted that I go there with Mary.
- Tom oraya Mary ile gitmem için ısrar etti.
- He went to visit her at the hospital every Monday.
- O, her pazartesi onu hastanede ziyaret etmek için gitti.
- I'm going to Tokyo with work next week.
- Önümüzdeki hafta iş için Tokyo'ya gidiyorum.
- Tom told me that he and Mary were planning on going to the beach this coming weekend.
- Tom bana o ve Mary'nin bu gelen hafta sonunda sahile gitmeyi planladıklarını söyledi.
- Why do you want to go to Boston?
- Neden Boston'a gitmek istiyorsunuz?
- Letting Tom go wasn't an option.
- Tom'un gitmesine izin vermek bir seçenek değildi.
- I'll definitely go to Boston with Tom.
- Kesinlikle Tom'la Boston'a gideceğim.
- Where will Tom go?
- Tom nereye gidecek?
- How is your business going?
- İşlerin nasıl gidiyor?
- I didn't go there by myself.
- Oraya tek başıma gitmedim.
- Tom told us the reason why he didn't want to go.
- Tom neden gitmek istemediğinin sebebini bize söyledi.
- You don't know where Tom has gone, do you?
- Tom'un nereye gittiğini bilmiyorsun, değil mi?
- Tom didn't want to go to the doctor.
- Tom doktora gitmek istemedi.
- I want to go to the bathroom.
- Tuvalete gitmek istiyorum.
- You need to go change.
- Gidip üstünü değiştirmelisin.
- You look like somebody I went to high school with.
- Liseye beraber gittiğim birine benziyorsun.
- I want him gone by noon.
- Öğlene kadar gitmesini istiyorum.
- I don't want to go shopping alone.
- Alışverişe yalnız gitmek istemiyorum.
- Tom and I went to law school together.
- Tom ve ben birlikte hukuk fakültesine gittik.
- I'll go and ask Tom about it.
- O konuyu gidip Tom'a soracağım.
- I'm sure that Tom will ask Mary to go to the concert with him.
- Tom'un Mary'den konsere birlikte gitmeyi isteyeceğinden eminim.
- It went fine.
- Bu iyi gitti.
- Tom is going to be gone by the end of the week.
- Tom haftanın sonuna kadar gitmiş olacak.
- Tom probably thought I was going to Boston with him next weekend.
- Tom muhtemelen gelecek hafta sonu onunla Boston'a gideceğimi düşündü.
- I think Tom is likely to go to Boston in the near future.
- Bence Tom yakın gelecekte Boston'a gidecek.
- I didn't ask Tom where he'd gone.
- Tom'a nereye gittiğini sormadım.
- There is nothing to prevent my going.
- Gitmemi engelleyecek bir şey yok.
- That's why he did not go overseas to study.
- O yüzden okumak için yurtdışına gitmedi.
- I've promised to go to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gideceğime söz verdim.
- Tom told Mary he had to go home early.
- Tom Mary'ye eve erken gitmesi gerektiğini söyledi.
- I will go to buy the meat for the stew.
- Güveç için et almaya gideceğim.
- I'd like to go to Hawaii.
- Hawaii'ye gitmek isterdim.
- Tom still has a way to go.
- Tom'un daha gidecek yolu var.
- I didn't come to school yesterday because I had to go to a funeral.
- Dün cenazeye gitmek zorunda kaldığım için okula gelmedim.
- What dentist do you go to?
- Hangi diş hekimine gidiyorsun?
- They went to the zoo by bus yesterday.
- Dün otobüsle hayvanat bahçesine gittiler.
- You know where I'm going.
- Nereye gittiğimi biliyorsun.
- I'll go talk to Tom right now.
- Şimdi Tom'la konuşmaya gideceğim.
- Aren't you going fishing this afternoon?
- Bu öğleden sonra balık tutmaya gitmiyor musun?
- Where are you going anyway?
- Nereye gidiyorsun?
- I'll go and see Tom.
- Gidip Tom'u göreceğim.
- Where does Tom want you to go?
- Tom nereye gitmeni istiyor?
- Tom didn't go and I didn't either.
- Tom gitmedi ve ben de gitmedim.
- I want all my children to go to college.
- Bütün çocuklarımın üniversiteye gitmesini istiyorum.
- Go ahead and get dressed.
- Hadi gidip giyinin.
- I'm not going if Tom goes.
- Tom giderse ben gitmiyorum.
- Do you have any idea why Tom went to Boston?
- Tom'un neden Boston'a gittiği hakkında bir fikrin var mı?
- You do not have to go to the dance unless you want to.
- İstemiyorsanız dansa gitmek zorunda değilsiniz.
- Some go to school by bicycle, others go by bus.
- Bazıları okula bisikletle, bazıları otobüsle gidiyor.
- Do you want to go see a movie?
- Film seyretmeye gitmek ister misin?
- I go to the library every other day.
- İki günde bir kütüphaneye giderim.
- I went to Kyushu by airplane.
- Kyushu'ya uçakla gittim.
- Why don't we just go?
- Neden gitmiyoruz.
- I know where the blame goes.
- Suçun nereye gittiğini biliyorum.
- Tom went to the horse races once last summer.
- Tom geçen yaz bir kez at yarışlarına gitti.
- Let me just go talk to them.
- Gidip onlarla bir konuşayım.
- Did Tom say why he's going to Boston?
- Tom neden Boston'a gideceğini söyledi mi?
- Why didn't you go to the police?
- Neden polise gitmedin?
- Tom says he'll go to Boston soon.
- Tom yakında Boston'a gideceğini söylüyor.
- Go tell him that.
- Bunu ona söylemeye git.
- It's going to be very hard get there on time.
- Oraya zamanında gitmek çok zor olacak.
- We had intended never to go there again.
- Oraya bir daha gitmemeye niyetliydik.
- I didn't want Tom to go to Boston with me.
- Tom'un benimle Boston'a gitmesini istemedim.
- Tom didn't want to go abroad.
- Tom yurt dışına gitmek istemedi.
- I have to go to the doctor today.
- Bugün doktora gitmem gerekiyor.
- I may go abroad next year.
- Gelecek yıl yurt dışına gidebilirim.
- I went twice to Beijing and once to Shanghai.
- Ben iki defa Pekin'e ve bir kez de Şangay'a gittim.
- Tom asked me where to go.
- Tom bana nereye gideceğimi sordu.
- Tom asked me where Mary had gone to college.
- Tom bana Mary'nin üniversiteye nerede gittiğini sordu.
- It looks like Tom isn't interested in going with us.
- Tom, bizimle gitmeye ilgi duymuyor gibi görünüyor.
- We go to the seashore in the summer.
- Biz yazın deniz kenarına gideriz.
- Don't go over there.
- Oraya gitme.
- We might go to Boston next spring.
- Gelecek bahar Boston'a gidebiliriz.
- Where does Tom go from here?
- Tom buradan nereye gidiyor?
- I don't think you should go there with Tom.
- Oraya Tom'la birlikte gitmen gerektiğini düşünmüyorum.
- I don't think Tom will want to go with us.
- Tom'un bizimle gitmek isteyeceğini sanmıyorum.
- Jane has gone to France for good.
- Jane temelli olarak Fransa'ya gitti.
- Did you go to Tokyo Tower?
- Tokyo Kulesine gittin mi?
- Tom goes to school on foot.
- Tom okula yürüyerek gidiyor.
- Did you tell Tom why you want to go to Boston?
- Neden Boston'a gitmek istediğini Tom'a söyledin mi?
- Go ahead and get dressed.
- Git ve giyin.
- I should've gone to the dentist last week.
- Geçen hafta dişçiye gitmeliydim.
- You must go to work.
- İşe gitmek zorundasın.
- We're going this way.
- Biz bu yönden gidiyoruz.
- I might go there with Tom.
- Oraya Tom'la gidebilirim.
- Mary is saving money so she can go to Japan.
- Mary Japonya'ya gidebilmek için para biriktiriyor.
- I think we should let Tom go to Boston by himself.
- Bence Tom'un Boston'a tek başına gitmesine izin vermeliyiz.
- Do you want to go fishing?
- Balık tutmaya gitmek ister misin?
- I went to Italy for the second time in 1980.
- İtalya'ya 1980'de ikinci kez gittim.
- You should probably go.
- Muhtemelen gitmelisin.
- Everything was going as he had planned.
- Her şey onun planlamış olduğu gibi gidiyordu.
- Tom told me yesterday that Mary would go tomorrow.
- Tom bana dün Mary'nin yarın gideceğini söyledi.
- To tell the truth, I don't want to go with them.
- Doğruyu söylemek gerekirse, onlarla gitmek istemiyorum.
- Everything seems to be going OK.
- Her şey yolunda gidiyor gibi görünüyor.
- Tom drinks several cups of coffee every morning before he goes to work.
- Tom her sabah işe gitmeden önce birkaç fincan kahve içer.
- Tom is likely going to be leaving soon.
- Tom muhtemelen yakında gidecek.
- There's no need for her to go there herself.
- Oraya kendisinin gitmesine gerek yok.
- Tom has to go now.
- Tom şimdi gitmek zorunda.
- Tom doesn't plan on going this week.
- Tom bu hafta gitmeyi planlamıyor.
- It's a pity that you have to go.
- Gitmek zorunda olman çok yazık.
- I know it's time to go.
- Gitme vaktinin geldiğini biliyorum.
- I suggested to her that we go to the movies after he came home.
- Ona eve geldikten sonra sinemaya gitmemizi önerdim.
- May I go to the bathroom?
- Tuvalete gidebilir miyim?
- I'm afraid you'll have to go in person.
- Korkarım şahsen gitmeniz gerekecek.
- You're going the wrong way.
- Yanlış yolda gidiyorsunuz.
- If you want to, we'll go.
- İsterseniz gideriz.
- Tom and Mary went to a nudist club.
- Tom ve Mary bir çıplaklar kulübüne gittiler.
- I feel bad about not having gone to his funeral.
- Cenazesine gitmediğim için kendimi kötü hissediyorum.
- We're going to my place.
- Benim evime gidiyoruz.
- I plan to go to her cocktail party.
- Onun kokteyl partisine gitmeyi planlıyorum.
- Tom wanted to go to Harvard.
- Tom Harvard'a gitmek istiyordu.
- My sister will go to Tokyo next year.
- Kız kardeşim gelecek sene Tokyo'ya gidecek.
- I went to Paris.
- Ben Paris'e gittim.
- I often go fishing with them.
- Ben sık sık onlarla birlikte balık tutmaya giderim.
- Tom and Mary are going.
- Tom ve Mary gidiyor.
- You're going the wrong way, aren't you?
- Yanlış yöne gidiyorsun, değil mi?
- It's necessary for you to go.
- Senin gitmen gerekiyor.
- I need you to go to the post office for me.
- Benim için postaneye gitmenizi istiyorum.
- Does he go to school by bus?
- Okula otobüsle mi gidiyor?
- We have to go.
- Gitmeliyiz.
- Tom asked me this morning if I wanted to go jogging with him.
- Bu sabah Tom bana onunla koşmaya gitmek isteyip istemediğimi sordu.
- I want you to go to your room and lock the door.
- Odana gitmeni ve kapıyı kilitlemeni istiyorum.
- Mother is going to town.
- Anne kente gidiyor.
- Tom went over and sat down next to Mary.
- Tom gitti ve Mary'nin yanına oturdu.
- I want to go to Japan someday.
- Bir gün Japonya'ya gitmek istiyorum.
- If I were in your shoes, I wouldn't go at all.
- Senin yerinde olsaydım, hiç gitmezdim.
- I'll have to go myself.
- Kendim gitmek zorunda kalacağım.
- Tom went to the beach last week.
- Tom geçen hafta sahile gitti.
- Tom told Mary that he thought she shouldn't go there by herself.
- Tom Mary'ye oraya kendi başına gitmemesi gerektiğini düşündüğünü söyledi.
- Does this car go to Jingan temple?
- Bu araba Jingan tapınağına mı gidiyor?
- Tom isn't happy about not going to the dance.
- Tom dansa gitmediği için mutlu değil.
- I told Tom where I'd gone.
- Tom'a nereye gittiğimi söyledim.
- We're going to Tom's birthday party tomorrow, right?
- Yarın Tom'un doğum günü partisine gidiyoruz, değil mi?
- Have you decided where you're going next summer?
- Gelecek yaz nereye gideceğine karar verdin mi?
- Tom doesn't want to go to Boston with us.
- Tom bizimle Boston'a gitmek istemiyor.
- Last night went great.
- Dün gece harika gitti.
- She's going to New York on Sunday.
- O, pazar günü New York'a gidiyor.
- I'll go right now.
- Hemen giderim.
- They go to movies together.
- Birlikte sinemaya gidiyorlar.
- We no longer go to eat at the Indian restaurant.
- Biz artık Hint restoranında yemek yemeye gitmiyoruz.
- Why should I care where Tom goes?
- Tom'un nereye gittiği neden umurumda olsun?
- Tom told Mary to go home early.
- Tom Mary'ye eve erken gitmesini söyledi.
- I'm going to Tom's office.
- Tom'un bürosuna gidiyorum.
- Tom didn't go to Boston by car.
- Tom Boston'a arabayla gitmedi.
- I'm not going on vacation this summer.
- Bu yaz tatile gitmeyeceğim.
- Tom went to Boston at the end of October.
- Tom Ekim sonunda Boston'a gitti.
- I thought I told you never to go there alone.
- Sana oraya asla yalnız gitmemeni söylediğimi düşündüm.
- Fred is going to Europe on Monday.
- Fred pazartesi günü Avrupa'ya gidiyor.
- Tom asked Mary if she'd go to John's art exhibit.
- Tom, Mary'ye John'un sanat sergisine gidip gitmeyeceğini sordu.
- I suggest you go to the hospital with Tom.
- Tom'la hastaneye gitmeni öneririm.
- Please tell Tom where he needs to go.
- Lütfen Tom'a nereye gitmesi gerektiğini söyle.
- I used to love going to the beach.
- Eskiden sahile gitmeyi severdim.
- Is it true that Tom went to Boston?
- Tom'un Boston'a gittiği doğru mu?
- How do you plan to go to Boston?
- Boston'a nasıl gitmeyi düşünüyorsun?
- Tom ought to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmeli.
- She went to Europe via America.
- O Amerika üzerinden Avrupa'ya gitti.
- The loss of money made it impossible for him to go abroad.
- Para kaybı onun yurt dışına gitmesini imkansız hale getirdi.
- Mary begged Tom not to go.
- Mary Tom'a gitmemesi için yalvardı.
- Do you think Tom will go willingly?
- Tom'un isteyerek gideceğini düşünüyor musun?
- Excuse me, what is the shortest way to go to the station?
- Affedersiniz, istasyona gitmenin en kısa yolu nedir?
- They had no place to go.
- Gidecek yerleri yoktu.
- Tom wants Mary to go to the dance with him.
- Tom, Mary'nin onunla dansa gitmesini istiyor.
- Do you need a visa to go to Australia if you have a British passport?
- İngiliz pasaportunuz varsa Avustralya'ya gitmek için vizeye ihtiyacınız var mı?
- If he doesn't come, we won't go.
- O gelmezse, biz gitmeyiz.
- My brother went to the United States to study law.
- Kardeşim hukuk okumak için Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti.
- If I could go, I would.
- Eğer gidebilseydim, giderdim.
- In which direction did he go?
- Hangi yöne gitti?
- No one knows where Tom's gone.
- Kimse Tom'un nereye gittiğini bilmiyor.
- Is Tom going to Boston?
- Tom, Boston'a mı gidiyor?
- Why would we want to go to Boston?
- Neden Boston'a gitmek isteriz?
- Sami went to the police department.
- Sami polis karakoluna gitti.
- They may go.
- Gidebilirler.
- I go to the same school as Tom.
- Tom'la aynı okula gidiyoruz.
- I need to go change into something warmer.
- Gidip daha sıcak bir şeyler giymeliyim.
- I love going to the beach.
- Plaja gitmeyi seviyorum.
- I went to open the door.
- Kapıyı açmaya gittim.
- Didn't Tom go to Mary's house?
- Tom Mary'nin evine gitmedi mi?
- Layla wanted to go pick up her friend.
- Layla arkadaşını almaya gitmek istedi.
- Tom said he didn't plan on going back there again.
- Tom oraya tekrar gitmeyi planlamadığını söyledi.
- Who did you go to the dance with?
- Kiminle dansa gittin?
- Tom jumped at the chance to go to Boston.
- Tom Boston'a gitme şansına atladı.
- I am going to the post office to buy stamps.
- Ben pul satın almak için postaneye gidiyorum.
- Is there anywhere special in Australia you want to go?
- Avustralya'da gitmek istediğin özel bir yer var mı?
- Tom loves going to museums.
