|
- They have higher expectations and are not always after the cheapest price.
- Beklentileri daha yüksektir ve her zaman en ucuz fiyatın peşinde değildirler.
- If we increase the penalty, then we see the price rise.
- Cezayı artırırsak, fiyatın yükseldiğini görürüz.
- It is, therefore, the fall in the price of farm produce that is leaving the third world hungry.
- Bu nedenle üçüncü dünyayı aç bırakan, tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüştür.
- Price alone can never be a complete measure of what is in the public interest, of what is the most advantageous offer.
- Fiyat hiçbir zaman tek başına kamu yararına olanın, en avantajlı teklifin ne olduğunun tam bir ölçüsü olamaz.
- And who can say that people stop smoking when cigarettes go up in price?
- Ve sigaranın fiyatı arttığında insanların sigarayı bıraktığını kim söyleyebilir?
- But nor will the price of nuclear energy rise.
- Ama nükleer enerjinin fiyatı da artmayacak.
- They prefer to pass on safety costs to the government instead of factoring them into the price of air tickets.
- Güvenlik maliyetlerini uçak bileti fiyatlarına yansıtmak yerine devlete yansıtmayı tercih ediyorlar.
- I agree with what has been said about the price of coffee.
- Kahve fiyatı hakkında söylenenlere katılıyorum.
- The Commission has admitted that we do not know if tax convergence will bring about price convergence.
- Komisyon, vergi yakınsamasının fiyat yakınsamasına yol açıp açmayacağını bilmediğimizi itiraf etmiştir.
- Just as he says, the price of coffee has fallen dramatically in recent years.
- Kendisinin de söylediği gibi kahve fiyatları son yıllarda önemli ölçüde düştü.
- Securities are first talked up in price, then offloaded at a profit, and shortly afterwards the price falls rapidly.
- Menkul kıymetlerin fiyatı önce yükselir, sonra karla elden çıkarılır ve kısa bir süre sonra fiyat hızla düşer.
- We are working on the roots of the phenomena, so that price convergence should develop.
- Fiyat yakınsamasının gelişmesi için bu olgunun kökleri üzerinde çalışıyoruz.
- The greatest controversy in recent weeks and months has, of course, been about the weight and price limits.
- Son haftalarda ve aylarda yaşanan en büyük tartışma elbette ağırlık ve fiyat limitleri konusunda olmuştur.
- Furthermore, I should like to add that the price element is only one aspect of the exhaustion issue.
- Ayrıca fiyat unsurunun tükenme sorununun yalnızca bir yönü olduğunu da eklemek isterim.
- Agreements can be reached about the research agenda during the price negotiations.
- Fiyat görüşmeleri sırasında araştırma gündemi konusunda anlaşmaya varılabilir.
- I agree with what has been said about the price of coffee.
- Kahve fiyatı konusunda söylenenlere katılıyorum.
- It is frequently difficult for temporary residents to obtain local insurance cover at a reasonable price.
- Geçici ikamet edenler için makul bir fiyata yerel sigorta teminatı almak genellikle zordur.
- So this proposal is the best way to achieve price transparency and to ensure a level playing field.
- Dolayısıyla bu teklif, fiyat şeffaflığını sağlamanın ve eşit bir mücadele alanı oluşturmanın en iyi yoludur.
- Another price war will lead to a new round of market redistribution.
- Yeni bir fiyat savaşı, pazarın yeniden dağıtılmasına yol açacaktır.
- Just as he says, the price of coffee has fallen dramatically in recent years.
- Kendisinin de söylediği gibi, kahve fiyatları son yıllarda önemli ölçüde düştü.
- Yes, the price was right, but only the lawyers won.
- Evet, fiyat doğruydu ama kazanan sadece avukatlar oldu.
- So this proposal is the best way to achieve price transparency and to ensure a level playing field.
- Dolayısıyla bu teklif, fiyat şeffaflığını sağlamanın ve eşit bir oyun alanı oluşturmanın en iyi yoludur.
- This requires transparency, but must not adversely affect price forming and liquidity on the financial markets.
- Bu şeffaflık gerektirir ancak mali piyasalarda fiyat oluşumunu ve likiditeyi olumsuz etkilememelidir.
- Then it is quality and price that count, and nothing else matters.
- O zaman önemli olan kalite ve fiyattır, başka hiçbir şeyin önemi yoktur.
- Agreements can be reached about the research agenda during the price negotiations.
- Fiyat müzakereleri sırasında araştırma gündemi konusunda anlaşmaya varılabilir.
- A single domestic customer will have to compete with big industrial consumers to get a fair price.
- Tek bir evsel müşteri adil bir fiyat alabilmek için büyük endüstriyel tüketicilerle rekabet etmek zorunda kalacaktır.
- When the price has been high the producer has been doing well.
- Fiyat yüksek olduğunda üretici iyi iş çıkarıyor.
- Cigarettes are produced on that island and the price is kept down for local consumers and tourists.
- Sigaralar bu adada üretilmekte ve yerel tüketiciler ve turistler için fiyatlar düşük tutulmaktadır.
- We do not accept the argument that price makes no difference to the amount of cigarettes consumed.
- Fiyatın tüketilen sigara miktarı üzerinde hiçbir fark yaratmadığı argümanını kabul etmiyoruz.
- Now, this is not all that simple because it is not only the price that is decisive.
- Şimdi bu o kadar da basit değil çünkü belirleyici olan sadece fiyat değil.
- You can buy that virtually for the price of the bottle alone.
- Bunu neredeyse sadece şişe fiyatına satın alabilirsiniz.
- There has also been a price study carried out by the Swedish and the UK governments.
- İsveç ve Birleşik Krallık hükûmetleri tarafından da bir fiyat çalışması yürütülmüştür.
- The price is too high in my opinion.
- Bence fiyat çok yüksek.
- The most economically advantageous factors may not be the cheapest price, but rather the number of jobs created.
- Ekonomik açıdan en avantajlı faktörler en ucuz fiyat değil, daha ziyade yaratılan istihdam sayısı olabilir.
- There has never been a price war, as market liquidity is controlled by a single active player.
- Piyasa likiditesi tek bir faal aktör tarafından kontrol edildiği için hiçbir zaman bir fiyat savaşı yaşanmamıştır.
- This provides better opportunities for competitively priced products, which will also benefit European consumers.
- Bu, Avrupalı tüketicilere de fayda sağlayacak olan rekabetçi fiyatlı ürünler için daha iyi fırsatlar sunmaktadır.
- We produce a report twice a year on the price of different models in the different Member States.
- Yılda iki kez farklı Üye Devletlerdeki farklı modellerin fiyatlarına ilişkin bir rapor hazırlıyoruz.
- There has never been a price war, as market liquidity is controlled by a single active player.
- Piyasa likiditesi tek bir aktif oyuncu tarafından kontrol edildiği için hiçbir zaman bir fiyat savaşı yaşanmamıştır.
- Regrettably, the resolution does not mention the importance of a good price for agricultural products.
- Ne yazık ki kararda tarım ürünleri için iyi bir fiyatın öneminden bahsedilmiyor.
- This requires transparency, but must not adversely affect price forming and liquidity on the financial markets.
- Bu şeffaflık gerektirir, ancak mali piyasalarda fiyat oluşumunu ve likiditeyi olumsuz etkilememelidir.
- Maybe the price of a pizza for an average household once a year.
- Belki de yılda bir kez ortalama bir hane için bir pizza fiyatı.
- They have higher expectations and are not always after the cheapest price.
- Daha yüksek beklentileri var ve her zaman en ucuz fiyatın peşinde değiller.
- This is a question, however, of what sort of technology we choose and what its price is in ecological terms.
- Ancak bu, ne tür bir teknoloji seçeceğimiz ve bunun ekolojik açıdan fiyatının ne olacağı ile ilgili bir sorudur.
- 7% in February 2000, reflecting price effects of the earthquake tax package and higher administrated prices.
- Şubat 2000'de %7, deprem vergisi paketinin fiyat etkilerini ve daha yüksek yönetilen fiyatları yansıtıyor.
- Only at this price and under these conditions are we able to protect our traditional tropical products.
- Geleneksel tropikal ürünlerimizi ancak bu fiyat ve bu koşullar altında koruyabiliyoruz.
- Why, for example, should the British keep their rebate while the much poorer candidate countries pay full price?
- Örneğin, neden çok daha fakir aday ülkeler tam fiyat öderken İngilizler indirimlerini korumalı?
- In the Sudetenland agricultural land costs 10% of the price in neighbouring Germany.
- Sudetenland'da tarım arazileri komşu Almanya'daki fiyatların %10'una mal olmaktadır.
- We should not get too hung up on future trends in price.
- Gelecekteki fiyat eğilimlerine çok fazla takılmamalıyız.
- The success of emissions trading will therefore depend on the price.
- Dolayısıyla emisyon ticaretinin başarısı fiyata bağlı olacaktır.
- A ban might lead to a fuelling of illegal trade and push up the price.
- Yasak, yasadışı ticaretin artmasına ve fiyatların yükselmesine neden olabilir.
- The Commission has no powers with respect to either the price or reimbursement of medicines.
- Komisyon'un ilaçların fiyatı ya da geri ödemesi konusunda herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır.
- The first is price protection.
- Bunlardan ilki fiyatların korunmasıdır.
- In this case, the advantages should mainly be in the field of reliability and price.
- Bu durumda avantajlar esas olarak güvenilirlik ve fiyat alanında olmalıdır.
- The most important point here is that the true cost of supplying all energy is reflected in its price.
- Buradaki en önemli nokta, tüm enerji tedarikinin gerçek maliyetinin fiyatına yansıtılmasıdır.
- On the price of food as well as the quality and the variety available to our consumers?
- Gıda fiyatlarının yanı sıra tüketicilerimize sunulan kalite ve çeşitlilik üzerine?
- Pollution must now acquire a price and that is an important tool for the preservation of industry.
- Kirliliğin artık bir fiyatı olmalıdır ve bu sanayinin korunması için önemli bir araçtır.
- Regrettably, the resolution does not mention the importance of a good price for agricultural products.
- Ne yazık ki kararda tarım ürünleri için iyi bir fiyatın önemine değinilmemiştir.
- That would push up the price of GM-free goods and put them out of the reach of many consumers.
- Bu da GDO'suz ürünlerin fiyatını artıracak ve birçok tüketicinin ulaşamayacağı bir yere koyacaktır.
- The obligation to give the same price to everyone will make internalisation uneconomic.
- Herkese aynı fiyatı verme zorunluluğu içselleştirmeyi ekonomik olmaktan çıkaracaktır.
- The first is price protection.
- İlki fiyatların korunmasıdır.
- The criterion favoured is that of price over social and territorial cohesion, equality and employment.
- Sosyal ve bölgesel uyum, eşitlik ve istihdam yerine fiyat kriteri tercih ediliyor.
- The public deficit and inflation have been reduced, the latter through a change in wage and price indexation.
- Kamu açığı ve enflasyon, ücret ve fiyat endekslemesinde yapılan değişiklikle azaltılmıştır.
- The Commission has no powers with respect to either the price or reimbursement of medicines.
- Komisyon'un ilaçların fiyatı ya da geri ödemesi konusunda hiçbir yetkisi yoktur.
- We want to protect stocks but not at just any price, not through just any measure.
- Hisse senetlerini korumak istiyoruz ama herhangi bir fiyattan değil, herhangi bir önlemle değil.
- In other words, the price of goods must reflect their real environmental cost.
- Başka bir deyişle malların fiyatı gerçek çevresel maliyetlerini yansıtmalıdır.
- Today's oil price fluctuates due to these constantly changing conditions.
- Günümüzün petrol fiyatı, sürekli değişen bu koşullar nedeniyle dalgalanmaktadır.
- If price is an issue, check out previous versions, which are cheaper.
- Fiyat bir sorunsa, daha ucuz olan önceki sürümlere göz atın.
- It would not even matter what the present gold price is.
- Şu anki altın fiyatının ne olduğu bile önemli değil.
- Check out this page for the most recent price.
- En güncel fiyatı öğrenmek için bu sayfaya göz atın.
- Go to the Gunnar Optik site, create a pair of glasses with your desired features, and check out the price.
- Gunnar Optik sitesine gidin, istediğiniz özelliklerde bir gözlük oluşturun ve fiyatına göz atın.
- Thus Israel pay for it only two-thirds of the real price.
- Dolayısıyla İsrail bunun için gerçek fiyatın yalnızca üçte ikisini ödüyor.
- This device justifies the price it demands.
- Bu araç fiyatını hak ediyor.
- I think the price will not break the falling trend at once.
- Fiyatın düşüş trendini bir anda kırmayacağını düşünüyorum.
- If price is an issue, check out previous versions, which are cheaper.
- Fiyat bir sorun ise, daha ucuza gelen önceki sürümleri inceleyin.
- Thus Israel pay for it only two-thirds of the real price.
- Böylece İsrail buna gerçek fiyatın sadece üçte ikisini öder.
- This device justifies the price it demands.
- Bu cihaz fiyatının hakkını veriyor.
- Sony Ericsson has not announced the price of this device.
- Sony Ericsson bu cihazın fiyatını açıklamadı.
- We checked out that house on the corner, but the price was too high considering all the work it needs.
- Köşedeki eve göz attık ama ihtiyacı olan onca işçiliği göz önünde bulundurursak fiyatı çok yüksekti.
- What's your asking price?
- İstediğin fiyat nedir?
- The multinational corporation lowered the price of several products.
- Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.
- The price of meat will soon come down.
- Etin fiyatı yakında düşecektir.
- Today, we're selling that at twenty-five percent off our usual price.
- Bugün, bunu normal fiyatımızdan yüzde yirmi beş indirimle satıyoruz.
- That seems like an affordable price.
- Uygun bir fiyat gibi görünüyor.
- What is its price?
- Fiyatı nedir?
- We fixed the price at $15.
- Biz fiyatı 15 dolarda sabitledik.
- She's good at bargaining the price down.
- Pazarlıkta fiyatı kırmada iyidir.
- We can haggle over price later.
- Daha sonra fiyat üzerine pazarlık yapabiliriz.
- We can haggle over price later.
- Fiyat konusunda daha sonra pazarlık yapabiliriz.
- Delivery is not included in the price.
- Teslimat fiyata dahil değildir.
- He could not buy the stereo set at such a price.
- Müzik setini bu fiyata alamazdı.
- Price depends on costs and demand.
- Fiyat maliyetlere ve talebe bağlıdır.
- It is certain that the price of gold will go up.
- Altın fiyatının yükseleceği kesin.
- The price of coffee has doubled since then.
- Kahve fiyatı o zamandan beri ikiye katladı.
- What's the room's price?
- Oda fiyatı kaç para?
- The actual price was lower than I had thought.
- Gerçek fiyat düşündüğümden daha düşüktü.
- I think that price is reasonable.
- O fiyatın makul olduğunu düşünüyorum.
- Have you checked our stock price recently?
- Son zamanlarda hisse senedi fiyatlarını kontrol ettin mi?
- The price they are charging seems reasonable.
- Aldıkları fiyat makul görünüyor.
- This is well worth twice the price I'm asking.
- Bu, istediğim fiyatın iki katına değer.
- That's a good price.
- O iyi bir fiyat.
- I would never have guessed that you could buy butter for such a low price.
- Öyle düşük bir fiyata yağ satın alabileceğini asla tahmin etmezdim.
- The price of oil has dipped below $30 a barrel.
- Petrolün varil fiyatı 30 doların altına düştü.
- Do you really think it's worth the price they're asking?
- Sence gerçekten istedikleri fiyata değer mi?
- The stated price does not include labor charges.
- Belirtilen fiyat işçilik ücretini içermez.
- The price of gold varies from day to day.
- Altının fiyatı günden güne değişiyor.
- That seems like an affordable price.
- O, uygun bir fiyatlı gibi görünüyor.
- Tom got a bargain price.
- Tom uygun bir fiyata aldı.
- She's good at bargaining the price down.
- Fiyat düşürmek için pazarlık etmede iyidir.
- You bought these articles at too high a price.
- Bu eşyaları çok yüksek bir fiyata satın aldınız.
- There is a preferential price for unemployed people and the elderly.
- İşsizler ve yaşlılar için ayrıcalıklı bir fiyat var.
- It's not a matter of price.
- Bu bir fiyat meselesi değil.
- How did you get that price?
- Bu fiyatı nereden buldun?
- The price is kind of high for a used car.
- Kullanılmış bir araba için fiyat biraz yüksek.
- Dan didn't even negotiate the price.
- Dan fiyatta pazarlık bile yapmadı.
- The actual price was lower than I'd expected.
- Gerçek fiyat beklediğimden daha düşüktü.
- He put up a notice about the change in price.
- Fiyat değişikliği hakkında bir ilan astı.
- The price of rice rose by three percent.
- Pirinç fiyatı yüzde üç oranında arttı.
- Aren't you selling this at a discount price?
- Bunu indirimli fiyata satmıyor musun?
- I was shocked by the price.
- Fiyattan şaşkına döndüm.
- What's the price of this?
- Bunun fiyatı ne?
- Observe his facial reaction when we mention a price.
- Bir fiyat belirttiğimizde yüzündeki tepkiyi gözlemleyin.
- They're just out of my price range.
- Onlar benim fiyat aralığının dışında.
- Does that price include breakfast?
- Bu fiyata kahvaltı dahil mi?
- The price of everything increased.
- Her şeyin fiyatı artmıştı.
- Do you know what the price of a new snowboard is?
- Yeni bir snowboardun fiyatının ne olduğunu biliyor musunuz?
- Aren't you selling this at a discount price?
- Bunu indirimli fiyattan satmıyor musunuz?
- Could you please confirm the price by email?
- Lütfen fiyatı e-posta ile onaylar mısın?
- I can't sell at this price.
- Bu fiyata satamam.
- The price is a little high for me.
- Fiyat benim için biraz yüksek.
- This drug company raised the price of a tablet from $13.50 to $750 overnight.