- Tom müzelere gitmeyi sever.
- Where are your friends going?
- Arkadaşların nereye gidiyor?
- Tom doesn't need to go to Boston until next week.
- Tom'un önümüzdeki haftaya kadar Boston'a gitmesi gerekmiyor.
- Do you think Tom would like to go to Boston with us?
- Sizce Tom, bizimle Boston'a gitmek ister mi?
- You are free to go or to stay.
- Gitmekte ya da kalmakta özgürsün.
- I will go even if it should rain heavily.
- Şiddetli yağmur yağsa bile gideceğim.
- The poor Irishman was now left all alone, and did not know where the others had gone to, so he just stayed where he was, very sad and miserable.
- Zavallı İrlandalı şimdi yapayalnız kalmıştı ve diğerlerinin nereye gittiğini bilmiyordu, bu yüzden olduğu yerde kaldı, çok üzgün ve perişandı.
- I'll go to the grocery store across the street.
- Caddenin karşısındaki markete gideceğim.
- We must go and see them.
- Gitmek ve onları görmek zorundayız.
- She didn't go far.
- Çok uzağa gitmedi.
- Is it all right if I go?
- Gitsem sorun olur mu?
- I'm going to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gidiyorum.
- Tom won't let you go there by yourself.
- Tom senin oraya tek başına gitmene izin vermeyecek.
- Tom saw Mary across the room and went over to talk to her.
- Tom odanın öbür ucunda Mary'yi gördü ve onunla konuşmak için yanına gitti.
- Tom made up his mind to go to law school.
- Tom hukuk fakültesine gitmeye karar verdi.
- We'll be ready to go soon.
- Yakında gitmeye hazır olacağız.
- My studies are going okay.
- Çalışmalarım gayet iyi gidiyor.
- We went by bus as far as London.
- Otobüsle Londra'ya kadar gittik.
- Why can't I go to Boston?
- Neden Boston'a gidemiyorum?
- Go feed the chickens.
- Git tavukları besle.
- I begged Tom not to go.
- Tom'a gitmemesi için yalvardım.
- Dan went to London with his son, Matt, and his daughter, Linda.
- Dan, oğlu Matt ve kızı Linda ile birlikte Londra'ya gitti.
- He insists on going to the park with his father.
- Babasıyla parka gitmek için ısrar ediyor.
- Are you going to Tom's party tonight?
- Bu gece Tom'un partisine gidecek misin?
- I'd like to go to France one day.
- Bir gün Fransa'ya gitmek istiyorum.
- Are you very keen about going with them?
- Onlarla gitmeye çok istekli misin?
- I won't go to tonight's party if Tom is going to be there.
- Tom orada olacaksa bu akşamki partiye gitmeyeceğim.
- I'm thinking of going to Boston.
- Boston'a gitmeyi düşünüyorum.
- I must go and find her.
- Gidip onu bulmalıyım.
- Tom insisted on going.
- Tom gitmekte ısrar etti.
- I am going to America by plane.
- Amerika'ya uçakla gidiyorum.
- My sister insisted on going with me.
- Kız kardeşim benimle gitmekte ısrar etti.
- I was tired, so I went straight to bed.
- Yorgun olduğum için doğruca yatağa gittim.
- I will go to the school tomorrow.
- Yarın okula gideceğim.
- Her brother goes to school by bus.
- Kardeşi okula otobüsle gidiyor.
- He likes to go to the beach now and then.
- Ara sıra sahile gitmeyi seviyor.
- We can have a drink before we go to the restaurant.
- Restorana gitmeden önce bir şeyler içebiliriz.
- I'd much rather go by myself.
- Tek başıma gitmeyi tercih ederim.
- He is to go to Tokyo on business.
- İş için Tokyo'ya gidecek.
- Tell her we don't want to go.
- Ona gitmek istemediğimizi söyle.
- Mary's dream of going abroad finally became a reality.
- Mary'nin yurt dışına gitme hayali sonunda gerçek oldu.
- I think we should go now.
- Bence şimdi gitmeliyiz.
- I need to go somewhere and think.
- Bir yere gidip düşünmeliyim.
- Tom and Mary are going to a concert together.
- Tom ve Mary birlikte bir konsere gidiyorlar.
- Tom couldn't go to the concert because he had to work.
- Tom çalışmak zorunda olduğu için konsere gidemedi.
- I never should've let you go.
- Gitmene asla izin vermemeliydim.
- I'm dying to go to New York.
- New York'a gitmek için can atıyorum.
- Why not go talk to them?
- Neden gidip onlarla konuşmuyorsun?
- Tell me where we went.
- Gittiğimiz yeri bana söyle.
- Tom and I always go home together.
- Tom ve ben eve her zaman beraber gideriz.
- I think Tom didn't go to the party with Mary.
- Sanırım Tom, Mary ile partiye gitmedi.
- Tom knew why Mary went to Boston.
- Tom Mary'nin neden Boston'a gittiğini biliyordu.
- He goes there at 6 p.m.
- Oraya akşam 6'da gidiyor.
- Fadil is the person you would go to to share your troubles.
- Fadıl, dertlerinizi paylaşmak için gideceğiniz kişidir.
- Tom's parents told me that he would be going to Harvard.
- Tom'un ailesi bana onun Harvard'a gideceğini söyledi.
- I wish I could go, too.
- Keşke ben de gidebilsem.
- Tom didn't come to school today because he had to go to a funeral.
- Tom bugün okula gelmedi çünkü bir cenazeye gitmesi gerekiyordu.
- Where do you not want to go?
- Sen nereye gitmek istiyorsun?
- I don't want to go with you.
- Seninle gitmek istemiyorum.
- Tom said Mary should go.
- Tom Mary'nin gitmesi gerektiğini söyledi.
- We have to go, guys.
- Gitmeliyiz, çocuklar.
- I thought Tom had gone to Boston.
- Tom'un Boston'a gittiğini düşündüm.
- Things don't always go your way.
- İşler her zaman yolunda gitmez.
- We go into the club.
- Kulübe gidiyoruz.
- Tom went to a boarding school.
- Tom yatılı bir okula gitti.
- We will go, but without you.
- Gideceğiz ama sensiz.
- Don't you want to go on foot?
- Yaya olarak gitmek istemiyor musunuz?
- I guess we should go get something to eat.
- Sanırım yiyecek bir şey almaya gitmeliyiz.
- I went to the refrigerator to get myself another beer.
- Kendime bir bira daha getirmek için buzdolabına gittim.
- We don't have enough money to go to Boston by airplane.
- Boston'a uçakla gitmek için yeterli paramız yok.
- He went there, never to return.
- Oraya bir daha dönmemek üzere gitti.
- I'd like to go to Boston again someday.
- Birgün tekrar Boston'a gitmek istiyorum.
- During the test, she felt very sick, so she got a pass to go to the toilet.
- Sınav sırasında kendini çok hasta hissetti, bu yüzden tuvalete gitmek için izin aldı.
- Evidently, Tom didn't want to go.
- Belli ki Tom gitmek istememiş.
- Tom went to the bathroom to wash his hands.
- Tom ellerini yıkamak için tuvalete gitti.
- I wanted to go there with her, but I was too busy.
- Oraya onunla gitmek istiyordum ama ben çok meşguldüm.
- You will have to go to England next year.
- Seneye İngiltere'ye gitmen gerekecek.
- Tom went to Australia and stayed there the rest of his life.
- Tom Avustralya'ya gitti ve hayatının geriye kalan kısmında orada kaldı.
- I'm going to Paris this month.
- Bu ay Paris'e gidiyorum.
- They went to the public swimming pool.
- Onlar halka açık yüzme havuzuna gittiler.
- Why don't you guys go get ready for school?
- Neden gidip okul için hazırlanmıyorsunuz?
- Go and wake up Mary.
- Git ve Mary'yi kaldır.
- Linda went to the park to listen to the music.
- Linda müzik dinlemek için parka gitti.
- Tomorrow, I am going to my home town.
- Yarın memleketime gidiyorum.
- Where did you go fishing?
- Balığa nereye gittin?
- How are the negotiations going?
- Müzakereler nasıl gidiyor?
- I'll go see what I can find out.
- Gidip ne bulabileceğime bakacağım.
- I thought you wanted to go to Boston with us.
- Bizimle Boston'a gitmek istediğini sanmıştım.
- Whether we go or not depends on whether or not Tom wants to go.
- Gidip gitmememiz Tom'un gitmek isteyip istememesine bağlı.
- Where did Tom say he wanted to go?
- Tom nereye gitmek istediğini söyledi?
- He went to England to study music.
- Müzik eğitimi almak için İngiltere'ye gitti.
- Instead of sending somebody on your behalf, you had better go and speak in person.
- Adınıza birini göndermek yerine gidip yüz yüze konuşsanız daha iyi olur.
- Tom and I often go to Boston.
- Tom'la ve ben sık sık Boston'a gidiyoruz.
- Do you want to go to the movies tomorrow night?
- Yarın gece sinemaya gitmek istiyor musun?
- I'm going because I want to.
- İstediğim için gidiyorum.
- I plan to go to France next year.
- Gelecek yıl Fransa'ya gitmeyi planlıyorum.
- I'd like for you to go.
- Gitmeni istiyorum.
- Go to the garage.
- Garaja gidin.
- Tom really wants to go.
- Tom gerçekten gitmek istiyor.
- Tom can't go right now.
- Tom şimdi gidemez.
- Why did you say yes if you didn't want to go?
- Gitmek istemiyorsan neden evet dedin?
- I hope they let Tom go.
- Umarım Tom'un gitmesine izin verirler.
- Tom didn't want to go with us.
- Tom bizimle gitmek istemedi.
- He made me go.
- Beni gitmeye zorladı.
- I should probably go and spend some time with Tom.
- Muhtemelen gidip Tom'la biraz zaman geçirmeliyim.
- You should go to the FBI.
- FBI'a gitmelisin.
- Where does Tom want to go?
- Tom nereye gitmek istiyor?
- I don't care if you go or not.
- Gidip gitmemen umurumda değil.
- We had not gone very far when it started to rain.
- Yağmur yağmaya başladığında fazla uzağa gitmemiştik.
- Tom told Mary not to go.
- Tom Mary'ye gitmemesini söyledi.
- Though I've decided to go to the party, I'm not looking forward to it.
- Partiye gitmeye karar vermeme rağmen, bunu dört gözle beklemiyorum.
- Have you gone to places like Boston and Chicago?
- Boston ve Şikago gibi yerlere gittin mi?
- They won't let you go.
- Gitmene izin vermeyecekler.
- Could you go get my tools from the shop?
- Gidip dükkandan aletlerimi getirebilir misin?
- I think I need to go.
- Sanırım gitmem gerekiyor.
- I have to go pick up Tom from school.
- Tom'u okuldan almaya gitmeliyim.
- I can't let you go.
- Gitmene izin veremem.
- Did you say you would go?
- Gideceğini söylemiş miydin?
- Tom doesn't know where he should go.
- Tom nereye gitmesi gerektiğini bilmiyor.
- Whether we go or not depends on whether Tom wants to go.
- Gidip gitmememiz Tom'un gitmek isteyip istemediğine bağlı.
- Tom went over to talk to Mary.
- Tom, Mary ile konuşmaya gitti.
- Tom is going to the bank.
- Tom bankaya gidiyor.
- Tom didn't go far.
- Tom uzağa gitmedi.
- I go often.
- Sık sık giderim.
- Sami has nowhere to go.
- Sami'nin gidecek hiçbir yeri yok.
- Tom couldn't go to college because his family didn't have enough money.
- Tom, ailesinin yeterli parası olmadığı için üniversiteye gidemedi.
- I used to love going to the beach.
- Ben plaja gitmeyi severdim.
- I tried to convince Tom to go to Boston with me.
- Benimle Boston'a gitmesi için Tom'u ikna etmeye çalıştım.
- I had to go to Boston.
- Boston'a gitmek zorundaydım.
- We shouldn't have let them go.
- Onların gitmesine izin vermemeliydik.
- Tom never said that he wanted to go.
- Tom gitmek istediğini hiç söylemedi.
- I'm going to go and get my driver's license.
- Gidip ehliyetimi alacağım.
- Where did your friends go?
- Arkadaşların nereye gitti?
- I assumed that I'd go alone.
- Yalnız gideceğimi sandım.
- Where can I go to buy art books and catalogs?
- Sanat kitapları ve kataloglar almak için nereye gidebilirim?
- Tom doesn't necessarily have to go.
- Tom'un gitmesi gerekmiyor.
- Tom went to his study and locked the door.
- Tom çalışma odasına gitti ve kapıyı kilitledi.
- I'm not so sure I want to go to Boston.
- Boston'a gitmek istediğimden pek emin değilim.
- Tom was supposed to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesi gerekiyordu.
- I wasn't ready to go.
- Ben gitmek için hazır değildim.
- She advised him to go there alone.
- Oraya yalnız gitmesini tavsiye etti.
- Do you want to go anywhere else?
- Başka bir yere gitmek ister misin?
- I want to go to Bali.
- Bali'ye gitmek istiyorum.
- Tom said he didn't plan to go this week.
- Tom bu hafta gitmeyi planlamadığını söyledi.
- Tom won't have to go to Boston this month.
- Tom bu ay Boston'a gitmek zorunda kalmayacak.
- Aren't you going to Mary's party?
- Mary'nin partisine gitmiyor musun?
- Tom has a long way to go.
- Tom'un daha gidecek çok yolu var.
- Do you know where she's gone?
- Onun nereye gittiğini biliyor musun?
- Why do you need to go to Boston this week?
- Neden bu hafta Boston'a gitmen gerekiyor?
- Don't go picking the flowers in the flower bed, or else you'll be caught.
- Çiçeklikteki çiçekleri toplamaya gitme, yoksa yakalanırsın.
- I do not want to go to the theater.
- Tiyatroya gitmek istemiyorum.
- The bus goes from here to the garage.
- Otobüs buradan garaja gidiyor.
- They might go.
- Gidebilirler.
- I should go talk to them.
- Onlarla konuşmaya gitmeliyim.
- I have no intention of going there by myself.
- Oraya tek başıma gitmeye hiç niyetim yok.
- Tom likes going to the library.
- Tom kütüphaneye gitmekten hoşlanır.
- Tom is going to get help.
- Tom yardım almaya gidiyor.
- I have to go to my office.
- Ofisime gitmeliyim.
- Go buy some whipping cream.
- Biraz şekerli krema almaya git.
- She did not want to go, but her father made her go.
- Gitmek istemedi ama babası onu gitmeye zorladı.
- I'll go get him.
- Gidip onu alacağım.
- I used to go to the beach every day.
- Eskiden her gün sahile giderdim.
- Let's just go find them.
- Hadi gidip onları bulalım.
- You have to go to the doctor.
- Doktora gitmen lazım.
- I'm going to go take a nap.
- Gidip şekerleme yapacağım.
- She went to college after she got married.
- O, evlendikten sonra üniversiteye gitti.
- Sami went to talk to his crazy neighbor.
- Sami çılgın komşusuyla konuşmaya gitti.
- I think you might like to go to the concert tonight.
- Bence bu akşamki konsere gitmek isteyebilirsin.
- I can't go any faster.
- Daha hızlı gidemem.
- Tom went to Boston on business last month.
- Tom geçen ay iş için Boston'a gitti.
- Tom wouldn't let Mary go.
- Tom, Mary'nin gitmesine izin vermedi.
- I'll go to a museum today.
- Bugün bir müzeye gideceğim.
- I have to go to a funeral today.
- Bugün bir cenazeye gitmeliyim.
- You should've gone to the dentist to have that tooth pulled out.
- O dişi çektirmek için dişçiye gitmeliydin.
- Tom went into the kitchen to get some coffee.
- Tom kahve almak için mutfağa gitti.
- We aren't going.
- Gitmiyoruz.
- Why are you going to Tom's again?
- Neden tekrar Tom'un evine gidiyorsun?
- I don't think Tom knows where Mary is going.
- Tom'un Mary'nin nereye gittiğini bildiğini sanmıyorum.
- He usually went to the beach on Friday.
- Genellikle cuma günü sahile giderdi.
- Every time I go there, I meet her.
- Oraya ne zaman gitsem, onunla karşılaşırım.
- Tom said that you'd want to go with us.
- Tom bizimle gitmek istediğini söyledi.
- Everybody knows you went to Boston.
- Boston'a gittiğini herkes biliyor.
- I don't think God wants me to go to work!
- Tanrı'nın benim işe gitmemi istediğini sanmıyorum!
- If you don't know where you're going, you'll certainly get there.
- Nereye gittiğini bilmiyorsan, kesinlikle oraya varırsın.
- I thought you wanted to go with us.
- Bizimle birlikte gitmek istediğini sanıyordum.