- Bu ilaç şirketi bir tabletin fiyatını bir gecede 13.50 dolardan 750 dolara yükseltti.
- Will the strike affect the price of coal?
- Grev, kömür fiyatını etkiler mi?
- This isn't for sale at any price.
- Bu hiçbir fiyata satılık değil.
- We do have something which is more in your price range.
- Sizin fiyat aralığınıza daha uygun bir şeyimiz var.
- This price is too high.
- Bu fiyat çok yüksek.
- It's kind of in vogue, but the price is too much!
- Biraz moda ama fiyatı çok fazla!
- I got two for the price of one.
- Bir fiyatına iki tane aldım.
- The price will change according to the demand.
- Fiyat talebe göre değişecek.
- What's the room's price?
- Odanın fiyatı ne kadar?
- Will the price keep going up?
- Fiyat artmaya devam edecek mi?
- The asking price is astronomical.
- İstenen fiyat astronomik.
- That seems like a reasonable price.
- Bu makul bir fiyat gibi görünüyor.
- Would you please send me a brochure and price information?
- Bana bir broşür ve fiyat bilgisi gönderir misiniz lütfen?
- I got this car for a very reasonable price.
- Bu arabayı çok makul bir fiyata aldım.
- I don't want to think about the price of gasoline.
- Benzin fiyatlarını düşünmek istemiyorum.
- I don't care about the price.
- Fiyat umurumda değil.
- Could you please confirm the price by fax?
- Lütfen fiyatı faksla onaylar mısın?
- Tell me your needs and I'll tell you my price.
- Bana ihtiyaçlarını söyle, ben de sana fiyatımı söyleyeyim.
- The price of rice rose by more than three percent.
- Pirinç fiyatı yüzde üçten fazla arttı.
- I thought the price was kind of high.
- Fiyat biraz yüksek diye düşündüm.
- Tom was accused of price gouging.
- Tom fiyat şişirmekle suçlandı.
- The price of my dress' fabric is 10 Euros per meter.
- Elbisemin kumaşının fiyatı metre başına 10 Euro'dur.
- Don't you have something that isn't out of my price range?
- Benim fiyat aralığımın dışında bir şeyiniz yok mu?
- Is the price acceptable?
- Fiyat uygun mu?
- I didn't have to pay the full price.
- Tam fiyatı ödemek zorunda kalmadım.
- Could you give me a better price?
- Bana daha iyi bir fiyat verebilir misiniz?
- The price depends on the size.
- Fiyat boyuta bağlıdır.
- The price is going up.
- Fiyat artıyor.
- The price was in the neighbourhood of 50 dollars.
- Fiyat, yaklaşık 50 dolar civarındaydı.
- I sold my books at a reasonable price.
- Kitaplarımı makul bir fiyata sattım.
- We did not think about the price.
- Fiyatını düşünmedik.
- The price of real estate has been rising abnormally in Japan.
- Japonya'da gayrimenkul fiyatları anormal bir biçimde artıyor.
- In that case you only have to pay half the price.
- Bu durumda fiyatın sadece yarısını ödemek zorundasın.
- Does that price include soup and salad?
- Bu fiyata çorba ve salata dahil mi?
- In 1918, revolts due to the price of rice erupted all around the country.
- 1918'de pirinç fiyatları nedeniyle ülkenin dört bir yanında isyanlar patlak verdi.
- I forgot what the exact price was, but it was about 170 dollars.
- Tam fiyatın ne olduğunu unuttum fakat 170 dolar civarındaydı.
- He isn't going to get this car at that price.
- O fiyata bu arabayı alamaz.
- A man can know the price of everything and the value of nothing.
- Bir insan her şeyin fiyatını bilebilir ve hiçbir şeyin değerini bilemez.
- My brother paid double the price.
- Kardeşim iki katı fiyat ödedi.
- The drinks are half price until six.
- İçecekler altıya kadar yarı fiyatına.
- That's a reasonable price.
- Makul bir fiyat.
- I bought this dress at a low price.
- Bu elbiseyi düşük bir fiyata aldım.
- The price of this used car is reasonable.
- Bu ikinci el arabanın fiyatı makul.
- We concluded, however that the price of 5,000,000 yen was too high.
- Ancak 5,000,000 yenlik fiyatın çok yüksek olduğu sonucuna vardık.
- They agreed on a price.
- Bir fiyatta anlaştılar.
- Does that price include soup and salad?
- O fiyata çorba ve salata dahil mi?
- The price of wisdom is above pearls.
- Bilgeliğin fiyatı incilerden daha yüksektir.
- Here is a list of moderately priced restaurants.
- İşte uygun fiyatlı restoranların bir listesi.
- The price of bread rose by ten yen.
- Ekmek fiyatı on yen yükseldi.
- Specifications and price are subject to change.
- Özellikler ve fiyat değişebilir.
- Tom sold the necklace to Mary for a very low price.
- Tom kolyeyi Mary'ye çok düşük bir fiyata sattı.
- The price is high.
- Fiyat yüksek.
- We concluded, however that the price of 5,000,000 yen was too high.
- Bununla birlikte, 5,000,000 Yen'lik fiyatın çok yüksek olduğuna karar verdik.
- Just give me a price.
- Bana sadece bir fiyat verin.
- The price of that book is five dollars.
- O kitabın fiyatı beş dolar.
- The price of coffee has come down.
- Kahvenin fiyatı düştü.
- I'll sell this to you if you're willing to pay the price.
- Fiyatı ödemeye hazırsanız bunu size satacağım.
- Does that affect the price?
- Bu, fiyatı etkiler mi?
- Tom and Mary agreed on a price.
- Tom ve Mary fiyatta anlaştılar.
- Can you give me a better price?
- Bana daha iyi bir fiyat verebilir misiniz?
- The price is low, but the quality isn't very good.
- Fiyatı düşük ama kalitesi pek iyi değil.
- The price reflects the demand.
- Fiyat talebi yansıtır.
- The price of this camera is very high.
- Bu kameranın fiyatı çok yüksek.
- What's the price of a ticket?
- Bilet fiyatı ne kadar?
- The price is reasonable.
- Fiyat makul.
- The price of the meal includes a service charge.
- Yemek fiyatına servis bedeli dahildir.
- The price includes the postage charge.
- Fiyata posta ücreti dahildir.
- Tom thinks this price is reasonable.
- Tom bu fiyatın makul olduğunu düşünüyor.
- How did you get a better price than I did?
- Benden daha iyi bir fiyatı nasıl buldun?
- Don't you have something in my price range?
- Fiyat aralığımda bir şeyin yok mu?
- The price of coffee has come down.
- Kahve fiyatı düştü.
- I bought this coat at a low price.
- Bu ceketi düşük bir fiyata aldım.
- What is the price?
- Fiyatı nedir?
- I knew it was out of our price range, but I wanted to buy it anyway.
- Fiyat aralığımızın dışında olduğunu biliyordum ama yine de almak istedim.
- Look at the price.
- Fiyata bak.
- I can't believe that you really sold that junk for such a high price.
- O hurdayı bu kadar yüksek bir fiyata sattığına inanamıyorum.
- The price of the car is too high.
- Arabanın fiyatı çok yüksek.
- Tom said he would buy it if I lowered the price by thirty dollars.
- Tom, fiyatını otuz dolar düşürürsem alacağını söyledi.
- Their price is below ours.
- Onların fiyatı bizimkinin altındadır.
- What's the price of this umbrella?
- Bu şemsiyenin fiyatı nedir?
- We might not need to pay the full price.
- Tam fiyatı ödememiz gerekmeyebilir.
- We agreed on a price.
- Bir fiyat üzerinde anlaştık.
- Tom paid the ultimate price.
- Tom en yüksek fiyatı ödedi.
- Their price is below ours.
- Onların fiyatı bizimkinin altında.
- Today you can get two for the price of one.
- Bugün bir fiyatına iki tane alabilirsiniz.
- The price of rice rose by three percent.
- Pirinç fiyatı yüzde üç arttı.
- Today, we're selling that at twenty-five percent off our usual price.
- Bugün normal fiyatımızdan yüzde yirmi beş indirimle satıyoruz.
- I consider the price too low.
- Ben fiyatın fazla düşük olduğunu düşünüyorum.
- I negotiated the price.
- Fiyat konusunda pazarlık yaptım.
- I'd consider buying that if you'd sell it to me for a reasonable price.
- Bunu bana makul bir fiyata satarsanız almayı düşünürüm.
- The only difference between children and men is the price of their toys.
- Çocuklarla erkekler arasındaki tek fark oyuncaklarının fiyatıdır.
- They agreed on a price.
- Onlar fiyat üzerinde anlaştılar.
- The price of crude oil is sinking.
- Ham petrolün fiyatı düşüyor.
- She buys everything she wants without paying attention to the price.
- O, fiyata dikkat etmeden istediği her şeyi alır.
- I purchased the goods for half price.
- Malları yarı fiyatına satın aldım.
- The price was right.
- Fiyat uygundu.
- Don't let the price bother you!
- Fiyatın seni rahatsız etmesine izin verme!
- This is a much higher price than I expected.
- Bu beklediğimden daha yüksek bir fiyat.