- We used to go to the movies on Saturday evening.
- Cumartesi akşamları sinemaya giderdik.
- I'm glad you talked me into going.
- Beni gitmeye ikna ettiğin için memnun oldum.
- He would go fishing in the river when he was a child.
- Çocukken nehirde balık tutmaya giderdi.
- At what time should we go to the station?
- Saat kaçta istasyona gitmemiz gerekir?
- Tom went to a private school.
- Tom özel bir okula gitti.
- Tom goes to the same school as I do.
- Tom benimle aynı okula gidiyor.
- Can you tell me where we're going?
- Nereye gittiğimizi bana söyleyebilir misin?
- You will be going soon.
- Yakında gidiyor olacaksın.
- Tom likes to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmekten hoşlanıyor.
- Now where are you going?
- Şimdi nereye gidiyorsun?
- She told me where to go.
- Nereye gideceğimi söyledi.
- I would never go there by myself.
- Ben oraya asla kendim gitmezdim.
- My father is to go to London on business.
- Babam iş için Londra'ya gidecek.
- Dan went to his first exam unprepared.
- Dan ilk sınavına hazırlıksız gitti.
- I told you I didn't want to go to Boston.
- Sana Boston'a gitmek istemediğimi söylemiştim.
- I don't really want to go to Tom's party.
- Gerçekten Tom'un partisine gitmek istemiyorum.
- If it rains tomorrow, I will not be going.
- Yarın yağmur yağarsa, gitmiyor olurum.
- I will go to the park.
- Ben parka gideceğim.
- I didn't know you went to law school.
- Senin hukuk fakültesine gittiğini bilmiyordum.
- I want to go to Korea.
- Kore'ye gitmek istiyorum.
- I'd rather have gone to the concert last night.
- Dün gece konsere gitmeyi tercih ederdim.
- Tom advised Mary to not go to Boston with John.
- Tom, Mary'ye John'la Boston'a gitmemesini tavsiye etti.
- Tom's not at all sure where he should go.
- Tom nereye gitmesi gerektiğinden hiç emin değil.
- Do I have to go?
- Gitmek zorunda mıyım?
- We should go get something to eat.
- Gidip yiyecek bir şeyler almalıyız.
- Where are you planning on going this evening?
- Bu akşam nereye gitmeyi planlıyorsun?
- Go get me another beer.
- Git bana bir bira daha getir.
- There are no books in Russian here, we should go to another store in the center of the city.
- Burada Rusça kitap yok, şehrin merkezindeki başka bir mağazaya gitmeliyiz.
- I'll go to Boston with Tom.
- Tom ile Boston'a gideceğim.
- We're getting ready to go.
- Gitmeye hazırlanıyoruz.
- It's high time you got going.
- Gitmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
- I should like to go with you.
- Seninle gitmek istiyorum.
- My friend has proposed to me that I go play in the street.
- Arkadaşım bana gidip sokakta oynamamı teklif etti.
- She went to Europe via America.
- Amerika üzerinden Avrupa'ya gitti.
- I go to a restaurant every other day.
- Ben gün aşırı bir restorana giderim.
- Did you go to Boston that day?
- O gün Boston'a gittin mi?
- I'm going to the repair shop.
- Tamir atölyesine gidiyorum.
- Are you all set to go?
- Gitmeye hazır mısınız?
- Tom and I shouldn't have gone there by ourselves.
- Tom ve ben oraya kendi başımıza gitmemeliydik.
- We're going to my brother's.
- Erkek kardeşimin evine gidiyoruz.
- I'd like to go with you, but I can't.
- Seninle gitmek istiyorum ama gidemiyorum.
- They've gone to buy a baseball.
- Beyzbol topu almaya gittiler.
- We'll go wash ourselves in the river tomorrow.
- Yarın nehirde yıkanmaya gideceğiz.
- Have you decided to go to Australia?
- Avustralya'ya gitmeye karar verdin mi?
- Tom went into the kitchen to get some coffee.
- Tom biraz kahve almak için mutfağa gitti.
- Sami went to a private school.
- Sami özel bir okula gitti.
- Are you going to go with us?
- Bizimle gidecek misin?
- Tom gave me permission to go.
- Tom bana gitmem için izin verdi.
- I gotta go to the hospital.
- Hastaneye gitmem gerek.
- Tom is still planning to go, isn't he?
- Tom hâlâ gitmeyi planlıyor, değil mi?
- She made up her mind to go abroad.
- Yurt dışına gitmeye karar verdi.
- How do you go to work?
- İşe nasıl gidersin?
- If you have a fever, it would be a good idea to go to the hospital right away.
- Ateşiniz varsa, hemen hastaneye gitmek iyi bir fikir olacaktır.
- Go get me a sweater.
- Git bana bir kazak getir.
- I'll go find her.
- Gidip onu bulacağım.
- I want to learn some Turkish to go to Germany.
- Almanya'ya gitmek için biraz Türkçe öğrenmek istiyorum.
- Klearchos tried to force the soldiers to go; but they threw stones at him.
- Klearchos askerleri gitmeye zorlamaya çalıştı; ama askerler ona taş attılar.
- I'm going to let you go.
- Gitmene izin vereceğim.
- Tom didn't tell me why he was going to Boston.
- Tom bana neden Boston'a gideceğini söylemedi.
- We'd better go help them.
- Gidip onlara yardım etsek iyi olur.
- Tom might go.
- Tom gidebilir.
- I need to go home a little early today.
- Bugün eve biraz erken gitmem gerekiyor.
- Let me see if Tom is ready to go.
- Tom gitmeye hazır mı bir bakayım.
- Tom went to Boston a week ago.
- Tom bir hafta önce Boston'a gitti.
- My sister went to Italy to study.
- Kız kardeşim okumak için İtalya'ya gitti.
- Tom and Mary go to the same church.
- Tom ve Mary aynı kiliseye gidiyorlar.
- He went to the store.
- Dükkana gitti.
- Next year, Tom and I are going to Boston.
- Gelecek yıl, Tom ve ben Boston'a gidiyoruz.
- She used to go to the museum on Sundays.
- Pazarları müzeye giderdi.
- I suppose it makes sense to go ahead and pay the bill right now.
- Gidip faturayı hemen ödemek sanırım mantıklı olur.
- Go ahead alone!
- Yalnız gidin!
- I went rock climbing with Tom last weekend.
- Geçen hafta sonu Tom'la kaya tırmanışına gittik.
- I'll convince him not to go.
- Onu gitmemeye ikna ederim.
- She went to the movies by herself.
- Sinemaya tek başına gitti.
- Do you want to go abroad?
- Yurtdışına mı gitmek istiyorsunuz?
- If you don't want me to go, I won't.
- Eğer gitmemi istemiyorsan, gitmem.
- Tom talked Mary into going.
- Tom Mary'yi gitmeye ikna etti.
- She left the farm to go to the city.
- O, şehre gitmek için çiftlikten ayrıldı.
- I'm going to get you.
- Seni almaya gidiyorum.
- Know before going.
- Gitmeden önce bil.
- Tom is going to tell Mary where he thinks John went.
- Tom, John'un nereye gittiğini düşündüğünü Mary'ye söyleyecek.
- I won't go away.
- Bir yere gitmiyorum.
- Should I go with you?
- Seninle gitmeli miyim?
- Tom decided to go to the party.
- Tom partiye gitmeye karar verdi.
- Why does Tom have to go anywhere?
- Tom neden bir yere gitmek zorunda?
- Tom shouldn't go there by himself.
- Tom oraya kendi başına gitmemeli.
- His parents said that he should go to the university.
- Ailesi üniversiteye gitmesi gerektiğini söyledi.
- How could you let him go?
- Gitmesine nasıl izin verdin?
- Let's let the workers go home early today.
- Bırakalım da işçiler bugün evlerine erken gitsinler.
- Tom didn't go to the market.
- Tom pazara gitmedi.
- On September 3rd, I will go from Los Angeles to Seoul with a friend.
- 3 Eylülde, bir arkadaşla birlikte Los Angeles'tan Seoul'e gideceğim.
- When did you find out that Tom wasn't the one who Mary wanted to go to the dance with?
- Mary'nin birlikte dansa gitmek istediği kişinin Tom olmadığını ne zaman anladın?
- Does Tom really want to go?
- Tom gerçekten gitmek istiyor mu?
- I persuaded Tom to go to Boston.
- Tom'u Boston'a gitmek için ikna ettim.
- I'm not going to leave if you don't want me to.
- Sen istemezsen gitmeyeceğim.
- We're going to Boston tomorrow.
- Yarın Boston'a gidiyoruz.
- Does this bus go to the Hilton Hotel?
- Bu otobüs Hilton Oteli'ne gidiyor mu?
- You're the only one who wants to go home early today, aren't you?
- Bugün eve erken gitmek isteyen tek kişi sensin, değil mi?
- I understand now why he didn't go to a university.
- Onun niçin üniversiteye gitmediğini şimdi anlıyorum.
- I couldn't speak Berber when I first went there.
- Oraya ilk gittiğimde Berberice konuşamıyordum.
- That's where we'll go.
- Oraya gideceğiz.
- I don't have to go to work today.
- Bugün işe gitmek zorunda değilim.
- Tom told me that he wanted to go to Australia next year.
- Tom bana gelecek yıl Avustralya'ya gitmek istediğini söyledi.
- I thought Tom would ask Mary to go with him to Boston.
- Tom'un Mary'den onunla Boston'a gitmesini isteyeceğini düşünmüştüm.
- Why don't you just let me go?
- Neden gitmeme izin vermiyorsun?
- I have to go to the little boys' room.
- Küçük çocukların odasına gitmem gerekiyor.
- Tom doesn't need to know where I'm going.
- Tom'un nereye gittiğimi bilmesine gerek yok.
- I think I should go to Boston.
- Sanırım Boston'a gitmeliyim.
- You're not going like that, are you?
- Böyle gitmeyeceksin, değil mi?
- We have to go now.
- Şimdi gitmeliyiz.
- If you go to that supermarket, you can buy most things you use in your daily life.
- Şu süpermarkete giderseniz, günlük hayatınızda kullandığınız çoğu şeyi satın alabilirsiniz.
- Are you sure you don't want to go?
- Gitmek istemediğinden emin misin?
- He already intends to go to the sea.
- Zaten denize gitmeye niyetli.
- Tom is supposed to go to Boston next week.
- Tom'un gelecek hafta Boston'a gitmesi gerekiyor.
- I think you ought to let Tom go home early.
- Sanırım Tom'un eve erken gitmesine izin vermelisin.
- Tom is supposed to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesi gerekiyor.
- I didn't agree to go to Boston with Tom.
- Tom ile Boston'a gitmeyi kabul etmedim.
- The house went cheap.
- Ev ucuza gitti.
- Tom had to go to Boston with Mary.
- Tom Mary ile Boston'a gitmek zorunda kaldı.
- Let me go in place of him.
- Onun yerine gideyim.
- Tom, Mary and a few other people went yesterday.
- Tom, Mary ve birkaç kişi daha dün gitti.
- He didn't go, and neither did I.
- O da gitmedi, ben de gitmedim.
- Go play tennis with him.
- Git onunla tenis oyna.
- I think it's really important for you to go to Boston.
- Sanırın senin Boston'a gitmen gerçekten önemli.
- Go and read the Quranic verses yourself.
- Git ve Kur'an ayetlerini kendin oku.
- Can Tom go first?
- Tom önden gidebilir mi?
- Whether we go hiking or not depends on the weather.
- Yürüyüşe gidip gitmeyeceğimiz havaya bağlı.
- Who else is gone today?
- Bugün başka kim gitti?
- How far are you prepared to go?
- Ne kadar uzağa gitmeye hazırsınız?
- Tom went to visit his sister, Mary.
- Tom kız kardeşi Mary'yi ziyaret etmeye gitti.
- Tom thought Mary might like to go to Boston with him.
- Tom, Mary'nin onunla Boston'a gitmek isteyebileceğini düşündü.
- Tom went to Boston without even telling me he was planning to go there.
- Tom Boston'a gitmeyi planladığını bana bile söylemeden gitti.
- He went fishing in the river.
- Nehirde balık tutmaya gitti.
- Tom told Mary to go to the hospital.
- Tom Mary'ye hastaneye gitmesini söyledi.
- Tom is going to the concert with Mary.
- Tom, Mary ile konsere gidecek.
- Tom went to high school with Mary.
- Tom Mary ile liseye gitti.
- They went to Bible camp.
- Onlar İncil kampına gittiler.
- The beard's gone!
- Sakal gitti!
- Can we go over there?
- Oraya gidebilir miyiz?
- Did Tom say why Mary went to Boston?
- Tom, Mary'nin neden Boston'a gittiğini söyledi mi?
- Until he comes, I can't go.
- O gelinceye kadar gidemem.
- I can see why he chose not to go.
- Onun neden gitmemeyi seçtiğini anlayabiliyorum.
- They went to the music festival.
- Müzik festivaline gittiler.
- We went there in separate cars.
- Oraya ayrı arabalarla gittik.
- Tom said he isn't going to Mary's concert.
- Tom, Mary'nin konserine gitmeyeceğini söyledi.
- I suspect that Tom went to Boston last weekend.
- Tom'un geçen hafta sonu Boston'a gittiğinden şüpheleniyorum.
- You're free to go for now.
- Şimdilik gitmek için özgürsünüz.
- When does Tom have to go to Boston?
- Tom'un Boston'a ne zaman gitmesi gerekiyor?
- I don't understand why I need to go to your house at midnight.
- Neden gece yarısı senin evine gitmem gerektiğini anlamıyorum.
- Where are you all going so early in the morning?
- Sabahın köründe nereye gidiyorsunuz?
- I'm going to go now.
- Şimdi gidiyorum.
- That's why we let you go.
- Bundan dolayı gitmene müsaade ettik.
- How do you plan to go to Boston?
- Boston'a nasıl gitmeyi planlıyorsun?
- Go and talk to Tom.
- Git ve Tom'la konuş.
- I can get us some tickets to Tom's concert if you want to go.
- Eğer gitmek istersen Tom'un konseri için birkaç bilet satın alabilirim.
- I decided not to go.
- Gitmemeye karar verdim.
- Can I go now?
- Şimdi gidebilir miyim?
- Tom is the only one who knows where Mary went.
- Mary'nin nereye gittiğini bilen tek kişi Tom'dur.
- I've got to go and get them.
- Gidip onları getirmeliyim.
- It never occurred to me that Tom wouldn't want to go with us.
- Tom'un bizimle gitmek istemeyeceği hiç aklımdan geçmedi.
- Why don't you just tell Tom you don't want to go to Boston with him?
- Neden Tom'a onunla Boston'a gitmek istemediğini söylemiyorsun?
- Would you like to go to the theater this evening?
- Bu akşam tiyatroya gitmek ister misiniz?
- Go tell Tom yourself.
- Tom'a gidip kendin anlat.
- Would you prefer not to go?
- Gitmemeyi mi tercih edersin?
- I take my camera wherever I go.
- Gittiğim her yere fotoğraf makinemi de götürürüm.
- I'd really like to go to Boston with you.
- Seninle Boston'a gitmeyi çok isterim.
- I just went to check something.
- Sadece bir şeyi kontrol etmeye gittim.
- If you want to go to the art museum, take this bus.
- Eğer sanat müzesine gitmek istersen, bu otobüse bin.
- Prevent her from going.
- Gitmesini engelle.
- Do you want me to go without you?
- Sensiz gitmemi istiyor musun?
- I had to go there by myself.
- Oraya tek başıma gitmek zorunda kaldım.
- I didn't have to go, but I did.
- Gitmek zorunda değildim ama gittim.
- She often goes abroad.
- Yurt dışına çok gidiyor.
- Tom decided to go.
- Tom gitmeye karar verdi.
- I didn't let Tom go home early.
- Tom'un eve erken gitmesine izin vermedim.
- I'm going to the movies.
- Sinemaya gideceğim.
- Go and see if Tom is in his room.
- Git ve Tom'un odasında olup olmadığına bak.
- There's nowhere to go.
- Gidecek bir yer yok.
- We're going to go to Boston next.
- Bir dahaki sefere Boston'a gideceğiz.
- It's better not to go there alone.
- Oraya yalnız gitmemek en iyisi.
- I'm going to go to the United States on vacation.
- Birleşik Devletler'e tatile gideceğim.
- You said you were going to go to Boston this weekend.
- Bu hafta sonu Boston'a gideceğini söyledin.
- I'm going to the office.
- Ofise gidiyorum.
- Tom didn't have to go there himself.
- Tom oraya kendisi gitmek zorunda değildi.
- I went to a concert with him.
- Onunla bir konsere gittim.
- Tom is going to Boston to see Mary.
- Tom, Mary'yi görmek için Boston'a gidiyor.