- The more people buy a given item of merchandise, the higher its price.
- Bir mal ne kadar çok kişi tarafından satın alınırsa, fiyatı da o kadar yüksek olur.
- Is it really worth the price?
- Gerçekten bu fiyata değer mi?
- We paid a fair price for it.
- Bunu için makul bir fiyat ödedik.
- The price is double what it was last year.
- Fiyat geçen yılın iki katı.
- Is this price acceptable?
- Bu fiyat kabul edilebilir mi?
- That isn't worth the price they're asking for it.
- İstedikleri fiyata değmez.
- Can't you bring down the price a bit?
- Fiyatı biraz indiremez misin?
- The price of coffee has doubled since then.
- O zamandan beri kahve fiyatı iki katına çıktı.
- Does that price include tax?
- O fiyata vergi dahil mi?
- Does the price of the room include the service charges?
- Oda Fiyatına servis ücretleri dahil mi?
- The price is very cheap.
- Fiyatı çok ucuz.
- The price of oil is down this week.
- Petrol fiyatı bu hafta düştü.
- I didn't like the price.
- Fiyatı beğenmedim.
- Bread is half price today.
- Ekmek bugün yarı fiyatına.
- Could you knock down the price if I buy two?
- İki tane alırsam fiyatı indirir misin?
- I think it's worth the price.
- Sanırım bu fiyata değer.
- Tom bought this camera for a reasonable price.
- Tom, bu kamerayı makul bir fiyata satın aldı.
- It was a fair price.
- Makul bir fiyattı.
- I think that thirty dollars is too high a price to pay for this.
- Bence 30 dolar bunun için çok yüksek bir fiyat.
- We will only consider placing an order if you reduce the price by 5%.
- Sadece fiyatı %5 düşürürseniz sipariş vermeyi düşünürüz.
- I'd be taking a loss at that price.
- Bu fiyata zarar ediyorum.
- Did you and Tom discuss a price?
- Tom'la bir fiyat konuştunuz mu?
- I got this typewriter at a bargain price.
- Bu daktiloyu uygun fiyata aldım.
- Tom put up a notice about the change in price.
- Tom fiyat değişikliği hakkında bir bildirimde bulundu.
- My brother paid double the price.
- Erkek kardeşim fiyatın iki katını ödedi.
- The price of everything increased.
- Her şeyin fiyatı arttı.
- Tom told you the wrong price.
- Tom size yanlış fiyat söyledi.
- Tom and Mary agreed on a price.
- Tom ve Mary bir fiyat üzerinde anlaştılar.
- The price of this car is discounted fifteen percent.
- Bu arabanın fiyatı yüzde on beş indirimlidir.
- The price of oil went up.
- Petrol fiyatı yükseldi.
- The price of gasoline is so high that we cannot buy a big car.
- Benzinin fiyatı o kadar yüksek ki büyük bir araba alamıyoruz.
- The drinks are half price until six.
- İçkiler saat altıya kadar yarı fiyatına.
- For that price, you should be able to get something better.
- Bu fiyata daha iyi bir şey alabilmelisin.
- We came to an agreement on a price.
- Fiyat konusunda anlaşmaya vardık.
- Is this the last price?
- Bu son fiyat mı?
- The price rose.
- Fiyat yükseldi.
- The shop on the corner sells fruit at a very good price.
- Köşedeki dükkan çok iyi bir fiyata meyve satar.
- That isn't worth the price they're asking for it.
- İstedikleri bu fiyata değmez.
- Getting a lower price will be difficult.
- Daha düşük bir fiyat almak zor olacak.
- The price is up to you.
- Fiyat sana kalmış.
- The price is three hundred dollars.
- Fiyat üç yüz dolar.
- The price of real estate has been rising abnormally in Japan.
- Japonya'da emlak fiyatları anormal bir şekilde yükseliyor.
- I'm happy with the price.
- Fiyattan memnunum.
- Are they all the same price?
- Hepsi aynı fiyat mı?
- We all have a price.
- Hepimizin bir fiyatı var.
- What's the price of a ticket?
- Bir biletin fiyatı ne kadar?
- Tom sold Mary's necklace for a very low price.
- Tom, Mary'nin kolyesini çok düşük bir fiyatla sattı.
- Can I really have it at this price?
- Gerçekten onu bu fiyata alabilir miyim?
- The good weather sent the price of vegetables down.
- İyi hava sebzelerin fiyatını düşürdü.
- You can't put a price on a life.
- Bir hayata fiyat biçemezsin.
- Do you know what the price of a new snowboard is?
- Yeni bir snowboard'un fiyatını biliyor musun?
- I would like to discuss about the price with you.
- Sizinle fiyat hakkında konuşmak istiyorum.
- The price of rice went up three percent.
- Pirinç fiyatı yüzde üç arttı.
- What is the price of this watch?
- Bu saatin fiyatı nedir?
- Tom put up a notice about the change in price.
- Tom fiyat değişikliği hakkında bir ilan astı.
- That company's stock price fell yesterday.
- O şirketin hisse senedi fiyatı dün düştü.
- Can you lower the price to ten dollars?
- Fiyatı on dolara indirebilir misiniz?
- Is this price acceptable?
- Bu fiyat makul mü?
- Specifications and price are subject to change.
- Teknik özellikler ve fiyat değişebilir.
- What is the price of this radio?
- Bu radyonun fiyatı nedir?
- What is the price?
- Fiyat nedir?
- Tom told you the wrong price.
- Tom sana yanlış fiyat söyledi.
- This price is reasonable.
- Bu fiyat makul.
- Tom couldn't calculate the price of the collection.
- Tom koleksiyonun fiyatını hesaplayamadı.
- The painting is not worth the price you are asking.
- Tablo, istediğiniz fiyata değmez.
- The shop on the corner sells fruit at a very good price.
- Köşedeki dükkan çok iyi fiyata meyve satıyor.
- Tell me your price.
- Bana fiyatını söyle.
- The price of my dress' fabric is 10 Euros per meter.
- Elbisemin kumaşının metre fiyatı 10 Euro.
- I sold my books at a reasonable price.
- Makul bir fiyata kitaplarımı sattım.
- The good weather sent the price of vegetables down.
- Havanın iyi gitmesi sebze fiyatlarını düşürdü.
- The price of the book was $5.
- Kitabın fiyatı beş dolardı.
- I don't care about the price.
- Fiyatı umursamıyorum.
- The price of this car is discounted fifteen percent.
- Bu arabanın fiyatı yüzde on beş indirimli.
- The price is three hundred, not two.
- Fiyat üç yüz, iki değil.
- I can't believe that you really sold that junk for such a high price.
- O hurdayı öyle yüksek bir fiyata gerçekten sattığına inanamıyorum.
- We would have bought the plane tickets if the price had been a little lower.
- Fiyatı biraz daha düşük olsaydı, uçak biletlerini alırdık.
- Tom said he would buy it if I lowered the price by thirty dollars.
- Tom fiyatı otuz dolar düşürürsem onu alacağını söyledi.
- The price is kind of high, but it's worth it.
- Fiyatı biraz yüksek ama buna değer.
- This is reasonably priced.
- Bu makul bir fiyat.
- This drug company raised the price of a tablet from $13.50 to $750 overnight.
- Bu ilaç şirketi bir tabletin fiyatını bir gecede 13,50 dolardan 750 dolara yükseltti.
- The price is high.
- Fiyatı yüksek.
- What is the price of this cap?
- Bu şapkanın fiyatı nedir?
- I'll pay double the price.
- Ben fiyatın iki katını öderim.
- The multinational corporation lowered the price of several products.
- Çok uluslu şirket birkaç ürünün fiyatını düşürdü.
- Would you please send me a brochure and price information?
- Lütfen bana bir broşür ve fiyat bilgisi yollar mısınız?
- I hope to provide you with good food at a low price.
- Size düşük fiyata iyi yemek sunmayı umuyorum.
- Is lunch included in this price?
- Öğle yemeği bu fiyata dahil midir?
- Can you guess the price?
- Fiyatı tahmin edebilir misiniz?
- I was shocked by the price.
- Fiyat beni şok etti.
- The price of gas is rising.
- Benzin fiyatı yükseliyor.
- The actual price was lower than I had thought.
- Gerçek fiyat düşündüğümden daha aşağıdaydı.
- We fixed the price at $15.
- Fiyatı 15 dolar olarak belirledik.
- The price of coffee has gone up.
- Kahve fiyatı artmış.
- We're not selling that book at a reduced price.
- O kitabı indirimli bir fiyata satmıyoruz.
- We lost against our rival on price.
- Rakibimize karşı fiyatta kaybettik.
- He charged me a higher price because he noticed my accent.
- Aksanımı fark ettiği için benden daha yüksek bir fiyat talep etti.
- The company's stock price jumped yesterday.
- Şirketin hisse senedi fiyatı dün fırladı.
- That's not worth the price they're asking for.
- İstedikleri fiyata değmez.
- I was able to buy two for the price of one.
- Bir fiyatına iki tane alabildim.
- It's difficult to put a price on a human life.
- Bir insanın hayatına fiyat biçmek zordur.
- You won't believe the price.
- Fiyata inanamayacaksın.
- Tom is good at bargaining the price down.
- Tom fiyatı düşürmek için pazarlık yapmakta iyidir.
- Everything in the store is half price this week.
- Bu hafta mağazadaki her şey yarı fiyatına.
- The share price is plummeting – get out while you can.
- Hisse fiyatı düşüyor. Fırsatın varken çık.
- The price is three hundred, not two.
- Fiyat üç yüz değil, iki yüz.
- The price is good.
- Fiyat iyi.
- Tom won't be able to sell his car for that price.
- Tom arabasını bu fiyata satamayacak.
- I sold them for a low price.
- Onları düşük bir fiyata sattım.
- That's a good price.
- Bu iyi bir fiyat.
- I'd be taking a loss at that price.
- O fiyata zarar ederim.
- Tom negotiated a lower price.
- Tom daha düşük bir fiyat görüştü.
- Everyone has a price.
- Herkesin bir fiyatı var.
- I consider the price too low.
- Fiyatın çok düşük olduğunu düşünüyorum.
- I don't think it's worth the price they're asking.
- Bunun onların istedikleri fiyata değer olduğunu sanmıyorum.
- Tom has agreed to pay a rather steep price for that painting.
- Tom, bu resim için oldukça aşırı bir fiyat ödemeyi kabul etti.
- We agreed on a price.
- Bir fiyatta anlaştık.
- The price jump was unprecedented.
- Fiyat atlaması eşi benzeri görülmemişti.
- Here is a list of moderately priced restaurants.
- İşte makul fiyatlı restoranların bir listesi.
- The price of rice rose by more than three percent.
- Pirincin fiyatı yüzde üçten daha fazla yükseldi.
- The price does not include the box.
- Fiyata kutu dahil değil.
- The actual price was lower than I thought it would be.
- Gerçek fiyat olacağını düşündüğümden daha düşüktü.
- The price of books is getting higher these days.
- Kitapların fiyatı bugünlerde artıyor.
- They're just out of my price range.
- Benim fiyat aralığımın dışındalar.
- He couldn't calculate the price of the collection.
- Koleksiyonun fiyatını hesaplayamadı.
- I negotiated the price.
- Fiyatta pazarlık yaptım.
- I didn't have to pay the full price.
- Tam fiyatını ödemek zorunda değildim.
- I'll give you a fair price.
- Size adil bir fiyat vereceğim.
- These are half price today.
- Bunlar bugün yarı fiyatına.
- I bought it at a reduced price.
- Bunu indirimli bir fiyatla aldım.
- The price was absurdly high.
- Fiyat abartılı derecede yüksekti.
- This painting isn't worth the price you're asking.
- Bu tablo istediğin fiyata değmez.
- The price of this computer is very low.
- Bu bilgisayarın fiyatı çok düşük.
- The price of food has gone up.
- Yiyecek fiyatları arttı.
- I have sold my books at a good price.
- Kitaplarımı iyi bir fiyata sattım.
- The price of books is getting higher these days.
- Bugünlerde kitapların fiyatı giderek artıyor.
- The price of gold fluctuates daily.
- Altın fiyatı günlük olarak dalgalanır.
- I think we should reduce the price.
- Sanırım fiyatı azaltmalıyız.
- It really is a good price.
- Gerçekten iyi bir fiyat.
- The price depends on the size.
- Fiyat boyuta göre değişir.
- The company's stock price jumped yesterday.
- Şirketin hisse senedi fiyatı dün yükseldi.
- The price of coffee has gone up.
- Kahvenin fiyatı arttı.
- I think that thirty dollars is too high a price to pay for this.
- Otuz doların bunu ödemek için çok yüksek bir fiyat olduğunu düşünüyorum.
- What would a good price for that be?
- Onun için iyi bir fiyat ne olurdu?
- You name a price!
- Fiyatını sen söyle!
- Could you please confirm the price by fax?
- Lütfen fiyatı faks ile teyit eder misiniz?
- The price of the meal includes a service charge.
- Yemeğin fiyatına servis ücreti de dahil.
- How did you get a better price than I did?
- Nasıl benden daha iyi bir fiyat aldınız?
- Does that price include tax?
- Bu fiyata vergi dahil mi?
- The price of this computer is very low.
- Bu bilgisayarın fiyatı çok düşüktür.
- Tell me your needs and I'll tell you my price.
- Bana ihtiyaçlarınızı söyleyin size fiyatımı söyleyeceğim.
- It's an attractive price, for this sort of device.
- Bu, bu tür bir cihaz için cazip bir fiyat.
- I think that price is reasonable.
- Bence bu fiyat makul.
- You won't believe the price.
- Fiyata inanmayacaksın.
- Is the price acceptable?
- Fiyat makul mu?
- Will the strike affect the price of coal?
- Grev, kömür fiyatlarını etkileyecek mi?
- That's not worth the price they're asking for it.
- O asla istedikleri fiyata değmez.
- Even Tom thinks that the price is too high.
- Tom bile fiyatın fazla yüksek olduğunu düşünüyor.
- During happy hour, all drinks are half price.
- Mutlu saatler boyunca tüm içecekler yarı fiyatına.
- It really is a good price.
- O gerçekten iyi bir fiyat.
- The price doesn't include consumption tax.
- Fiyata tüketim vergisi dahil değildir.
- The price includes tax.
- Vergi fiyata dahildir.
- The price of food has gone up.
- Gıda fiyatı arttı.
- Houses here are double the price of those in Kobe.
- Buradaki evler Kobe'dekilerin iki katı fiyatına.
- What is the price of this cap?
- Bu kasketin fiyatı nedir?
- I can get a better price for it.
- Bunun için daha iyi bir fiyat alabilirim.
- Please note that the price is subject to change.
- Lütfen fiyatın değişebileceğini unutmayın.
- We would have bought the plane tickets if the price had been a little lower.
- Eğer fiyat biraz daha düşük olsaydı, uçak biletlerini alırdık.
- Does that affect the price?
- Bu fiyatı etkiler mi?
- I think it's unlikely that any store would sell this model for that price.
- Bence herhangi bir mağazanın bu modeli bu fiyata satması olası değil.
- What is the price of that book?
- O kitabın fiyatı nedir?
- Today you can get two for the price of one.
- Bugün bir tane fiyatına iki tane alabilirsin.
- Is the price acceptable?
- Fiyat kabul edilebilir mi?
- The price was in the neighbourhood of 50 dollars.
- Fiyat, 50 dolar civarındaydı.
- Could you please confirm the price for this?
- Lütfen bunun fiyatını teyit edebilir misiniz?
- I did everything I could to obtain this price.
- Bu fiyata almak için elimden gelen her şeyi yaptım.
- My roommate is prodigal when it comes to spending money on movies; he buys them the day they're released, regardless of price.
- Oda arkadaşım, filmlere para harcama konusunda müsriftir; fiyatı ne olursa olsun piyasaya çıktıkları gün satın alır.
- Tom bought this camera for a reasonable price.
- Tom bu kamerayı makul bir fiyata aldı.
- Is it included in the price?
- Fiyata dahil mi?
- I don't think it's worth the price they're asking.
- İstedikleri fiyata değeceğini sanmıyorum.
- The price of rice went up three percent.
- Pirincin fiyatı yüzde 3 arttı.
- The price is low, but the quality isn't very good.
- Fiyat düşük ama kalitesi çok iyi değil.
- I did everything I could to obtain this price.
- Bu fiyatı almak için elimden gelen her şeyi yaptım.
- Does the price include breakfast?
- Fiyata kahvaltı dahil mi?
- The price will change according to the demand.
- Fiyat talebe göre değişecektir.
- Price isn't an issue.
- Fiyat mesele değil.
- The good harvest brought down the price of rice.
- İyi hasat pirinç fiyatını düşürdü.
- Price reflects demand.
- Fiyat talebi yansıtır.
- The price is three hundred dollars.
- Fiyatı üç yüz dolar.
- The price of the stock of that company will not come down.
- O şirketin hisse senedi fiyatı düşmeyecek.
- Tom has agreed to pay a rather steep price for that painting.
- Tom o tablo için oldukça yüksek bir fiyat ödemeyi kabul etti.
- We believe that you will be able to make a price concession.
- Fiyat konusunda biraz taviz verebileceğinizi düşünüyoruz.
- It's an attractive price, for this sort of device.
- Bu tür bir cihaz için cazip bir fiyat.
- Even Tom thinks that the price is too high.
- Tom bile fiyatın çok yüksek olduğunu düşünüyor.
- We lost against our rival on price.
- Fiyatta rakibimize karşı kaybettik.
- The price was right.
- Fiyat doğruydu.
- That's not worth the price they're asking for it.
- Bunun için istedikleri fiyata değmez.
- I'll give you a good price.
- Sana iyi bir fiyat vereceğim.
- He negotiated a lower price with the real estate agent.
- Emlakçıyla daha düşük bir fiyat için pazarlık yaptı.
- You won't find them at this price anywhere else in Boston.
- Boston'da başka hiçbir yerde bu fiyata bulamazsınız.
- Is lunch included in this price?