- I go where Tom tells me to go.
- Tom nereye gitmemi söylerse oraya giderim.
- Is Tom going to leave today?
- Tom bugün gidecek mi?
- I love going to the movies.
- Ben sinemaya gitmeyi seviyorum.
- Sami went to the construction site.
- Sami şantiyeye gitti.
- Tom went to Australia.
- Tom Avustralya'ya gitti.
- I'm going to the station.
- Karakola gidiyorum.
- Where am I going?
- Ben nereye gidiyorum?
- I'm going to go talk to him.
- Onunla konuşmaya gideceğim.
- Everybody except Joe went to the party.
- Joe dışında herkes partiye gitti.
- Will you stay at home or go to school today?
- Bugün evde mi kalacaksın yoksa okula mı gideceksin?
- I always visit Tom when I go to Boston.
- Boston'a gittiğimde hep Tom'u ziyaret ederim.
- You can't just go up there.
- Oraya öylece gidemezsin.
- I feel like going to the movies.
- Canım sinemaya gitmek istiyor.
- Do you plan to go to college?
- Üniversiteye gitmeyi planlıyor musunuz?
- Tom wanted to go to Boston, but his father wouldn't let him.
- Tom Boston'a gitmek istiyordu ama babası ona izin vermedi.
- Tom will need to go further.
- Tom'un daha da ileri gitmesi gerekecek.
- Tell me you understand what went wrong.
- Bana neyin yanlış gittiğini anladığını söyle.
- Then where did you go?
- Sonra nereye gittin?
- Tom shouldn't go by himself.
- Tom tek başına gitmemeli.
- Why don't we go talk to Tom?
- Neden gidip Tom'la konuşmuyoruz?
- I suggest you let them go.
- Gitmelerine izin vermenizi öneririm.
- Where did Tom say he thought we should go?
- Tom nereye gitmemiz gerektiğini düşündüğünü söyledi?
- Go build something.
- Git bir şeyler inşa et.
- Tom told me you liked going to concerts.
- Tom bana konserlere gitmekten hoşlandığını söyledi.
- Tom asked me which way to go.
- Tom bana hangi yöne gideceğimi sordu.
- He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon.
- Sahile gitti ve denizin ötesine, ufka doğru baktı.
- Why didn't you go to Boston last weekend?
- Geçen hafta sonu neden Boston'a gitmedin?
- I thought I'd go with you.
- Seninle gideceğimi düşündüm.
- I hope I get the chance to go to Boston.
- Umarım Boston'a gitme şansım olur.
- I'm afraid to go there alone.
- Oraya yalnız gitmeye korkuyorum.
- Why don't you go to Tom's?
- Neden Tom'a gitmiyorsun?
- You don't have to go to the party unless you want to.
- İstemiyorsan partiye gitmek zorunda değilsin.
- I'm going to go change my clothes.
- Gidip üstümü değiştireceğim.
- Let me go with them.
- Onlarla gideyim.
- I wonder if Tom is going to Boston next week.
- Tom'un gelecek hafta Boston'a gidip gitmeyeceğini merak ediyorum.
- I'd rather go to the dance with you than with Tom.
- Dansa Tom'la gitmektense seninle gitmeyi tercih ederim.
- Please go faster.
- Lütfen daha hızlı git.
- We have to go there together.
- Oraya birlikte gitmeliyiz.
- He went to the post office to mail the letter.
- Mektubu postalamak için postaneye gitti.
- Tom went to a cheesemonger's shop to buy some cheese.
- Tom biraz peynir almak için bir peynirci dükkanına gitti.
- You had better go to the dentist.
- Diş doktoruna gitsen iyi olur.
- Tom also asked me to tell you he doesn't want to go.
- Tom ayrıca gitmek istemediğini sana söylememi söyledi.
- It's going fine.
- İyi gidiyor.
- Tom has decided not to go to college.
- Tom üniversiteye gitmemeye karar verdi.
- I fear that she won't want me to go on holidays in July.
- Temmuzda tatilde gitmemi istemeyeceğinden korkuyorum.
- I guess I'd better go.
- Sanırım gitsem iyi olacak.
- You should go home early.
- Sen eve erken gitmelisin.
- I thought you said you wanted to go with us.
- Bizimle gitmek istediğini söylediğini düşündüm.
- She goes to vocational school.
- Meslek okuluna gidiyor.
- Where else do I have to go?
- Başka nereye gitmek zorundayım?
- I don't have to go.
- Gitmek zorunda değilim.
- We broke up and went our own ways.
- Ayrıldık ve kendi yolumuza gittik.
- I think I'd better go and look for Tom.
- Sanırım gidip Tom'a baksam iyi olacak.
- You have to understand that I have to go now.
- Artık gitmem gerektiğini anlamalısınız.
- Tom said that Mary was going to Australia.
- Tom, Mary'nin Avustralya'ya gideceğini söyledi.
- I still go to Boston every summer.
- Hâlâ her yaz Boston'a giderim.
- My brother just went.
- Erkek kardeşim az önce gitti.
- Tom didn't say where he was going.
- Tom nereye gittiğini söylemedi.
- I had not gone very far when I was caught in a shower.
- Sağanağa yakalandığımda çok uzağa gitmemiştim.
- I told Tom where I wanted to go.
- Tom'a nereye gitmek istediğimi söyledim.
- He went to Osaka on important business.
- Önemli bir iş için Osaka'ya gitti.
- I went home angry.
- Eve öfkeli gittim.
- I'll go talk to him right now.
- Hemen şimdi onunla konuşmaya gideceğim.
- He advised her not to go there by herself.
- Oraya tek başına gitmemesini tavsiye etti.
- I have to go to the bank today.
- Bugün bankaya gitmek zorundayım.
- Did Tom say anything about going to Boston next week?
- Tom gelecek hafta Boston'a gitme hakkında bir şey söyledi mi?
- They have nowhere else to go.
- Gidecek başka yerleri yok.
- I won't go under any circumstances.
- Hiçbir koşulda gitmem.
- Tom wants you to go to Boston with Mary.
- Tom, Mary ile Boston'a gitmeni istiyor.
- There's nowhere for her to go.
- Onun gidebileceği bir yer yok.
- Why can't we go to Boston next weekend?
- Neden gelecek hafta sonu Boston'a gidemiyoruz?
- I went to the supermarket with my mom.
- Annemle süpermarkete gittim.
- I have a desire to go to England.
- İngiltere'ye gitme arzum var.
- I am thinking of going to the mountains.
- Dağlara gitmeyi düşünüyorum.
- Tom is gone, isn't he?
- Tom gitti, değil mi?
- You should go to specialist, for now I will prescribe you medicine.
- Uzmana gitmelisin, şimdilik sana ilaç yazacağım.
- I already said I'm not going.
- Gitmeyeceğimi söyledim bile.
- Sami went to Saudi Arabia for the traditional Muslim pilgrimage of hajj.
- Sami, Müslümanların geleneksel hac ibadeti için Suudi Arabistan'a gitti.
- I'm going to visit Boston next summer.
- Gelecek yaz Boston'a gideceğim.
- Have you ever wondered how fish survive in cold winter weather, or where they go when lakes and ponds freeze over?
- Soğuk kış havalarında balıkların nasıl hayatta kaldıklarını veya göller ve göletler donduğunda nereye gittiklerini hiç merak ettiniz mi?
- I don't want you to go.
- Gitmeni istemiyorum.
- Tom borrowed money to go to college.
- Tom üniversiteye gitmek için borç aldı.
- When he couldn't bear the pain any longer, he went to the hospital.
- Ağrıya daha fazla dayanamayınca hastaneye gitti.
- I think I'd better go.
- Sanırım gitsem iyi olur.
- Tom is going to have to go there by himself.
- Tom oraya tek başına gitmek zorunda kalacak.
- Tom is going with me tomorrow.
- Tom yarın benimle gidiyor.
- Why do you go to school on foot?
- Okula neden yürüyerek gidiyorsun?
- I assumed I'd go alone.
- Yalnız gideceğimi sandım.
- Tom told himself that he should go.
- Tom kendi kendine gitmesi gerektiğini söyledi.
- Peter doesn't want to go to Nepal with me.
- Peter benimle Nepal'e gitmek istemiyor.
- If Tom had had enough money, he would have gone to Boston with Mary.
- Tom'un yeterli parası olsaydı Mary'le Boston'a giderdi.
- I'm going to the center of town.
- Şehir merkezine gidiyorum.
- Tom says that he wants me to go to Boston with Mary.
- Tom, Mary ile Boston'a gitmemi istediğini söyledi.
- When Tom couldn't bear the pain any longer, he went to the hospital.
- Tom acıya daha fazla dayanamayınca hastaneye gitti.
- It's getting late, so we'd better get going.
- Geç oluyor, bu yüzden gitsek iyi olur.
- I don't have to go any further.
- Daha ileri gitmeme gerek yok.
- Tom wondered where Mary had gone.
- Tom, Mary'nin nereye gittiğini merak etti.
- I didn't know that Tom and Mary went to Boston together.
- Tom ve Mary'nin birlikte Boston'a gittiklerini bilmiyordum.
- Everything is going very well.
- Her şey çok iyi gidiyor.
- Yesterday, they went to the movies.
- Dün sinemaya gittiler.
- Tom plans to go by himself.
- Tom kendi başına gitmeyi planlıyor.
- We should go there together.
- Oraya birlikte gitmeliyiz.
- I used to go fishing with my father when I was a child.
- Ben bir çocukken babamla balık tutmaya giderdim.
- I hope Tom didn't go to Boston with Mary.
- Umarım Tom, Mary ile Boston'a gitmemiştir.
- Tom didn't want to go to the dentist's.
- Tom dişçiye gitmek istemedi.
- I went to the hospital to see my uncle.
- Amcamı görmek için hastaneye gittim.
- You don't have to go to today's meeting.
- Bugünkü toplantıya gitmek zorunda değilsin.
- The number of students going abroad is on the increase.
- Yurt dışına giden öğrenci sayısı artıyor.
- Nothing's going my way today.
- Bugün hiçbir şey istediğim gibi gitmiyor.
- Tom and I go jogging together almost every morning.
- Tom ve ben neredeyse her sabah birlikte koşuya gideriz.
- Tom is unlikely to want to go.
- Tom muhtemelen gitmek istemeyecektir.
- Tom or Mary go to the market.
- Tom veya Mary pazara giderler.
- Aren't you going to work today?
- Bugün işe gitmiyor musun?
- Tom talked to Mary's neighbors and asked them if they knew where she'd gone.
- Tom, Mary'nin komşularıyla konuştu ve nereye gittiğini bilip bilmediklerini sordu.
- Layla wanted to go pick up her friend.
- Leyla arkadaşını almaya gitmek istedi.
- Don't you want to go, too?
- Sen de gitmek istemiyor musun?
- He says we should go that way.
- O tarafa gitmemiz gerektiğini söylüyor.
- Fadil went to college.
- Fadıl koleje gitti.
- Maybe we'd better go look for Tom.
- Belki de Tom'u aramaya gitsek iyi olur.
- I didn't have to go.
- Gitmem gerekmiyordu.
- Why would Tom want to go with us?
- Tom neden bizimle gitmek istiyor?
- We also went to the temple.
- Biz de tapınağa gittik.
- Now we can go.
- Artık gidebiliriz.
- Do you know where she's gone?
- Nereye gittiğini biliyor musun?
- You may go.
- Gidebilirsin.
- Tom and I had to go there together.
- Tom ve ben oraya birlikte gitmek zorunda kaldık.
- I went to a nude beach in France.
- Fransa'da bir çıplaklar plajına gittim.
- Tom doesn't really know where to go.
- Tom gerçekten nereye gideceğini bilmiyor.
- Now Tom isn't going to the market.
- Şimdi Tom pazara gitmiyor.
- Why don't you go talk to Tom?
- Neden gidip Tom'la konuşmuyorsun?
- I hardly ever go to Boston.
- Boston'a neredeyse hiç gitmem.
- We didn't go anywhere.
- Biz bir yere gitmedik.
- I have to go to the store to buy some shampoo and toothpaste.
- Şampuan ve diş macunu almak için markete gitmem gerekiyor.
- You may as well go yourself.
- Kendiniz de gidebilirsiniz.
- I'm going to go tell him.
- Gidip ona söyleyeceğim.
- I'm excited about going to Boston.
- Boston'a gideceğim için heyecanlıyım.
- Where in the world is Tom going?
- Tom hangi cehenneme gidiyor?
- I went to the same school that Tom did.
- Tom'la aynı okula gittim.
- I'm going to go shave.
- Tıraş olmaya gideceğim.
- I have absolutely no intention of going there alone.
- Oraya yalnız gitmeye kesinlikle hiç niyetim yok.
- Tom goes to a private school.
- Tom özel bir okula gidiyor.
- You said you were going to buy a new car.
- Yeni bir araba almaya gittiğini söyledin.
- Unless it rains, I will go, too.
- Yağmur yağmazsa, ben de gideceğim.
- Tell me why you aren't planning on going to Boston with us.
- Neden bizimle Boston'a gitmeyi planlamadığını bana söyle.
- I went to the lawyer for legal help.
- Yasal yardım için avukata gittim.
- We had to let Tom go.
- Tom'un gitmesine izin vermek zorunda kaldık.
- Go get your hair cut.
- Git saçını kestir.
- I'd like to go.
- Gitmek istiyorum.
- I can't believe that he's gone now.
- Ben o artık gittiğine inanamıyorum.
- Tom went to Boston to see his mother.
- Tom, annesini görmek için Boston'a gitti.
- Tom slipped quietly out of bed and went into the kitchen.
- Tom sessizce yataktan çıktı ve mutfağa gitti.
- Tom used to go to parties.
- Tom partilere giderdi.
- Tom didn't tell me where he was going.
- Tom bana nereye gittiğini söylemedi.
- You can't possibly go.
- İmkanı yok gidemezsin.
- Let's hope things go more smoothly the next time.
- Bir dahaki sefere işlerin daha sorunsuz gitmesini umalım.
- You can't force me to go.
- Beni gitmeye zorlayamazsın.
- That didn't go too well.
- O çok iyi gitmedi.
- I'd better go check on them.
- Onları kontrol etmeye gitsem iyi olur.
- Are you going somewhere?
- Bir yere gidiyor musun?
- There's a fishing lodge near Boston that I often go to.
- Boston yakınlarında sık sık gittiğim bir balıkçı kulübesi var.
- Lopez went into the kitchen for a carton of milk.
- Lopez bir kutu süt için mutfağa gitti.
- Do you want to go?
- Gitmek ister misin?
- Tom went down to the kitchen.
- Tom aşağıya mutfağa gitti.
- Where is the five-legged lizard going?
- Beş bacaklı kertenkele nereye gidiyor?
- Did you tell Tom that I was going to Boston?
- Boston'a gittiğimi Tom'a söyledin mi?
- Tom had to go there alone.
- Tom oraya yalnız gitmek zorunda kaldı.
- Tom will go to Boston next month.
- Tom gelecek ay Boston'a gidecek.
- Tom has no desire to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmek gibi bir arzusu yok.
- Go without me.
- Bensiz git.
- I'll go to Tokyo by train.
- Tokyo'ya trenle gideceğim.
- I must go to the bank to get more money.
- Daha fazla para almak için bankaya gitmeliyim.
- Does this bus go to the beach?
- Bu otobüs plaja gidiyor mu?
- He's going to his room.
- Odasına gidiyor.
- Do you want me to go now?
- Şimdi gitmemi istiyor musun?
- I hope you get a chance to go to Boston.
- Umarım Boston'a gitme şansın olur.
- Tell Tom when you're going to be in Boston.
- Tom'a Boston'a ne zaman gideceğini söyle.
- Tom is going to go to Australia next week.
- Tom gelecek hafta Avustralya'ya gidecek.
- I'd like you to look after my dog while I'm gone.
- Ben gittiğimde köpeğime bakmanı istiyorum.
- He suggested to me that we go to the beach.
- Bana sahile gitmemizi önerdi.
- I thought Tom would go to Boston to see Mary.
- Tom'un May'yi görmek için Boston'a gideceğini düşünüyordum.
- Let's not go.
- Gitmeyelim.
- He went there to study music.
- Oraya müzik okumak için gitti.
- I'm sorry to see Tom go.
- Tom'un gittiğini gördüğüme üzgünüm.
- I'm going to go withdraw some money.
- Gidip biraz para çekeceğim.
- Do you really want to go to the party with Tom?
- Tom'la partiye gitmeyi gerçekten istiyor musun?
- I went to the spa.
- Spaya gittim.
- Shall we go to my place or yours?
- Benim evime mi gidelim, senin evine mi?
- I wonder why Tom doesn't want to go to Boston with us.
- Tom'un neden bizimle Boston'a gitmek istemediğini merak ediyorum.