- Öğle yemeği bu fiyata dahil mi?
- The price of a litre of petrol has been increased by 12 rupees.
- Bir litre benzinin fiyatı 12 rupi arttı.
- Just give me a price.
- Bana bir fiyat söyle.
- What's the room's price?
- Odanın fiyatı nedir?
- What is the price for this?
- Bunun fiyatı nedir?
- We did not think about the price.
- Biz fiyat hakkında düşünmedik.
- The price varies with demand.
- Talebe göre fiyat değişir.
- The store I bought this at sells it for the same price, but has better service.
- Bunu aldığım mağaza da aynı fiyata satıyor ama daha iyi hizmet veriyor.
- The price of bananas hasn't changed much over the past few years.
- Muz fiyatı son birkaç yıldır fazla değişmedi.
- I think that thirty dollars is too high a price to pay for this.
- Bence 30 dolar bunun için fahiş bir fiyat.
- The price has gone up.
- Fiyat yükseldi.
- The price is low, but then again, the quality isn't very good.
- Fiyatı düşük ama kalitesi de pek iyi değil.
- Shampoo and toothpaste are the same price.
- Şampuan ve diş macunu aynı fiyatta.
- For that price, you should be able to get something better.
- Bu fiyata daha iyi bir şey alabilmeniz gerekir.
- My hope is to give you good food for a low price.
- Umudum size düşük fiyata iyi yemek vermek.
- I'm not willing to pay such a high price.
- Bu kadar yüksek bir fiyat ödemek istemiyorum.
- I don't want to think about the price of gasoline.
- Benzinin fiyatını düşünmek istemiyorum.
- The price of this camera is exorbitant.
- Bu fotoğraf makinesinin fiyatı fahiş.
- Today is the fifth day of continual stock price decline.
- Bugün hisse senedi fiyatlarının sürekli düşüşünün beşinci günü.
- The price of my piano lessons includes the use of the piano.
- Piyano derslerimin fiyatına piyanonun kullanımı da dahil.
- The price of my piano lessons includes the use of the piano.
- Benim piyano derslerinin fiyatı piyano kullanımını içermektedir.
- What's the price of this?
- Bunun fiyatı ne kadar?
- The good harvest brought down the price of rice.
- İyi hasat pirinç fiyatlarını düşürdü.
- I sold them for a low price.
- Onları düşük bir fiyatla sattım.
- The price of this tie is too high.
- Bu kravatın fiyatı çok yüksek.
- I can't really put a price on that.
- Buna gerçekten bir fiyat biçemem.
- The price is not reasonable.
- Fiyat makul değil.
- What's your best price?
- En uygun fiyatınız nedir?
- Could you reduce the price a little?
- Fiyatı biraz düşürebilir misiniz?
- In that case you only have to pay half the price.
- Bu durumda sadece fiyatın yarısını ödemek zorundasınız.
- The price of the picture is 10 pounds.
- Resmin fiyatı 10 pound.
- The pharmaceutical company raised the price of a lifesaving drug overnight.
- İlaç şirketi hayat kurtaran bir ilacın fiyatını bir gecede yükseltti.
- I don't think it's a product that's worth the price.
- Fiyatının hakkını veren bir ürün değil bence.
- What's the asking price?
- İstenen fiyat nedir?
- We came to an agreement on a price.
- Biz bir fiyat üzerinde bir anlaşmaya vardık.
- I thought the price was kind of high.
- Fiyatın biraz yüksek olduğunu düşündüm.
- What is the price of this cap?
- Bu şapkanın fiyatı ne kadar?
- He charged me a higher price because he noticed I was a foreigner.
- Yabancı olduğumu fark ettiği için benden daha yüksek bir fiyat talep etti.
- What would a good price for that be?
- Bunun için iyi bir fiyat ne olurdu?
- Tom sold Mary's necklace for a very low price.
- Tom, Mary'nin kolyesini çok düşük bir fiyata sattı.
- Consumption tax is not included in the display price.
- Tüketim vergisi, liste fiyatına dahil değildir.
- I offered 30% less than the asking price.
- İstenen fiyattan %30 daha az teklif ettim.
- Tom paid the price.
- Tom fiyatı ödedi.
- She buys everything she wants without paying attention to the price.
- Fiyatına dikkat etmeden istediği her şeyi alıyor.
- The price is kind of high, but it's worth it.
- Fiyat biraz yüksek ama buna değer.
- The price is very cheap.
- Fiyat çok ucuz.
- The stated price does not include labor charges.
- Belirtilen fiyata işçilik ücretleri dahil değildir.
- Can't you give me a lower price?
- Bana daha düşük bir fiyat veremez misin?
- Don't you have something that isn't out of my price range?
- Fiyat aralığım dışında olmayan bir şeyin yok mu?
- The price was outrageous.
- Fiyat çok fazlaydı.
- I'm not worried about the price.
- Ben fiyat konusunda endişeli değilim.
- I forgot what the exact price was, but it was about 170 dollars.
- Tam fiyatını unuttum ama 170 dolar civarındaydı.
- The only difference between children and men is the price of their toys.
- Çocuklar ve erkekler arasındaki tek fark, oyuncaklarının fiyatıdır.
- I'll give you a fair price.
- Sana adil bir fiyat vereceğim.
- The price of this book has been reduced by half.
- Bu kitabın fiyatı yarıya indirildi.
- The store is closing soon and is offering everything at half price.
- Mağaza yakında kapanıyor ve her şeyi yarı fiyata sunuyor.
- The price of Coca-Cola at the buffet increased.
- Büfedeki Coca-Cola'nın fiyatı arttı.
- You can't put a price on that.
- Buna bir fiyat biçemezsin.
- I think it's worth the price.
- Bence bu o fiyata değer.
- What's the room's price?
- Odanın fiyatı ne?
- I can get a better price for it.
- Bunu daha iyi bir fiyata bulabilirim.
- There's a small price to pay.
- Ödenecek küçük bir fiyat var.
- Can I really have it at this price?
- Gerçekten bu fiyata alabilir miyim?
- This is a much higher price than I expected.
- Bu beklediğimden çok daha yüksek bir fiyat.
- It's sort of fashionable, but the price is too high!
- Moda sayılır ama fiyatı çok yüksek!
- Could you knock a little off the price?
- Fiyatı biraz indirebilir misiniz?
- Tom was accused of hoarding toilet paper and price gouging.
- Tom tuvalet kâğıdı stoklayıp fahiş fiyattan satmakla suçlandı.
- This is a reasonable price.
- Bu makul bir fiyat.
- You won't find them at this price anywhere else in Boston.
- Onları Boston'da başka bir yerde bu fiyata bulamayacaksın.
- Tom was accused of hoarding toilet paper and price gouging.
- Tom tuvalet kağıdı istiflemek ve fiyat şişirmekle suçlandı.
- He isn't going to get this car at that price.
- O fiyata bu arabayı almayacak.
- The price is too high.
- Fiyat çok yüksek.
- The price doesn't matter.
- Fiyat önemli değil.
- Tom is good at bargaining the price down.
- Tom fiyat üzerinde pazarlık yapmada iyidir.
- The price includes the consumption tax.
- Fiyata tüketim vergisi dahil.
- The price of gas is rising.
- Benzin fiyatı artıyor.
- The price of meat will soon come down.
- Etin fiyatı yakında düşecek.
- This is well worth twice the price I'm asking.
- Bu sorduğum fiyatın iki katı değerinde.
- The price of coffee has gone up.
- Kahve fiyatları arttı.
- The price isn't important.
- Fiyat önemli değil.
- He charged me a higher price because he noticed I was a foreigner.
- Yabancı olduğumu fark etttiği için bana daha yüksek bir fiyat verdi.
- Consumption tax is not included in the display price.
- Tüketim vergisi teşhir fiyatına dahil değildir.
- The price includes tax.
- Fiyata vergi dahil.
- The price of oil is going up.
- Petrolün fiyatı artıyor.
- The price of rice has come down.
- Pirinç fiyatı düştü.
- Is VAT included in the price?
- KDV fiyata dahil mi?
- The price was outrageous.
- Fiyat çok fahişti.
- My roommate is prodigal when it comes to spending money on movies; he buys them the day they're released, regardless of price.
- Oda arkadaşım filmlere para harcama konusunda müsriftir; vizyona girdikleri gün, fiyatına bakmaksızın satın alır.
- Sami fixed Layla's car for the bargain price of 60 dollars.
- Sami, Layla'nın arabasını 60 dolar gibi ucuz bir fiyata tamir etti.
- I didn't like the price.
- Fiyatını sevmedim.
- The price is kind of high for a used car.
- Fiyat kullanılmış bir araba için biraz yüksek.
- The price is going up.
- Fiyat yükseliyor.
- Does that price include breakfast?
- O fiyata kahvaltı dahil mi?
- The price turned out to be lower than I thought.
- Fiyat düşündüğümden daha düşük çıktı.
- Tom won't be able to sell his car for that price.
- Tom o fiyata arabasını satamayacak.
- That's not worth the price they're asking for.
- Bu onların istedikleri fiyata değmez.
- The price of this car is very high.