- I'm going to another party after this one.
- Bundan sonra başka bir partiye gideceğim.
- My brother wants to go to the moon some day.
- Erkek kardeşim bir gün Ay'a gitmek istiyor.
- Tom doesn't really want to go with us.
- Tom gerçekten bizimle gitmek istemiyor.
- I guess we should go now.
- Sanırım artık gitmeliyiz.
- All our money is gone.
- Bütün paramız gitti.
- Tom went to Burning Man.
- Tom Yanan Adam'a gitti.
- Can't you go tomorrow?
- Yarın gidemez misin?
- I didn't feel like going.
- Canım gitmek istemedi.
- Tom didn't go to the market.
- Tom markete gitmedi.
- I really wanted to go.
- Gerçekten gitmek istiyordum.
- I must go to Istanbul.
- İstanbul'a gitmeliyim.
- Should we go have ramen together again?
- Birlikte tekrar ramen yemeye gidelim mi?
- I go to Boston every year.
- Ben her yıl Boston'a giderim.
- I went to Boston once.
- Boston'a bir kere gittim.
- I'm going to Boston.
- Boston'a gidiyorum.
- We need to find out how many people are planning to go with us.
- Bizimle birlikte kaç kişinin gitmeyi planladığını öğrenmemiz gerekiyor.
- I wonder where Tom has gone.
- Tom'un nereye gittiğini merak ediyorum.
- Tom didn't tell me where he had gone.
- Tom bana nereye gittiğini söylemedi.
- I'm going abroad next summer.
- Gelecek yaz yurt dışına gideceğim.
- Have you gone to places like Boston and Chicago?
- Boston ve Chicago gibi yerlere gittiniz mi?
- You're going to Boston next week, aren't you?
- Gelecek hafta Boston'a gidiyorsun, değil mi?
- I can't go until he comes.
- O gelene kadar gidemem.
- I want to go wherever you go.
- Sen nereye gidersen ben de oraya gitmek istiyorum.
- Maybe I went a little too far.
- Belki biraz fazla ileri gittim.
- Tom tried to go yesterday afternoon.
- Tom dün öğleden sonra gitmeye çalıştı.
- My son is gone.
- Oğlum gitti.
- I'd go visit Tom in the hospital if I were you.
- Yerinde olsam Tom'u gidip hastanede ziyaret ederdim.
- You should go to Boston and visit your family.
- Boston'a gitmelisin ve aileni ziyaret etmelisin.
- Tom will never allow you to go.
- Tom gitmenize asla izin vermez.
- I don't often go there.
- Oraya sık sık gitmem.
- He went to Lima so that he could learn much there.
- Lima'ya gitti, orada çok şey öğrendi.
- He has gone to London.
- O, Londra'ya gitti.
- I wish I could go with you, but as it is, I can't.
- Keşke seninle gidebilsem ama bu durumda, gidemem.
- Though I've decided to go to the party, I'm not looking forward to it.
- Partiye gitmeye karar vermiş olsam da, gitmeyi dört gözle beklemiyorum.
- I've always wanted to go to another country.
- Her zaman başka bir ülkeye gitmek istemişimdir.
- It's better I go to Paris rather than London.
- Londra'dan ziyade Paris'e gitmem daha iyi.
- My brother goes to the same school I do.
- Kardeşim benimle aynı okula gidiyor.
- You want me to go, don't you?
- Gitmemi istiyorsun, değil mi?
- Nobody knows where Bill went.
- Hiç kimse Bill'in nereye gittiğini bilmiyor.
- Why do you want to go to Germany?
- Neden Almanya'ya gitmek istiyorsunuz?
- I continually go to the market.
- Sürekli markete gidiyorum.
- I wish I could go to the concert.
- Keşke konsere gidebilseydim.
- We're not going to Boston.
- Biz Boston'a gitmiyoruz.
- We can go now.
- Şimdi gidebiliriz.
- I thought I could go.
- Gidebileceğimi düşünmüştüm.
- He's going to Paris next month.
- O, önümüzdeki ay Paris'e gidecek.
- The children want to go to the pool.
- Çocuklar havuza gitmek istiyorlar.
- He went to France to brush up on his speaking ability.
- Konuşma yeteneğini tazelemek için Fransa'ya gitti.
- Would it inconvenience you to go yourself?
- Kendiniz gitseniz sıkıntı olur mu?
- She went to Germany to study medicine.
- O, tıp eğitimi görmek için Almanya'ya gitti.
- Tom went to tell Mary the good news.
- Tom, Mary'ye iyi haberi vermeye gitti.
- Could you go, please?
- Gidebilir misiniz, lütfen?
- Sami has nowhere to go.
- Sami'nin gidecek hiçbir yeri yoktu.
- Where can I go to get a map of Europe?
- Bir Avrupa haritası almak için nereye gidebilirim?
- Tom had to go home early today.
- Tom bugün eve erken gitmek zorundaydı.
- We had no idea which direction to go.
- Hangi yöne gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
- John would often go mountain climbing when he was a student.
- John öğrenciyken sık sık dağa tırmanmaya giderdi.
- Tom couldn't think of any reason for not going.
- Tom gitmemek için bir neden bulamadı.
- If it rains tomorrow, they will not go.
- Yarın yağmur yağarsa, gitmeyecekler.
- No one asked me where I wanted to go.
- Kimse bana nereye gitmek istediğimi sormadı.
- Just go talk to them.
- Git onlarla bir konuş.
- Need he go right now?
- Hemen gitmesi mi gerekiyor?
- Tom thought that he should go.
- Tom gitmesi gerektiğini düşündü.
- I would never go there.
- Oraya asla gitmezdim.
- Save up so that you can go to college.
- Üniversiteye gidebilmek için para biriktir.
- I can't go to the dance with you.
- Seninle dansa gidemem.
- We hated to see Tom go.
- Tom'un gitmesine çok üzüldük.
- I'll go see how Tom is.
- Tom nasıl, gidip bakacağım.
- I am going to New York next week.
- Gelecek hafta New York'a gidiyorum.
- I have to go meet Tom.
- Tom'la buluşmaya gitmek zorundayım.
- I would love to go.
- Gitmek istiyorum.
- I'd like to go with you, but I'm broke.
- Seninle gitmek istiyorum ama beş parasızım.
- You shouldn't have gone to such a dangerous place.
- Böyle tehlikeli bir yere gitmemeliydin.
- Aren't you going to the party?
- Partiye gitmiyor musun?
- Would you mind telling me where you're going?
- Nereye gittiğini söyler misin?
- Kaikai is wearing blue clothes to go to the kindergarten.
- Kaikai, anaokuluna gitmek için mavi kıyafetler giyiyor.
- How is it going with him?
- Onunla hayat nasıl gidiyor?
- I couldn't go there today.
- Oraya bugün gidemedim.
- Let's all go to Tom's.
- Hep beraber Tom'a gidelim.
- He went fishing.
- O balık tutmaya gitti.
- He said that because he was tired, he'd go home early.
- Yorgun olduğu için eve erken gideceğini söyledi.
- The girl jumped at the chance to go to New York.
- Kız New York'a gitme şansı yakaladı.
- I feel bad about not having gone to his funeral.
- Onun cenazesine gitmemiş olmamla ilgili kötü hissediyorum.
- Could we go somewhere else?
- Biz başka bir yere gidebilir miyiz?
- They went to Australia, didn't they?
- Onlar Avustralya'ya gittiler, değil mi?
- I sometimes go to the local pool to swim, but I prefer swimming in the ocean.
- Bazen yüzmek için yerel havuza giderim ama okyanusta yüzmeyi tercih ederim.
- I don't know where he went.
- Nereye gittiğini bilmiyorum.
- Tell them we're ready to go.
- Onlara gitmeye hazır olduğumuzu söyle.
- Sami is going to Cairo, Egypt.
- Sami Mısır, Kahire'ye gidiyor.
- Are you going to go talk to Tom?
- Tom'la konuşmaya gitmeyecek misin?
- He doesn't have enough money to go travelling.
- Onun seyahate gitmek için yeterli parası yok.
- Tom wanted to go to the lake.
- Tom göle gitmek istedi.
- Young people are eager to go abroad.
- Gençler yurt dışına gitmekte çok hevesli.
- His sons have gone to Tokyo.
- Oğulları Tokyo'ya gitti.
- Tom said he'd rather not go to Boston with us.
- Tom bizimle Boston'a gitmeyi tercih etmediğini söyledi.
- What we have to do is persuade Tom to go.
- Yapmak zorunda olduğumuz şey Tom'u gitmesi için ikna etmek.
- Do you still really want to go?
- Hâlâ gerçekten gitmek istiyor musun?
- It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
- How often does the train go to Stockholm?
- Tren ne sıklıkta Stockholm'e gidiyor?
- You may have to go to Boston next week.
- Gelecek hafta Boston'a gitmen gerekebilir.
- I'm going to the dacha.
- Ben daçaya gidiyorum.
- I will go, rain or shine.
- Ne olursa olsun, gideceğim.
- Go find them.
- Git onları bul.
- I go to a driving school.
- Sürücü kursuna gidiyorum.
- It is no wonder that she didn't want to go.
- Gitmek istememesine şaşmamalı.
- I wouldn't go to Boston if I were you.
- Yerinde olsaydım Boston'a gitmezdim.
- When I went to wake Tom up, he said he wanted to sleep a while longer.
- Tom'u uyandırmaya gittiğim zaman o biraz daha uyumak istediğini söyledi.
- I'd still like to go to Boston with Tom.
- Hala Tom'la Boston'a gitmek isterim.
- She doesn't need to go there herself.
- Oraya kendisinin gitmesine gerek yok.
- Why didn't you go to Germany?
- Neden Almanya'ya gitmedin?
- You won't go, will you?
- Gitmeyeceksin, değil mi?
- I don't have anywhere to go.
- Gidecek bir yerim yok.
- I went to the bank to take out money.
- Para çekmek için bankaya gittim.
- Tom goes to school for graphic design.
- Tom grafik tasarım okuluna gidiyor.
- Tom wanted to go to Boston with us.
- Tom bizimle Boston'a gitmek istedi.
- I went to the same high school as Tom did.
- Ben de Tom'un gittiği liseye gittim.
- Tom seems to need to go to the bathroom.
- Tom'un tuvalete gitmeye ihtiyacı var gibi görünüyor.
- You have to go to college for four years.
- Dört yıl boyunca üniversiteye gitmek zorundasın.
- You can't let anyone know where I'm going.
- Kimsenin nereye gittiğimi bilmesine izin veremezsin.
- Tom rose to go.
- Tom gitmek için kalktı.
- I told Tom that he should go to the meeting.
- Tom'a toplantıya gitmesi gerektiğini söyledim.
- We're going to the party in eighteenth century costumes.
- Partiye on sekizinci yüzyıl kostümleriyle gideceğiz.
- He said he would go to the United States.
- O, Amerika'ya gideceğini söyledi.
- I think it's time you went.
- Sanırım gitmenin zamanı geldi de geçiyor.
- I'll go tell Tom the good news.
- Gidip Tom'a iyi haberi vereceğim.
- Tom isn't quite ready to go.
- Tom gitmek için pek hazır değil.
- Did you go to the stadium?
- Stadyuma gittin mi?
- Tom is going to go with you.
- Tom seninle gidecek.
- I'm going to the park.
- Ben parka gidiyorum.
- Why would Tom decide not to go to Boston?
- Tom niçin Boston'a gitmemeye karar verdi?
- Since you're going to Tom's house anyway, could you give this to Tom?
- Nasıl olsa Tom'un evine gideceğinize göre, bunu Tom'a verebilir misiniz?
- Tom has gone to the library.
- Tom kütüphaneye gitti.
- I don't ever go there anymore.
- Artık oraya hiç gitmiyorum.
- Where should we go next?
- Daha sonra nereye gitmeliyiz?
- I've decided not to go to Australia with you.
- Avustralya'ya seninle gitmemeye karar verdim.
- This evening I am going to Tom’s place.
- Bu akşam Tomlara gidiyorum.
- She advised him to go to the police station.
- Ona karakola gitmesini tavsiye etti.
- Why don't you go sit down at the table?
- Neden gidip masaya oturmuyorsun?
- He persuaded her into going to the movies with him.
- Onu beraber sinemaya gitmeye ikna etti.
- Where have you gone?
- Nereye gittin sen?
- Tom is now preparing to go to college.
- Tom şimdi üniversiteye gitmeye hazırlanıyor.
- Because it rained, I didn't go.
- Yağmur yağdığı için, gitmedim.
- Tomorrow, I have plans to go to Tokyo.
- Yarın Tokyo'ya gitmeyi planlıyorum.
- Tom and Mary have decided to go to a marriage counselor.
- Tom ve Mary bir evlilik danışmanına gitmeye karar verdiler.
- Go and help them, Bud.
- Git ve onlara yardımcı ol, Bud.
- I think I'll go to Boston next month.
- Sanırım gelecek ay Boston'a gideceğim.
- If the weather had been nice yesterday, we would have gone to the zoo.
- Dün hava güzel olsaydı, hayvanat bahçesine gidecektik.
- Would you like to go to Boston?
- Boston'a gitmek ister misin?
- Go wash up before dinner.
- Akşam yemeğinden önce elini yüzünü yıkamaya git.
- Where do you think I should go to college?
- Üniversiteye nereye gitmem gerektiğini düşünüyorsun?
- I want to go to the same school that Tom plans to go to.
- Tom'un gitmeyi planladığı okula gitmek istiyorum.
- I've been thinking that it might be fun to go to Boston and visit Tom.
- Boston'a gitmenin ve Tom'u ziyaret etmenin eğlenceli olabileceğini düşünüyorum.
- We've got to go and help Tom.
- Gidip Tom'a yardım etmeliyiz.
- She talked him into going to the concert.
- Onu konsere gitmeye ikna etti.
- I'll go anywhere you want.
- İstediğin yere giderim.
- I would've never gone there without you.
- Sensiz oraya asla gitmezdim.
- Go now, or you'll miss the bus.
- Şimdi git yoksa otobüsü kaçıracaksın.
- Let me go with them.
- Onlarla gitmeme izin ver.
- Mary went to her fitness class.
- Mary fitness dersine gitti.
- Where did you go after your talk with Tom?
- Tom ile konuştuktan sonra nereye gittiniz?
- Where will you go next?
- Sonra nereye gideceksin?
- It's worth going to Bali because you can see the amazing sunset.
- Bali'ye gitmeye değer, çünkü harika gün batımını görebilirsin.
- Does he need to go right away?
- Onun hemen gitmesi gerekiyor mu?
- Tom plans to go to Boston next week.
- Tom gelecek hafta Boston'a gitmeyi planlıyor.
- I go to school at seven.
- Okula yedide giderim.
- Tom wasn't able to go to college.
- Tom üniversiteye gidemedi.
- Wouldn't you like to go with us?
- Bizimle gitmek istemez misin?
- Sami went to the door and knocked twice.
- Sami kapıya gitti ve iki kere çaldı.
- I went to the YMCA.
- Ben Genç Erkekler Hristiyanlar Birliğine gittim.
- Don't go near him.
- Yanına gitme.
- I would go to the library if I had a car to get there.
- Arabam olsaydı kütüphaneye giderdim.
- Either of the two must go.
- İkisinden biri gitmeli.
- I didn't know whether to stay here or go to London.
- Burada mı kalsam yoksa Londra'ya mı gitsem bilemedim.
- Tom didn't want to go there with Mary.
- Tom oraya Mary ile gitmek istemedi.
- She went secretly.
- Gizlice gitti.
- I don't want you to go hungry.
- Aç gitmeni istemiyorum.
- Why don't you go alone?
- Neden yalnız gitmiyorsun?
- Father intends to go to abroad next week.
- Babam gelecek hafta yurtdışına gitmeyi planlıyor.
- Go and look for Tom.
- Git ve Tom'u ara.
- You are going entirely too fast.
- Tam anlamıyla çok hızlı gidiyorsun.
- We're going to the hospital.
- Hastaneye gidiyoruz.
- I should go pack.
- Gidip toplanmalıyım.
- Tom didn't want to go to Mary's party.
- Tom Mary'nin partisine gitmek istemiyordu.
- When you go to Romania, you will see more.
- Romanya'ya gittiğinizde daha fazlasını göreceksiniz.
- She never goes to Paris.
- Paris'e hiç gitmiyor.
- She advised him to go to the police.
- Ona polise gitmesini tavsiye etti.
- I can't let Tom go alone.
- Tom'un yalnız gitmesine izin veremem.
- If he hadn't been tired, he would've gone.
- Yorgun olmasaydı, giderdi.
- I wanted Tom to go to Boston with me.
- Tom'un benimle Boston'a gitmesini istedim.
- Why would you want to go?