- Bu arabanın fiyatı çok yüksek.
- The price of this camera is very high.
- Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.
- The price of rice rose by three percent.
- Pirincin fiyatı yüzde 3 arttı.
- It's a reasonable price.
- Makul bir fiyat.
- The house looked good; moreover, the price was right.
- Ev iyi görünüyordu; üstelik fiyatı da uygundu.
- The price of bananas hasn't changed much over the past few years.
- Muzun fiyatı son birkaç yıldır pek değişmedi.
- What is its price?
- Onun fiyatı nedir?
- I was able to buy two for the price of one.
- Bir tane fiyatına iki tane alabildim.
- I purchased the goods for half price.
- Eşyaları yarı fiyatına aldım.
- What is the price of that book?
- Bu kitabın fiyatı ne kadar?
- She buys everything she wants without paying attention to the price.
- Fiyatına dikkat etmeden istediği her şeyi satın alıyor.
- The price of this camera is exorbitant.
- Bu kameranın fiyatı çok fazla.
- Especially during times of economic crisis, price becomes a dominant factor in deciding whether to buy any product.
- Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, herhangi bir ürünü alıp almayacağımıza karar verirken fiyat baskın faktör haline gelir.
- The price of rice is going up again.
- Pirinç fiyatı yeniden yükseliyor.
- Tom wanted a moderately priced car.
- Tom orta fiyatlı bir araba istiyordu.
- That's not worth the price they're asking.
- İstedikleri fiyata değmez o.
- The price of the picture is 10 pounds.
- Resmin fiyatı 10 sterlin.
- The price of the stock of that company will not come down.
- O şirketin hisse senetlerinin fiyatı düşmeyecek.
- That's a fairly reasonable price.
- O oldukça makul bir fiyat.
- The price of a litre of petrol has been increased by 12 rupees.
- Bir litre benzinin fiyatı 12 rupiye yükseltildi.
- The price is up to you.
- Fiyat size kalmış.
- The price of this used car is reasonable.
- Bu kullanılmış arabanın fiyatı makul.
- Price isn't an issue.
- Fiyat bir sorun değil.
- The price hasn't changed in years.
- Fiyat yıllardır değişmedi.
- I'm not worried about the price.
- Fiyat konusunda endişelenmiyorum.
- Mass production reduced the price of many goods.
- Seri üretim birçok malın fiyatını düşürdü.
- Can you give me a better price?
- Bana daha iyi bir fiyat verebilir misin?
- Mass production reduced the price of many goods.
- Seri imalat birçok ürünün fiyatını düşürdü.
- The price is very high.
- Fiyatı çok yüksek.
- I don't think it's a product that's worth the price.
- Bu fiyata değecek bir ürün olduğunu sanmıyorum.
- The price is low, but then again, the quality isn't very good.
- Fiyat düşük ama ayrıca kalite çok iyi değil.
- The price of these supplies quickly increased.
- Bu malzemelerin fiyatı hızla arttı.
- Everyone has his price.
- Herkesin bir fiyatı vardır.
- Especially during times of economic crisis, price becomes a dominant factor in deciding whether to buy any product.
- Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde fiyat, herhangi bir ürünü satın alıp almama kararında baskın bir faktör haline gelir.
- The price is very high.
- Fiyat çok yüksek.
- We got a good price for that.
- Onun için iyi bir fiyat aldık.
- The price of this tie is too high.
- Bu kravatın fiyatı fazla yüksek.
- That seems like a reasonable price.
- O makul bir fiyat gibi görünüyor.
- Everything has a price.
- Her şeyin bir fiyatı vardır.
- What's the price of this radio?
- Bu radyonun fiyatı nedir?
- Can't you bring down the price a bit?
- Fiyatı biraz aşağı çekemez misiniz?
- I would like to discuss about the price with you.
- Seninle fiyat hakkında konuşmak istiyorum.
- A man can know the price of everything and the value of nothing.
- Bir adam her şeyin fiyatını ve hiçbir şeyin değerini bilebilir.
- That's a fairly reasonable price.
- Bu oldukça makul bir fiyat.
- Have you checked our stock price recently?
- Son zamanlarda hisse senedi fiyatımızı kontrol ettiniz mi?
- The price of the carpet is determined by three factors.
- Halının fiyatı üç faktör tarafından belirlenir.
- What brought the price down?
- Fiyatı ne düşürdü?
- Every time cigarettes go up in price, many people try to give up smoking.
- Sigaranın fiyatı her arttığında, birçok insan sigarayı bırakmaya çalışıyor.
- The price is double what it was last year.
- Fiyat geçen yılkinin iki katı.
- That's a reasonable price.
- Bu makul bir fiyat.
- The price of rice is going up again.
- Pirincin fiyatı tekrar yükseliyor.
- It was a fair price.
- O makul bir fiyattı.
- They knocked thirty dollars off the price.
- Fiyattan otuz dolar indirdiler.
- The store I bought this at sells it for the same price, but has better service.
- Bunu satın aldığım mağaza aynı fiyata satıyor ancak daha iyi hizmet veriyor.
- The price is good.
- Fiyatı iyi.
- Price is not an issue.
- Fiyat sorun değil.
- The price of gasoline is so high that we cannot buy a big car.
- Benzinin fiyatı o kadar yüksek ki, büyük bir araba satın alamayız.
- Is it really worth the price?
- Fiyatını hak ediyor mu gerçekten?
- He charged me a higher price because he noticed my accent.
- Aksanımı fark ettiği için bana daha yüksek bir fiyat verdi.
- Some stores discount the price.
- Bazı mağazalar fiyatta indirim yapıyor.
- Are you accusing us of price gouging?
- Bizi fiyat kırmakla mı suçluyorsunuz?
- This is a reasonable price.
- Makul bir fiyat.
- I wasn't willing to pay such a high price.
- Bu kadar yüksek bir fiyat ödemeye razı değildim.
- As expected, the price of imported goods rose.
- Beklendiği gibi, ithal malların fiyatı yükseldi.
- The price of bread rose by ten yen.
- Ekmeğin fiyatı on yen arttı.
- The price of food's gone up.
- Yiyecek fiyatları arttı.
- I'll sell you this at a very reasonable price.
- Bunu size çok makul bir fiyata satacağım.
- The price jump was unprecedented.
- Fiyat artışı eşi benzeri görülmemişti.
- The price of oil is going up.
- Petrol fiyatı yükseliyor.
- The price of that bicycle was too high.
- O bisikletin fiyatı çok yüksekti.
- He put up a notice about the change in price.
- O fiyat değişikliği konusunda bir uyarı koydu.
- Bitcoin's price rose above $5,000 for the first time today.
- Bitcoin'in fiyatı bugün ilk kez 5.000 doların üzerine çıktı.
- Dan didn't even negotiate the price.
- Dan fiyat için pazarlık bile etmedi.
- It's not a matter of price.
- O fiyat meselesi değil.
- The price varies with demand.
- Fiyat talebe göre değişir.
- Tom negotiated a lower price.
- Tom daha düşük bir fiyat için pazarlık yaptı.
- The price of the book was $5.
- Kitabın fiyatı 5 dolardı.
- The actual price was lower than I thought it would be.
- Gerçek fiyat düşündüğümden daha düşüktü.
- I bought this coat at a low price.
- Bu paltoyu düşük bir fiyata aldım.
- I'd consider buying that if you'd sell it to me for a reasonable price.
- Bunu bana makul bir fiyatla satarsan onu almayı düşünürüm.
- Don't you have something in my price range?
- Benim fiyat aralığımda olan bir şeyiniz yok mu?
- You were wrong about the price.
- Fiyat hakkında hatalıydın.
- I bought this dress at a low price.
- Ben, bu elbiseyi düşük bir fiyata satın aldım.
- Could you please confirm the price by email?
- Lütfen fiyatı e-posta ile teyit eder misiniz?
- Are these all the same price?
- Bunların hepsi aynı fiyat mı?
- What's the price?
- Fiyat nedir?
- The price is right.
- Fiyat doğru.
- You can't beat the price.
- Bu fiyata başka yerde bulamazsın.
Show More (607)
|
|
- Can we compel or perhaps entice them to pay this price?
- Onları bu bedeli ödemeye zorlayabilir ya da belki de ikna edebilir miyiz?
- I think we have already paid a sufficient price for what was done there.
- Orada yapılanlar için zaten yeterli bir bedel ödediğimizi düşünüyorum.
- Galicia cannot pay the physical price, in addition to the damage it is suffering.
- Galiçya, uğradığı zarara ek olarak fiziki bedeli de ödeyemiyor.
- They know the price of solidarity and appreciate, I hope, the gesture that Europe has made today.
- Dayanışmanın bedelini biliyorlar ve umarım Avrupa'nın bugün yaptığı jesti takdir ediyorlardır.
- This advertising, for which the citizens of our countries pay a high price, seems to be nothing more than propaganda.
- Ülkelerimizin vatandaşlarının yüksek bedeller ödediği bu reklamlar, propagandadan başka bir şey değil gibi görünüyor.
- But of course, there is a price to pay for that.
- Ancak elbette bunun için ödenmesi gereken bir bedel var.