- Neden gitmek isterdin?
- He was poor, so he couldn't go to college.
- Fakir olduğu için üniversiteye gidemedi.
- I should go talk to her.
- Gidip onunla konuşmalıyım.
- I may still go to Boston.
- Hâlâ Boston'a gidebilirim.
- We went dancing.
- Dans etmeye gittik.
- Do you still plan to go to Tom's party?
- Tom'un partisine gitmeyi hâlâ planlıyor musun?
- I'd better go talk to Tom.
- Tom'la konuşmaya gitsem iyi olur.
- I'd rather go by subway than by train.
- Trenle gitmektense metroyla gitmeyi tercih ederim.
- He went to the shop.
- Dükkana gitti.
- Why can't you watch where you're going?
- Neden nereye gittiğinize dikkat etmiyorsunuz?
- Do you like going to flea markets?
- Bit pazarlarına gitmeyi sever misin?
- He went to the store at the last minute, just before it closed.
- Son dakikada, kapanmadan hemen önce mağazaya gitti.
- I knew where to go.
- Nereye gideceğimi biliyordum.
- Instead of going himself, he sent his brother in his place.
- Kendi gitmek yerine kardeşini gönderdi.
- Tom said he isn't ready to go.
- Tom gitmeye hazır olmadığını söyledi.
- Hey, where did Tom go?
- Hey, Tom nereye gitti?
- Do you want to go to Boston?
- Boston'a gitmek istiyor musun?
- Tom isn't going to Boston.
- Tom Boston'a gitmiyor.
- How many times a month do you go to the mall?
- Ayda kaç kez alışveriş merkezine gidiyorsun?
- Tom's bout went the full distance.
- Tom'un maçı sonuna kadar gitti.
- Tom isn't going to go to Boston with us, is he?
- Tom bizimle Boston'a gitmeyecek, değil mi?
- During the test, she felt very sick, so she got a pass to go to the toilet.
- Test sırasında o çok hasta hissetti, bu yüzden tuvalete gitmek için izin aldı.
- I should never have let Tom go.
- Tom'un gitmesine asla izin vermemeliydim.
- I didn't want to go to Boston.
- Boston'a gitmek istemedim.
- I suggest you let us go.
- Bizim gitmemize izin vermeni öneriyorum.
- Tom didn't want to go, but Mary made him go.
- Tom gitmek istemiyordu ama Mary onu gönderdi.
- We'll go now if you're ready.
- Eğer hazırsanız şimdi gideceğiz.
- Do you often go to Boston?
- Sık sık Boston'a gidiyor musun?
- I'd like to go faster.
- Daha hızlı gitmek istiyorum.
- Are both of you ready to go?
- İkiniz de gitmeye hazır mısınız?
- Tom and Mary go to the same church.
- Tom ve Mary aynı kiliseye giderler.
- Why didn't you tell me you were planning to go to Boston?
- Neden Boston'a gitmeyi planladığını söylemedin?
- I'm going to the beach this afternoon.
- Bu öğleden sonra sahile gideceğim.
- Tom and Mary didn't go to the dance together.
- Tom ve Mary dansa birlikte gitmediler.
- I still think we should've gone to Boston with Tom.
- Hâlâ Tom'la Boston'a gitmemiz gerektiğini düşünüyorum.
- We've got to go and help her.
- Gidip ona yardım etmeliyiz.
- Why don't you go ask Tom?
- Niçin Tom'a sormaya gitmiyorsun?
- I wonder where she has gone.
- Onun nereye gittiğini merak ediyorum.
- Tom isn't going anywhere this afternoon.
- Tom bu öğleden sonra hiçbir yere gitmiyor.
- I've got to go and get him.
- Onu almaya gitmek zorundayım.
- Am I going too fast?
- Çok mu hızlı gidiyorum?
- Don't go walking in the park at night!
- Geceleri parkta yürüyüşe gitmeyin!
- I still have to find someone to go with me.
- Hâlâ benimle gidecek birini bulmak zorundayım.
- I'm not planning to go anywhere today.
- Bugün hiçbir yere gitmeyi planlamıyorum.
- Where did Tom go fishing?
- Tom balık tutmak için nereye gitti?
- I went to Bali for summer vacation.
- Yaz tatili için Bali'ye gittim.
- You'll have to go to Boston to meet Tom next week.
- Gelecek hafta Tom'la buluşmak için Boston'a gitmek zorunda kalacaksın.
- Can you tell me where we're going?
- Nereye gittiğimizi söyleyebilir misin?
- I went to the airport to meet him.
- Onu karşılamak için havaalanına gittim.
- You didn't go by yourself, did you?
- Kendi başına gitmedin, değil mi?
- Next week, Tom and I are going to Boston.
- Önümüzdeki hafta Tom ve ben Boston'a gidiyoruz.
- I'm ready to go, but Tom isn't.
- Ben gitmeye hazırım ama Tom değil.
- How did Tom go to Australia?
- Tom Avustralya'ya nasıl gitti?
- I will go at 10.
- Saat onda gideceğim.
- The only reason Tom went to the party was that he expected Mary to be there.
- Tom'un partiye gitmesinin tek nedeni Mary'nin orada olmasını beklemesiydi.
- I go to Brazil by airplane.
- Uçakla Brezilya'ya gidiyorum.
- Have you ever gone skinny dipping?
- Hiç çıplak yüzmeye gittin mi?
- Tom didn't have to go to the meeting.
- Tom'un toplantıya gitmesine gerek yoktu.
- What time are you going?
- Ne zaman gidiyorsun?
- I think Tom will go to Boston next summer.
- Tom'un gelecek yaz Boston'a gideceğini düşünüyorum.
- Tom chose to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmeyi seçti.
- Hundreds of cattle went to the lake.
- Yüzlerce sığır göle gitti.
- You really don't want to go by yourself, do you?
- Gerçekten tek başına gitmek istemiyorsun, değil mi?
- Tom and Mary went to a stargazing party.
- Tom ve Mary bir yıldız gözlem partisine gittiler.
- I'll tell Tom where I went.
- Nereye gittiğimi Tom'a söyleyeceğim.
- You're going with me, aren't you?
- Benimle gidiyorsun, değil mi?
- Tom is going to go get Mary.
- Tom, Mary'i almaya gidecek.
- You gain more than you spend when you go to college.
- Üniversiteye gidersen harcadığından daha fazlasını kazanırsın.
- I've wanted to go to Boston for years.
- Yıllardır Boston'a gitmek istedim.
- Little Ming still doesn't know where he's going to go next year.
- Küçük Ming gelecek yıl nereye gideceğini hâlâ bilmiyor.
- I will go to the beach.
- Sahile gideceğim.
- I wonder where he has gone.
- Onun nereye gittiğini merak ediyorum.
- They went to the park the next morning.
- Bir sonraki sabah parka gittiler.
- I don't think Tom knows why Mary went to the hospital.
- Tom'un Mary'nin neden hastaneye gittiğini bildiğini sanmıyorum.
- Tom went the day before yesterday.
- Tom dünden önceki gün gitti.
- You had better go in person.
- Şahsen gitseniz iyi olur.
- Tom might go to Boston with Mary.
- Tom, Mary ile beraber Boston'a gidebilir.
- I can go to Tom's whenever I want.
- Ne zaman istersem Tom'a gidebilirim.
- How did they go to town?
- Onlar kasabaya nasıl gittiler?
- Grace goes upstairs to the extension telephone.
- Grace üst kattaki dahili telefona gidiyor.
- Where did Tom say we should go?
- Tom nereye gitmemiz gerektiğini söyledi?
- We don't have to go right now.
- Şu anda gitmemize gerek yok.
- I'll go check on them.
- Onları kontrol etmeye gideceğim.
- I don't go skin diving anymore.
- Artık serbest dalışa gitmiyorum.
- She made up her mind to go to the United States.
- Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmeye karar verdi.
- Tom has gone to the hospital.
- Tom hastaneye gitti.
- Don't go, my friends.
- Gitmeyin, dostlarım.
- They don't know what went wrong.
- Onlar neyin yanlış gittiğini bilmiyorlar.
- It's a school holiday tomorrow, so I'm planning to go somewhere and have fun.
- Yarın okul tatil, bu yüzden bir yere gitmeyi ve eğlenmeyi planlıyorum.
- I only went to the party to fulfill my societal obligations.
- Partiye sadece toplumsal yükümlülüklerimi yerine getirmek için gittim.
- I went to the casino.
- Kumarhaneye gittim.
- Aren't you going to Tom's party?
- Tom'un partisine gitmeyecek misin?
- Tom didn't go snorkeling by himself.
- Tom şnorkelle yüzmeye tek başına gitmedi.
- Are you happy to go to Germany?
- Almanya'ya gideceğin için mutlu musun?
- Tom went to the swimming pool.
- Tom yüzme havuzuna gitti.
- Tom doesn't want to go to the beach with us.
- Tom bizimle sahile gitmek istemiyor.
- When will we go?
- Ne zaman gideceğiz?
- Have you ever gone to Paris?
- Hiç Paris'e gittiniz mi?
- I'd better go talk to Tom.
- Gidip Tom'la konuşsam iyi olacak.
- I can't go when I haven't been invited.
- Davet edilmediğim halde gidemem.
- I asked him not to go, but he left all the same.
- Ondan gitmemesini rica ettim fakat yine de gitti.
- Where does this piece go?
- Bu parça nereye gidiyor?
- Where did dad go?
- Babam nereye gitti?
- What's the real reason that Tom didn't want to go to the party?
- Tom'un partiye gitmek istememesinin gerçek nedeni nedir?
- Are you going to Noboribetsu tomorrow?
- Yarın Noboribetsu'ya gidiyor musun?
- Shouldn't we go look for her?
- Gidip onu aramayalım mı?
- We need to go to the bank.
- Bankaya gitmeliyiz.
- I'm not going with you.
- Seninle gitmiyorum.
- We can go there with the help of a car.
- Oraya bir araba yardımıyla gidebiliriz.
- If you go drinking with Tom, be prepared to listen to some pretty outlandish cock and bull stories.
- Tom'la içmeye giderseniz, çok abuk sabuk hikayeler dinlemeye hazır olun.
- I thought I told you to go faster.
- Sana daha hızlı gitmeni söylediğimi sanıyordum.
- Tom isn't going to let Mary go to the party.
- Tom, Mary'nin partiye gitmesine izin vermeyecek.
- You can't keep Tom from going to work tomorrow.
- Tom'un yarın işe gitmesini engelleyemezsin.
- Tom knows just where to go.
- Tom nereye gideceğini biliyor.
- Did anybody go to Boston with you?
- Boston'a seninle birlikte giden oldu mu?
- I wonder whether Tom went to Boston or not.
- Tom'un Boston'a gidip gitmediğini merak ediyorum.
- Don't you want to go first?
- Sen önce gitmek istemiyor musun?
- You're going somewhere this afternoon, aren't you?
- Bu öğleden sonra bir yere gidiyorsun, değil mi?
- I'll tell her where I went.
- Nereye gittiğimi ona söyleyeceğim.
- Tom isn't going with you, is he?
- Tom seninle gitmiyor, değil mi?
- I didn't want to go; I preferred to stay home, enjoying my solitude.
- Gitmek istemedim; evde kalıp yalnızlığın keyfini çıkarmayı tercih ettim.
- Go brush your teeth.
- Git dişlerini fırçala.
- I wondered whether or not Tom wanted to go to Boston with us.
- Tom'un bizimle Boston'a gitmek isteyip istemediğini merak ettim.
- Can we go to the lake and watch the sunrise?
- Göle gidip güneşin doğuşunu izleyebilir miyiz?
- My younger sister went to Kobe yesterday.
- Küçük kız kardeşim dün Kobe'ye gitti.
- I have an important meeting I have to go to this afternoon.
- Bu öğleden sonra gitmek zorunda olduğum önemli bir toplantı var.
- Tom went to the bathroom to wash his hands.
- Tom ellerini yıkamak için banyoya gitti.
- She allowed him to go alone.
- Onun yalnız gitmesine izin verdi.
- Would you tell me why you don't want to go to Boston with us?
- Neden bizimle Boston'a gitmek istemediğini söyler misin?
- The question is who'll go there instead of Tom.
- Soru oraya Tom'un yerine kimin gideceğidir.
- I go to Boston more often than I go to Chicago.
- Ben Boston'a, Chicago'ya gittiğimden daha sık gidiyorum.
- How did they go to town?
- Kasabaya nasıl gittiler?
- Tom didn't want to go to work today.
- Tom bugün işe gitmek istemedi.
- Neither Tom nor Mary has gone abroad.
- Ne Tom ne de Mary yurt dışına gitti.
- Things are going good now.
- İşler şimdi iyi gidiyor.
- Tom went to the county fair.
- Tom ilçe fuarına gitti.
- Could you just go help Tom?
- Gidip Tom'a yardım edebilir misin?
- She went from London to Paris.
- Londra'dan Paris'e gitti.
- I wish I knew where to go next.
- Keşke bundan sonra nereye gideceğimi bilseydim.
- Tom is never going to allow you to go.
- Tom gitmenize asla izin vermeyecek.
- He went to the dentist.
- O, dişçiye gitti.
- How are you going to get to work tomorrow?
- Yarın işe nasıl gideceksin?
- Tom no longer wants to go to Boston.
- Tom artık Boston'a gitmek istiyor.
- Tom suggested that we go to that new Chinese restaurant on Park Street.
- Tom Park Caddesindeki yeni bir Çin restorana gitmemizi önerdi.
- Gotta go now, bye!
- Şimdi gitmeliyim, hoşça kal!
- I went to school with your dad.
- Okula babanla gittim.
- I have to go to the men's room.
- Erkekler tuvaletine gitmeliyim.
- I had no idea where I should go.
- Nereye gitmem gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
- I don't know why Tom wanted to go to Boston by himself.
- Tom'un neden kendi başına Boston'a gitmek istediğini bilmiyorum.
- Sami went to the bank to take a loan.
- Sami, kredi almak için bankaya gitti.
- Tom may not go to Boston with us.
- Tom, bizimle Boston'a gitmeyebilir.
- We are going to Germany tomorrow.
- Yarın Almanya'ya gidiyoruz.
- She didn't go because her boyfriend didn't.
- O, erkek arkadaşı gitmediği için gitmedi.
- She allowed me to go.
- Bana gitme izni verdi.
- But poor people did not go to concerts.
- Ama fakir insanlar konserlere gitmedi.
- I'll go first.
- İlk olarak ben gideceğim.
- Tom told me that he would like to go to the zoo with us tomorrow.
- Tom yarın bizimle hayvanat bahçesine gitmek istediğini söyledi.
- Everything is going very badly.
- Her şey çok kötü gidiyor.
- Tom doesn't know where to go.
- Tom nereye gideceğini bilmiyor.
- Why do we have to go anywhere?
- Neden bir yere gitmek zorundayız?
- We will go, but without you.
- Gideceğiz, ama sensiz.
- He went to Rome, where he saw a lot of old buildings.
- Roma'ya gitti ve orada birçok eski bina gördü.
- Go see them.
- Git onları gör.
- We're going to the kitchen.
- Biz mutfağa gidiyoruz.
- Does Tom really think Mary will go to the dance with him?
- Tom gerçekten Mary'nin onunla dansa gideceğini düşünüyor mu?
- I never go downtown nowadays.
- Bugünlerde şehir merkezine hiç gitmiyorum.
- I'm thinking of going to Disneyland on my next date with Jane.
- Bir sonraki buluşmamızda Jane'le birlikte Disneyland'a gitmeyi düşünüyorum.
- I can tell you that if I were in Tom's place, I wouldn't go to Boston.
- Size diyebilirim ki Tom'un yerinde olsam Boston'a gitmem.
- My brother seldom, if ever, goes to church.
- Kardeşim gitse bile nadiren kiliseye gider.
- Don't go to extremes.
- Aşırıya gitme.
- We go fishing from time to time.
- Zaman zaman balık avlamaya gideriz.
- We agreed to go to Boston.
- Boston'a gitmeye karar verdik.
- Are we going anywhere this evening?
- Bu akşam bir yere gidecek miyiz?
- Tom went to go call the police.
- Tom polisi aramaya gitti.
- The police are going to investigate the crime.
- Polisler suçu soruşturmaya gidiyor.
- When did Tom go to the market?
- Tom ne zaman markete gitti?
- Why don't we just go?
- Neden gitmiyoruz?
- Why don't we see if he wants to go with us?
- Bizimle gitmek isteyip istemediğini sorsak ya.
- When did he go to Europe?
- Avrupa'ya ne zaman gitti?
- Tom wants us to go with him.
- Tom onunla gitmemizi istiyor.
- I resolved myself to go.
- Gitmeye karar verdim.
- Why don't you let us go?
- Neden gitmemize izin vermiyorsun?
- Tom is unlikely to want to go to Boston with us.
- Tom muhtemelen bizimle Boston'a gitmek istemiyor.
- We're going to travel to Estonia at the beginning of next month.
- Önümüzdeki ayın başında Estonya'ya geziye gideceğiz.
- Do you really have to go now?
- Gerçekten şimdi gitmek zorunda mısın?
- I let him go.
- Gitmesine ben müsaade ettim.
- Would you like to go?
- Gitmek ister misin?
- But now Tom says he doesn't want to go.
- Ama şimdi Tom gitmek istemediğini söylüyor.
- You could let us go.
- Gitmemize izin verebilirdin.
- Tom hoped to go to Boston.
- Tom Boston'a gitmeyi umuyordu.
- What's the cheapest place to go on vacation?
- Tatilde gidilecek en ucuz yer nedir?
- Do I have to go to Boston?
- Boston'a gitmek zorunda mıyım?
- I'd rather stay home than go alone.
- Yalnız gitmektense evde kalmayı tercih ederim.
- Shouldn't we go look for them?
- Gidip onları aramamız gerekmez mi?
- What time do you go to the market?
- Markete saat kaçta gidiyorsun?
- Tom is going to be gone by the end of the week.
- Tom hafta sonuna kadar gitmiş olacak.
- I should've gone with you.
- Seninle gitmeliydim.
- How's your new job going?
- Yeni işin nasıl gidiyor?
- I go to work.
- İşe giderim.
- It makes no difference whether you go or not.
- Gidip gitmemen fark yaratmaz.
- Because of rain, we couldn't go to the beach.
- Yağmur yüzünden sahile gidemedik.
- Don't worry about it, I'll go myself.
- Merak etme, ben kendim giderim.
- I think that we have to go now.
- Bence artık gitmeliyiz.
- Tom apparently didn't want to go to Mary and John's wedding.
- Tom görünüşe göre Mary ve John'un düğününe gitmek istemedi.
- You don't want Tom to go, do you?
- Tom'un gitmesini istemiyorsun, değil mi?
- I had to go to work.
- İşe gitmek zorundaydım.
- Tom will have to go to a hospital.
- Tom hastaneye gitmek zorunda kalacak.
- You should probably go, Tom.
- Muhtemelen gitmelisin, Tom.
- Did you go anywhere for the summer?
- Yazın herhangi bir yere gittiniz mi?
- Can we go?
- Gidebilir miyiz?
- Are we going home?
- Eve mi gidiyoruz?
- I thought you were going to let me go.
- Gitmeme izin vereceğini düşündüm.
- Do you want to go to the zoo this afternoon?
- Öğleden sonra hayvanat bahçesine gitmek ister misin?
- My father doesn't let me go to the movies alone.
- Babam sinemaya yalnız gitmeme izin vermiyor.
- Then where did you go?
- O zaman nereye gittin?
- Tom plans to go to college next year.
- Tom gelecek yıl üniversiteye gitmeyi planlıyor.
- We're going this way.
- Bu tarafa gidiyoruz.
- Tom will go to Boston on business next week.
- Tom gelecek hafta iş için Boston'a gidecek.
- Are you guys planning to go to Tom's party tonight?
- Bu gece Tom'un partisine gitmeyi düşünüyor musunuz?
- I'd really like to go there.
- Oraya gerçekten gitmek istiyorum.
- Don't tell Tom where we're going.
- Nereye gittiğimizi Tom'a söyleme.
- I don't want to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek istemiyorum.
- I'll go tell him the good news.
- Gidip ona iyi haberi vereceğim.
- She went through a long and arduous vocational course.
- Uzun ve zorlu bir meslek kursuna gitti.
- Tom will probably go to Boston next week.
- Tom muhtemelen önümüzdeki hafta Boston'a gidecek.
- I want to stop this rumor before it goes any further.
- Daha ileri gitmeden önce bu söylentiyi durdurmak istiyorum.
- I just can't believe Tom is gone.
- Tom'un gittiğine inanamıyorum.
- Sami went to Saudi Arabia to accomplish the holy Muslim pilgrimage.
- Sami, Müslümanların kutsal hac görevini yerine getirmek için Suudi Arabistan'a gitti.
- How often do you go to the movies?
- Ne sıklıkla sinemaya gidiyorsun?
- I can see why Tom wants to go to Boston.
- Tom'un neden Boston'a gitmek istediğini anlayabiliyorum.
- I have to go, otherwise I'll arrive late.
- Gitmek zorundayım aksi halde geç varacağım.
- Dan and Linda went to a restaurant.
- Dan ve Linda bir restorana gitti.
- You must go to work.
- İşe gitmelisin.
- Tom will go to Boston tomorrow, won't he?
- Tom yarın Boston'a gidecek, değil mi?
- Take it and go!
- Onu al ve git!
- No matter what anyone says, I plan to go.
- Kim ne derse desin, gitmeyi planlıyorum.
- At what time will the taxi go to the airport?
- Taksi saat kaçta havaalanına gidecek?
- I want to go to the restroom but I'll restrain myself.
- Ben tuvalete gitmek istiyorum ama kendimi dizginleyeceğim.
- We plan to go as far as we can.
- Elimizden geldiği kadarıyla gitmeyi planlıyoruz.
- Columbus didn't know where he went or where he was, and he did it using money lent by a woman.
- Kolomb nereye gittiğini ya da nerede olduğunu bilmiyordu ve bunu bir kadının ödünç verdiği parayla yaptı.
- I went to the library to read a book.
- Kitap okumak için kütüphaneye gittim.
- Where are the soldier going?
- Asker nereye gidiyor?
- Tom went to the window and opened it.
- Tom pencereye gitti ve açtı.
- I went to a piano recital.
- Bir piyano resitaline gittim.
- I go there three times a year.
- Oraya yılda üç kez giderim.
- I went all the way to see her only to find her away from home.
- Bütün yolu onu görmek için gidip, onu evde bulamadım.
- I shouldn't have to go to the dentist again for a while.
- Ben bir süre için tekrar dişçiye gitmek zorunda kalmamalıyım.
- Tell her I don't want to go.
- Ona gitmek istemediğimi söyle.
- Do you mean to go?
- Gitmek ister misin?
- She went to England a year ago.
- Bir yıl önce İngiltere'ye gitti.
- There's really no reason for you to go to Boston.
- Boston'a gitmen için gerçekten hiç bir neden yok.
- She advised him not to go.
- Gitmemesini tavsiye etti.
- My mother permitted me to go to the movies.
- Annem sinemaya gitmeme izin verdi.
- Tom went home angry.
- Tom eve kızgın gitti.
- We've got to go and help them.
- Gidip onlara yardım etmeliyiz.
- I went into the supermarket to buy chocolate rather than peaches.
- Şeftali yerine çikolata almak için süpermarkete gittim.
- Why did Tom have to go to Boston?
- Tom neden Boston'a gitmek zorunda kaldı?
- We probably won't have to go to Boston anymore.
- Muhtemelen artık Boston'a gitmek zorunda kalmayacağız.
- Where would you go?
- Nereye gidecektin?
- I'm going to Boston in October.
- Ekim'de Boston'a gidiyorum.
- Go without me.
- Bensiz gidin.
- Sami went and stood next to Layla.
- Sami gitti ve Leyla'nın yanında durdu.
- He has gone to Osaka on urgent business.
- Acil bir iş için Osaka'ya gitti.
- Do you like going to flea markets?
- Bit pazarına gitmeyi sever misin?
- Our teacher will go to the USA next month.
- Öğretmenimiz gelecek ay ABD'ye gidecek.
- Jack would often go jogging there.
- Jack sık sık oraya koşuya giderdi.
- I'm going to Spain next week.
- Gelecek hafta İspanya'ya gidiyorum.
- I'm going to get ice cream.
- Dondurma almaya gidiyorum.
- Where do we go now?
- Şimdi nereye gidiyoruz?
- We'll probably go to Boston next week.
- Muhtemelen gelecek hafta Boston'a gideceğiz.
- Tom doesn't plan to go to Mary's concert.
- Tom, Mary'nin konserine gitmeyi planlamıyor.
- Tom doesn't know if Mary will go with him tomorrow or not.
- Tom Mary'nin yarın onunla birlikte gidip gitmeyeceğini bilmiyor.
- We'll go this afternoon.
- Öğleden sonra gideriz.
- Where did it go?
- O nereye gitti?
- Tom and I rented a rowboat and went rowing.
- Tom ve ben bir kayık kiraladık ve kürek çekmeye gittik.
- I thought I'd prefer going by myself.
- Kendi başıma gitmeyi tercih edeceğimi düşündüm.
- Do you still really want to go?
- Hâlâ gitmek istiyor musun?
- I got up to go and look outside.
- Gitmek ve dışarıya bakmak için kalktım.
- When did you find out that Tom wasn't the one who Mary wanted to go to the dance with?
- Mary'nin dansa gitmek istediği kişinin Tom olmadığını ne zaman öğrendiniz?
- You will be missed by your friends when you're gone.
- Gittiğinde arkadaşların tarafından özleneceksin.
- Where did you go?
- Nereye gittin?
- He'd prefer to go on Friday.
- Cuma günü gitmeyi tercih ediyor.
- You don't have any idea where Tom went, do you?
- Tom'un nereye gittiği hakkında hiçbir fikrin yok, değil mi?
- I've asked Tom to go to the bus stop to meet Mary.
- Mary'yi karşılamak için Tom'un otobüs durağına gitmesini istedim.
- We both have to go to work.
- İkimiz de işe gitmek zorundayız.
- She went to Chicago by bus.
- O, Şikago'ya otobüsle gitti.
- Josh asked me out, but I told him where to go.
- Josh bana çıkma teklif etti ama ona nereye gideceğini söyledim.
- Did you go and see them?
- Gidip onları gördün mü?
- I went to the hospital to see my wife.
- Karımı görmek için hastaneye gittim.
- All of us went besides him.
- Hepimiz onun yanında gittik.
- I'd better go check on her.
- Gidip onu kontrol etsem iyi olur.
- Have you ever gone to the beach with Tom?
- Sen hiç Tom'la plaja gittin mi?
- Where do you want to go, sir?
- Nereye gitmek istersiniz, efendim?
- Why did you let Jim go?
- Jim'in gitmesine neden izin verdin?
- Tom went to a nearby convenience store to buy something to eat.
- Tom yiyecek bir şey almak için yakındaki bir markete gitti.
- I will go to the sea if it is fine tomorrow.
- Yarın hava güzel olursa denize giderim.
- If I had time, I would go to the movies.
- Zamanım olsaydı sinemaya giderdim.
- I go to school by subway.
- Okula metroyla gidiyorum.
- When do you go on vacation?
- Tatile ne zaman gidiyorsun?
- We can't let them go.
- Biz onların gitmesine izin veremeyiz.
- I'm going to eat.
- Ben yemeğe gidiyorum.
- I'm too young to go there alone.
- Oraya yalnız gitmek için çok gencim.
- Everything went according to plan.
- Her şey plana göre gitti.
- I wonder whether or not Tom went to Boston.
- Tom'un Boston'a gidip gitmediğini merak ediyorum.
- You'd better go find a job instead of fucking around.
- Dalga geçmek yerine gidip bir iş bulsan iyi olur.
- My father plans to go overseas next week.
- Babam gelecek hafta yurtdışına gitmeyi planlıyor.
- I thought you said you wanted to go to Boston.
- Boston'a gitmek istediğini söylediğini düşündüm.
- Tom wants to go to grad school.
- Tom yüksek lisansa gitmek istiyor.
- I went to college with Tom.
- Tom'la üniversiteye gittim.
- We probably won't have to go to Boston next week.
- Muhtemelen gelecek hafta Boston'a gitmek zorunda kalmayacağız.
- There seems to be no need to go.
- Gitmeye gerek yok gibi görünüyor.
- Tom didn't need to go there alone.
- Tom'un oraya yalnız gitmesine gerek yoktu.
- You are free to go or stay.
- Gitmekte ya da kalmakta özgürsün.
- I suppose you want to ask me why I didn't go to your party last night.
- Sanırım bana dün geceki partinize neden gitmediğimi sormak istiyorsunuz.
- My dad doesn't let me go to the cinema alone.
- Babam sinemaya yalnız gitmeme izin vermiyor.
- Let's eat before we go.
- Gitmeden önce yemek yiyelim.
- He didn't go to the lake.
- O göle gitmedi.
- Tom went to the zoo with his children.
- Tom çocuklarıyla birlikte hayvanat bahçesine gitti.
- I went to Boston by plane.
- Boston'a uçakla gittim.
- We're not going anywhere now.
- Şimdi herhangi bir yere gitmiyoruz.
- Tom and Mary decided to go see a scary movie.
- Tom ve Mary bir korku filmi izlemeye gitmeye karar verdiler.
- I don't want to go to the party if Tom is going to be there.
- Tom orada olacaksa partiye gitmek istemiyorum.
- You'd better not go there again.
- Oraya tekrar gitmesen iyi olur.
- Go help your father.
- Babana yardım etmeye git.
- I cannot decide whether to go or not.
- Gidip gitmemeye ben karar veremem.
- Would you like to go and get a bite to eat?
- Gidip bir şeyler atıştırmak ister misin?
- I'm going to go tell Tom.
- Gidip Tom'a anlatacağım.
- I'm going to ask you to leave now.
- Şimdi gitmeni isteyeceğim.
- Tom went to college in Boston.
- Tom Boston'da üniversiteye gitti.
- Maybe I'll go, and maybe I won't.
- Belki giderim, belki de gitmem.
- Shall we go to the countryside for a change?
- Değişiklik olsun diye kırsala gidelim mi?
- Tom is eager to go to the hospital to visit Mary.
- Tom, Mary'yi ziyaret etmek için hastaneye gitmeye hevesli.
- Do you want to go to the opera with me?
- Benimle operaya gitmek ister misin?
- We'll go talk to Tom.
- Tom'la konuşmaya gideceğiz.
- I'm going to go.
- Ben gideyim.
- I went to Sendai and hurried right back.
- Sendai'ye gittim ve hemen geri döndüm.
- Tom will go to prison for a crime he didn't commit if you don't confess.
- Eğer itiraf etmezsen Tom işlemediği bir suç nedeniyle hapishaneye gidecek.
- He went to London via Paris.
- Paris üzerinden Londra'ya gitti.
- Tom is going to Nîmes tomorrow.
- Tom yarın Nîmes'e gidiyor.
- Go wake Tom up.
- Tom'u uyandırmaya git.
- Go buy something to eat.
- Git yiyecek bir şeyler al.
- In those days, few people went to college.
- O günlerde, çok az kişi üniversiteye gidiyordu.
- Should I go or would you like me to stay?
- Gitmeli miyim yoksa kalmamı ister misin?
- Did Tom really want Mary to go to Boston with him?
- Tom gerçekten Mary'nin onunla Boston'a gitmesini istedi mi?
- Tom said he wasn't going to Boston.
- Tom Boston'a gitmeyeceğini söyledi.
- I went to the same high school as Tom did.
- Ben de Tom'la aynı liseye gittim.
- Why don't you go ahead and eat?
- Neden gidip yemiyorsun?
- Did you go to the store?
- Markete gittin mi?
- Things did not go as intended.
- İşler planlandığı gibi gitmedi.
- She went to Paris for the purpose of seeing her aunt.
- Teyzesini görmek için Paris'e gitti.
- A policeman is too poorly armed to go to war.
- Bir polisin silahı savaşa gitmek için çok zayıftır.
- Why do you want to go to Turkey?
- Neden Türkiye'ye gitmek istiyorsunuz?
- I don't need to go anywhere today.
- Bugün bir yere gitmeme gerek yok.
- How far did it go?
- Ne kadar ileri gitti?
- I didn't actually want to go to college.
- Aslında üniversiteye gitmek istemedim.
- No matter who may go, he will be welcomed.
- Kim giderse gitsin, kabul edilecektir.
- Tom says Mary doesn't think John went yesterday.
- Tom, Mary'nin John'un dün gittiğini düşünmediğini söylüyor.
- I can't believe Tom has gone.
- Tom'un gittiğine inanamıyorum.
- Why don't you just go get Tom?
- Niçin sadece Tom'u almaya gitmiyorsun?
- Tell me how to get to the restaurant we're going to be eating at.
- Bana yemek yiyeceğimiz restorana nasıl gideceğimi söyle.
- Don't go through this tunnel.
- Bu tünelden gitmeyin.
- Go fill the ice pack.
- Git buz torbasını doldur.
- Tom really likes going to the movies.
- Tom sinemaya gitmeyi çok seviyor.
- No, but I like going to watch baseball.
- Hayır, ama beyzbol izlemeye gitmeyi seviyorum.
- You'll have to go to Boston to meet Tom next week.
- Gelecek hafta Tom'la buluşmak için Boston'a gitmen gerekecek.
- Tom didn't say where he was planning to go.
- Tom nereye gitmeyi planladığını söylemedi.
- So, you're sure you don't want to go to Boston?
- Boston'a gitmek istemediğine emin misin?
- Tom went to a concert just the other day.
- Tom geçen gün bir konsere gitti.
- Tom isn't going to work today.
- Tom bugün işe gitmiyor.
- Why should I go?
- Neden gideyim ki?
- I'll go to Boston in the spring.
- İlkbaharda Boston'a gideceğim.
- I think we'll go with you.
- Sanırım seninle gideceğiz.
- Let's talk about what went wrong.
- Neyin yanlış gittiğini konuşalım.
- I would like you to go instead of me.
- Benim yerime senin gitmeni istiyorum.
- Where do you want to go?
- Nereye gitmek istersin?
- Why did Tom have to go to Boston?
- Tom neden Boston'a gitmek zorundaydı?
- We could go kayaking next weekend.
- Önümüzdeki hafta sonu kano yapmaya gidebiliriz.
- I don't want her to go to jail.
- Onun hapse gitmesini istemiyorum.
- Tom asked Mary not to go.
- Tom, Mary'den gitmemesini istedi.
- Are you going to go or not?
- Gidecek misin yoksa gitmeyecek misin?
- Tom went to the movies alone.
- Tom sinemaya yalnız gitti.
- We'll go there again.
- Oraya tekrar gideceğiz.
- You must not go there with them.
- Oraya onlarla gitmemelisin.
- We're going to Boston next week.
- Gelecek hafta Boston'a gidiyoruz.
- This shrub has to go.
- Bu çalı gitmek zorunda.
- Tom didn't have to go.
- Tom'un gitmesine gerek yoktu.
- Tom needs to go to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesi gerekiyor.
- Sami went duck hunting last weekend.
- Sami geçen hafta sonu ördek avına gitti.
- The dog went straight for the postman.
- Köpek doğruca postacıya gitti.
- We don't need to go any further.
- Daha ileriye gitmemize gerek yok.
- Tom said he didn't know where he was supposed to go.
- Tom nereye gitmesi gerektiğini bilmediğini söyledi.
- Do you think you'll ever go to college?
- Hiç üniversiteye gideceğini düşünüyor musun?
- You may go wherever you like.
- Nereye istersen gidebilirsin.
- I wanted to go to Harvard.
- Harvard'a gitmek istiyordum.
- Hey, don't go.
- Hey, gitme.
- You have to go talk to him.
- Onunla konuşmaya gitmek zorundasın.
- Tom especially likes going to Italian restaurants.
- Tom özellikle İtalyan restoranlarına gitmeyi seviyor.
- I wanted to go to Boston with Tom.
- Tom'la Boston'a gitmek istiyordum.
- Tomas asked me if I wanted to go to the swimming pool with him.
- Tomas bana onunla yüzme havuzuna gitmek isteyip istemediğimi sordu.
- I need to go somewhere and think.
- Bir yere gitmem ve düşünmem gerekiyor.
- We don't go to Boston anymore.
- Artık Boston'a gitmiyoruz.
- He advised him not to go.
- Ona gitmemesini tavsiye etti.
- I will go tomorrow morning at seven.
- Yarın sabah yedide gideceğim.
- They're all gone now.
- Artık onların hepsi gitti.
- Who has to go to Boston?
- Boston'a kim gitmek zorunda?
- I'll go and ask her.
- Ben gidip ona soracağım.
- We're out of tissue paper, so I need to go buy some.
- Kağıt mendilimiz bitmiş, gidip biraz almam lazım.
- How often does Tom go to Boston?
- Tom ne sıklıkla Boston'a gidiyor?
- She went to see him reluctantly.
- Onu görmeye isteksizce gitti.
- Maybe I should go talk to them.
- Belki de gidip onlarla konuşmalıyım.
- I saw Tom go into the store across the street.
- Tom'un caddenin karşısındaki mağazaya gidişini gördüm.
- I might as well go with you.
- Ben de sizinle gidebilirim.
- Does this bus go to the center of town?
- Bu otobüs şehir merkezine gidiyor mu?
- I think I can persuade Tom to go.
- Sanırım Tom'u gitmeye ikna edebilirim.
- We went straight to bed.
- Doğruca yatağa gittik.
- I used to go running every day after work.
- Ben işten sonra her gün koşmaya giderdim.
- Is it true that you're going to Boston?
- Boston'a gideceğiniz doğru mu?
- Do you want to go to the museum?
- Müzeye gitmek ister misin?
- When you go to Boston, where do you plan to stay?
- Boston'a gittiğinizde nerede kalmayı planlıyorsunuz?
- I have to go to the dentist.
- Dişçiye gitmem gerekiyor.
- I went to talk to Tom.
- Tom'la konuşmaya gittim.
- Anybody who doesn't want to go, doesn't have to.
- Gitmek istemeyen gitmek zorunda değil.
- If I go to Germany, I will learn German.
- Almanya'ya gidersem Almanca öğreneceğim.
- My brother-in-law came here from Rio de Janeiro on the thirtieth last month and tomorrow he is going to leave for Sao Paulo.
- Kayınbiraderim geçen ayın otuzunda Rio de Janeiro'dan buraya geldi ve yarın Sao Paulo'ya gidecek.
- I told you not to go up to that office.
- Sana o ofise gitmemeni söyledim.
- Tom will go to Boston on business next week.
- Tom önümüzdeki hafta iş için Boston'a gidecek.
- I think you should find out where Tom went.
- Bence Tom'un nereye gittiğini öğrenmelisin.
- Should we go and try to find Tom?
- Gidip Tom'u bulmaya çalışalım mı?
- Tom is going to leave soon.
- Tom yakında gidecek.
- Tom is going to go to Boston in October.
- Tom Ekim'de Boston'a gidecek.
- Where did Tom say he thought we should go?
- Tom nereye gitmemiz gerektiğini söyledi?
- I am going to go right away.
- Ben hemen gidiyorum.
- Whether we go or not depends on whether or not Tom wants to go.
- Gidip gitmememiz Tom'un gitmek isteyip istemediğine bağlıdır.
- I've decided on going.
- Gitmeye karar verdim.
- We must go now.
- Şimdi gitmeliyiz.
- Sami went to Layla's property regularly to help her with the horses.
- Sami, atlar konusunda ona yardım etmek için düzenli olarak Layla'nın arazisine gidiyordu.
- I can't afford to go.
- Gitmeyi göze alamam.
- Where am I going to go?
- Nereye gideceğim?
- I'm going right now.
- Şimdi gidiyorum.
- I don't want him to go to jail.
- Onun hapse gitmesini istemiyorum.
- Do you go to bars often?
- Sık sık bara gidiyor musun?
- Nancy went to London as well as Paris.
- Nancy hem Londra'ya hem de Paris'e gitti.
- After work, I'm going to exercise.
- İşten sonra egzersize gideceğim.
- I went back to sleep.
- Tekrar uyumaya gittim.
- My father told me I couldn't go abroad alone.
- Babam bana yurt dışına yalnız gidemeyeceğimi söyledi.
- Tom allowed Mary to go home early.
- Tom, Mary'nin eve erken gitmesine izin verdi.
- They didn't even know where to go.
- Nereye gideceklerini bile bilmiyorlardı.
- Layla heard an engine going.
- Leyla bir motorun gittiğini duydu.
- Go with them!
- Onlarla git!
- How can we go to the beach without beach beds?
- Plaj yatağı olmadan nasıl plaja gidebiliriz?
- I don't think I'll go to Tom's party.
- Tom'un partisine gideceğimi sanmıyorum.
- They went to the mountains, but the weather wasn't nice.
- Onlar dağlara gitti ama hava güzel değildi.
- Sami and Layla went to middle school together.
- Sami ve Leyla ortaokula birlikte gittiler.
- I thought you went to your room to sleep.
- Uyumak için odana gittiğini düşündüm.
- Tell them we don't want to go.
- Onlara gitmek istemediğimizi söyle.
- She went to Mexico by herself.
- Kendi başına Meksika'ya gitti.
- Neither you nor anyone will prevent me from going.
- Ne sen ne de bir başkası benim gitmemi engelleyemez.
- I don't go to Boston often.
- Boston'a pek sık gitmem.
- Sami didn't have anywhere else to go.
- Sami'nin gidecek başka bir yeri yoktu.
- I need to go to Chicago.
- Şikago'ya gitmem gerekiyor.
- Do I have to go right now?
- Hemen gitmek zorunda mıyım?
- I've wanted to go to Boston for years.
- Yıllardır Boston'a gitmek istiyordum.
- Everything's ready to go.
- Her şey gitmeye hazır.
- I'm going to be leaving soon.
- Yakında gideceğim.
- I wish you didn't have to go.
- Keşke gitmek zorunda olmasaydın.
- I went to Denmark.
- Ben Danimarka'ya gittim.
- Tom didn't want to let Mary go.
- Tom, Mary'nin gitmesine izin vermek istemedi.
- How fast is that train going?
- O tren ne kadar hızlı gidiyor?
- Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
- Tom, Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret ediyordu ama işe gitmesi gerekiyordu.
- Tom didn't know Mary wanted to go yesterday.
- Tom, Mary'nin dün gitmek istediğini bilmiyordu.
- We're letting you go.
- Biz gitmene izin veriyoruz.
- I'll go see if there is any milk in the refrigerator.
- Gidip buzdolabında süt var mı diye bakacağım.
- It has to be Tom who tells Mary she can't go.
- Mary'ye gidemeyeceğini söyleyen Tom olmalı.
- I went to the theater early so I could get a good seat.
- İyi bir yer bulabilmek için tiyatroya erken gittim.
- You're going to have to go alone.
- Yalnız gitmek zorundasın.
- Tom wondered where Mary wanted to go.
- Tom, Mary'nin nereye gitmek istediğini merak etti.
- No, I didn't go.
- Hayır, gitmedim.
- I'll go and look for her.
- Onu aramaya gideceğim.
- Tom still has to go to Boston.
- Tom hala Boston'a gitmek zorunda.
- Everything's gone.
- Her şey gitti.
- We would often go hiking on sunny days.
- Güneşli günlerde sık sık yürüyüşe giderdik.
- I went to an Italian pizzeria.
- Bir İtalyan pizzacısına gittim.
- We're going to the police station.
- Karakola gidiyoruz.
- Can I go to my room now?
- Artık odama gidebilir miyim?
- If I hadn't wanted to be there, I wouldn't have gone.
- Orada olmak istemeseydim gitmezdim.
- We'll go when the rain stops.
- Yağmur durduğunda gideceğiz.
- Why don't you go play with Tom?
- Neden Tom'la oynamaya gitmiyorsun?
- Tom needs to learn Japanese, since he's going to Japan next year.
- Tom'un Japonca öğrenmesi gerek, çünkü önümüzdeki yıl Japonya'ya gidecek.
- One of us will have to go.
- Bizden biri gitmek zorunda kalacak.
- Tom said he wanted to go to the zoo with Mary on their next date.
- Tom bir sonraki buluşmalarında Mary ile hayvanat bahçesine gitmek istediğini söyledi.
- He never goes to a gathering.
- O asla bir toplantıya gitmez.
- Do you want to go again?
- Tekrar gitmek istiyor musun?
- Tom went to see Mary the following Friday.
- Tom ertesi Cuma Mary'yi görmek için gitti.
- I stood there and watched Tom go.
- Orada durdum ve Tom'un gidişini izledim.
- She told him once and for all that she would not go to the movies with him.
- Ona ilk ve son kez onunla sinemaya gitmeyeceğini söyledi.
- Sometimes you go by bus, and sometimes by car.
- Bazen otobüsle gidersin ve bazen arabayla.
- Maybe you'd like to go with us.
- Belki bizimle gitmek istersin.
- Tom said he planned to go to the meeting on Monday.
- Tom pazartesi günü toplantıya gitmeyi planladığını söyledi.
- I'd better go myself.
- Kendim gitsem daha iyi olur.
- Tom went straight to the door.
- Tom kapıya doğru gitti.
- I have to go to the store first.
- Önce markete gitmeliyim.
- I have to go, it's late!
- Gitmeliyim, geç oldu!
- Tom went drinking almost every night.
- Tom neredeyse her gece içmeye gitti.
- I go to school by bus.
- Okula otobüsle gidiyorum.
- I don't know where he went.
- Onun nereye gittiğini bilmiyorum.
- She insisted that he should go to the hospital.
- Hastaneye gitmesi için ısrar etti.
- Go get coffee.
- Kahve almaya git.
- He said he was tired, so he would go home early.
- O yorgun olduğunu, bu yüzden eve erken gideceğini söyledi.
- Do you want to go to a soccer game?
- Futbol maçına gitmek ister misin?
- Tom didn't know where Mary went skiing.
- Tom, Mary'nin kayağa nereye gittiğini bilmiyordu.
- She went to school by car.
- Okula arabayla gitti.
- I have to go to the bank today.
- Bugün bankaya gitmem gerekiyor.
- Tom would've gone to Boston if he could've.
- Tom elinden gelseydi Boston'a giderdi.
- I have to go to Boston.
- Boston'a gitmem gerekiyor.
- She went to Bible camp.
- O, İncil kampına gitti.
- I almost got killed when I went into the burning house to save Tom.
- Tom'u kurtarmak için yanan eve gittiğimde neredeyse ölüyordum.
- Tom has to let me go.
- Tom gitmeme izin vermek zorunda.
- I went climbing in the Alps.
- Alp'lerde tırmanmaya gittim.
- Sami went to the mosque every day.
- Sami her gün camiye gidiyordu.
- Do you think Tom and Mary go to the same school?
- Tom ve Mary'nin aynı okula gittiğini düşünüyor musun?
- I'm going to Boston with you.
- Boston'a seninle gideceğim.
- I won't allow you to go.
- Gitmene izin vermeyeceğim.
- Now it's gone.
- O şimdi gitti.
- Can Tom go first?
- Önce Tom gidebilir mi?
- We're going to the ballet.
- Baleye gideceğiz.
- Tom and I went to the same high school.
- Tom ve ben aynı liseye gittik.
- Why am I going?
- Neden gidiyorum?
- Are you going to go talk to Tom?
- Tom'la konuşmaya gidecek misin?
- He went to Nara.
- Nara'ya gitti.
- You can't force us to go.
- Gitmemiz için bizi zorlayamazsınız.
- I can't go because I am busy.
- Gidemem çünkü meşgulüm.
- Let her go.
- Bırak onu gitsin.
- Instead of going myself, I sent a messenger.
- Kendim gitmek yerine, bir haberci gönderdim.
- Is Tom going to go skating tomorrow?
- Tom yarın paten kaymaya gidiyor mu?
- Why don't we go somewhere and get something to drink?
- Neden bir yere gitmiyoruz ve içecek bir şey almıyoruz?
- All of my kids went to Boston to visit my parents.
- Bütün çocuklarım ailemi ziyaret etmek için Boston'a gitti.
- She went to Germany for the purpose of studying music.
- O, müzik eğitimi amacıyla Almanya'ya gitti.
- Which university do you think Ted will go to?
- Sence Ted hangi üniversiteye gidecek?
- Tom and Mary went to get something to eat.
- Tom ve Mary yiyecek bir şeyler almaya gittiler.
- I've never gone to Boston.
- Boston'a hiç gitmedim.
- I'd love to go.
- Gitmek istiyorum.
- I went to the beach last weekend.
- Geçen hafta sonu plaja gittim.
- He will object to your going abroad.
- Yurt dışına gitmene itiraz edecektir.
- If it's raining, I won't go.
- Eğer yağmur yağıyorsa, gitmeyeceğim.
- He didn't really go to the church.
- Aslında hiç kiliseye gitmezdi.
- I can't go to work in these clothes.
- Bu kıyafetlerle çalışmaya gidemem.
- Tom said he didn't often go to Boston.
- Tom Boston'a pek sık gitmediğini söyledi.
- Tom said he didn't want me to go.
- Tom gitmemi istemediğini söyledi.
- I can go next week.
- Gelecek hafta gidebilirim.
- How much does it usually cost to go to a professional basketball game?
- Profesyonel bir basketbol maçına gitmek genellikle ne kadara mal oluyor?
- I don't go to work on Sundays.
- Pazar günleri işe gitmiyorum.
- Tom didn't want to go to the park.
- Tom parka gitmek istemedi.
- We go camping every summer.
- Her yaz kamp yapmaya gideriz.
- Tom won't go to Boston until October.
- Tom, Ekim ayına kadar Boston'a gitmeyecek.
- He's going to Paris next month.
- Gelecek ay Paris'e gidiyor.
Show More (1910)
|