- It will come to pay the price in the 2004 European elections.
- Bunun bedelini 2004 Avrupa seçimlerinde ödeyeceklerdir.
- This is the price of the future of generations to come.
- Bu, gelecek nesillerin geleceğinin bedelidir.
- The Commission will have to pay a heavy price for refusing to take these warnings seriously.
- Komisyon bu uyarıları ciddiye almadığı için ağır bir bedel ödemek zorunda kalacaktır.
- Please help the governments bear the political price which this endeavour and change usually imply.
- Lütfen hükûmetlerin bu çabanın ve değişimin gerektirdiği siyasi bedeli üstlenmelerine yardımcı olun.
- That is the price that Europe will have to pay in order to gain credibility.
- Avrupa'nın güvenilirlik kazanmak için ödemesi gereken bedel budur.
- But Ireland is paying an enormous price for this single incident.
- Ancak İrlanda bu tek olay için çok büyük bir bedel ödüyor.
- We must, however, remember that this involves reorganisation and there will be a price to pay.
- Ancak bunun yeniden yapılanmayı içerdiğini ve ödenmesi gereken bir bedel olacağını unutmamalıyız.
- This will also involve willingness on our part to pay a proper price for them.
- Bu da bizim onlar için uygun bir bedel ödemeye istekli olmamızı gerektirecektir.
- This means, therefore, that we would have to pay the price for the lack of restructuring in the United States.
- Dolayısıyla bu, ABD'deki yeniden yapılanma eksikliğinin bedelini bizim ödememiz gerektiği anlamına gelmektedir.
- The price of having to make cuts in previous policies.
- Önceki politikalarda kesinti yapmak zorunda kalmanın bedeli.
- But this cohesion has a price that should not be paid by the EU's poorest countries.
- Ancak bu uyumun AB'nin en yoksul ülkeleri tarafından ödenmemesi gereken bir bedeli vardır.
- This is the price that has to be paid to rid the world of hunger.
- Dünyayı açlıktan kurtarmak için ödenmesi gereken bedel budur.
- We will pay the price in Europe for that perception.
- Bu algının bedelini Avrupa'da ödeyeceğiz.
- Quite often it is a price paid to criminal gangs, there to exploit the motivation of these people.
- Çoğu zaman bu insanların motivasyonunu istismar etmek için suç çetelerine ödenen bir bedeldir.
- It is a price which, paradoxically, will primarily be borne by the consumer.
- Bu, paradoksal bir şekilde öncelikle tüketici tarafından karşılanacak bir bedeldir.
- Clearly, enlargement has its price, but in the long term we are all winners.
- Açıkçası, genişlemenin bir bedeli var, ancak uzun vadede hepimiz kazanıyoruz.
- They knew the price that had been paid for its birth.
- Doğuşu için ödenen bedeli biliyorlardı.
- There is a price to be paid for transport.
- Nakliye için ödenmesi gereken bir bedel var.
- Its price is economic, social, ecological and political stability in Europe, above all else its price is trust.
- Bunun bedeli Avrupa'da ekonomik, sosyal, ekolojik ve siyasi istikrardır, her şeyden önce bunun bedeli güvendir.
- Yet, who is going to pay the price for this huge risk?
- Peki, bu büyük riskin bedelini kim ödeyecek?
- In my view, liberalisation will come at a price.
- Benim görüşüme göre liberalleşmenin bir bedeli olacaktır.
- Is this not too heavy a price for the Canaries to pay for their full integration into the European Union?
- Bu, Kanarya Adaları'nın Avrupa Birliği'ne tam entegrasyonu için ödemesi gereken çok ağır bir bedel değil midir?
- There is a price to be paid for transport.
- Ulaşım için ödenmesi gereken bir bedel var.
- So often we have seen a high price paid in human lives.
- Çoğu zaman insan hayatıyla ödenen yüksek bir bedel gördük.
- Is this not too heavy a price for the Canaries to pay for their full integration into the European Union?
- Bu, Kanarya Adaları'nın Avrupa Birliği'ne tam entegrasyonu için ödemesi gereken çok ağır bir bedel değil mi?
- Is long-term regional instability a price worth paying for short-term theft?
- Uzun vadeli bölgesel istikrarsızlık, kısa vadeli hırsızlık için ödenmeye değer bir bedel midir?
- This is the price of achieving legitimacy for the European Union.
- Bu, Avrupa Birliği için meşruiyet kazanmanın bedelidir.
- It is a price not worth paying.
- Bu ödemeye değmeyecek bir bedeldir.
- This is the price that has to be paid to rid the world of hunger.
- Bu, dünyayı açlıktan kurtarmak için ödenmesi gereken bedeldir.
- In this way, employment can be promoted and environmental pollution given a real price.
- Bu şekilde istihdam teşvik edilebilir ve çevre kirliliğine gerçek bir bedel ödenebilir.
- It will come to pay the price in the 2004 European elections.
- Bunun bedelini 2004 Avrupa seçimlerinde ödeyecektir.
- This is the price of achieving legitimacy for the European Union.
- Bu, Avrupa Birliği'nin meşruiyet kazanmasının bedelidir.
- We all know that innovation comes at a price.
- Hepimiz inovasyonun bir bedeli olduğunu biliyoruz.
- No-one is going to ask us to go and die on an Afghan hillside, though others will be asked to pay that price.
- Hiç kimse bizden gidip bir Afgan yamacında ölmemizi istemeyecek ancak başkalarından bu bedeli ödemeleri istenecek.
- Poland is paying this price with great European determination.
- Polonya bu bedeli büyük bir Avrupa kararlılığıyla ödüyor.
- It is precisely this that has just taken place with the Treaty of Nice, and France will have a high price to pay.
- Nice Antlaşması ile tam da bu gerçekleşmiştir ve Fransa'nın ödeyeceği yüksek bir bedel olacaktır.
- We shall pay a heavy price if we do.
- Bunu yaparsak ağır bir bedel ödeyeceğiz.
- That is the price of establishing a blood chain that will renew the confidence of European citizens.
- Avrupa vatandaşlarının güvenini tazeleyecek bir kan zinciri kurmanın bedeli budur.
- We will not sacrifice all our social heritage which has been acquired at such a high price.
- Bu kadar yüksek bedeller ödeyerek elde ettiğimiz tüm sosyal mirasımızı feda etmeyeceğiz.
- In this way, the European Union is paying a very high price.
- Bu şekilde, Avrupa Birliği çok yüksek bir bedel ödüyor.
- It's a small price to pay for such a nice painting.
- Böyle güzel bir tablo için ödenecek küçük bir bedel.
- It's a small price to pay for such a nice painting.
- Böyle güzel bir resim için önemsiz bir bedel.
- It's a small price to pay for such a nice painting.
- Böyle hoş bir tabloya ödenecek küçük bir bedel.
- There will be a price to pay for your French involvement.
- Fransa ile olan ilişkinden dolayı ödemen gereken bir bedel olacak.
- There will be a price to pay for your French involvement.
- Fransa'yla çevirdiğiniz işlerin bir bedeli olacak.
- Thus Israel pay for it only two-thirds of the real price.
- Böylece İsrail gerçek bedelin sadece üçte ikisini öder.
- There will be a price to pay for your French involvement.
- Fransızlara katılmanızın bir bedeli olacaktır.
- Every dream comes at a price.
- Her hayalin bir bedeli var.
- What is the price of peace?
- Barışın bedeli nedir?
- I'll pay any price.
- Her türlü bedeli öderim.
- It's a small price to pay.
- Bu ödenecek küçük bir bedel.
- Layla taught Fadil the price of breaking promises.
- Leyla sözünü tutmamasının bedelini Fadıl'a öğretti.
- We were saved, but a price had to be paid.
- Kurtulduk ama bir bedel ödenmesi gerekiyordu.
- Everything has its price.
- Her şeyin bedeli var.
- That's the price you pay.
- Ödeyeceğin bedel bu.
- We paid a fair price for it.
- Biz bunun için adil bir bedel ödedik.
- You were wrong about the price.
- Bedel konusunda yanılmışsın.
- Everything has its price.
- Her şeyin bir bedeli vardır.
- Will not the price to be paid for the things to be lost, be too high?
- Kaybedilenler için ödenecek bedel çok yüksek olmayacak mı?
- Every dream comes at a price.
- Her hayalin bir bedeli vardır.
- Tom wasn't willing to pay such a high price.
- Tom bu kadar yüksek bir bedel ödemeye razı değildi.
- That's the price of success.
- Bu, başarının bedelidir.
- Hard work is the price of success.
- Çok çalışmak başarının bedelidir.
- We all have a price.
- Hepimizin bir bedeli var.
- You can't put a price on a life.
- Bir hayata bir bedel koyamazsınız.
- Well, what about the economic price to be paid due to uncertainty?
- Peki, belirsizlik nedeniyle ödenecek ekonomik bedel ne olacak?
- That's the price of success.
- Başarının bedeli bu.
- It's the price we pay for love.
- Aşk için ödediğimiz bedel bu.
- It's a very small price for such an important victory.
- Bu kadar önemli bir zafer için çok küçük bir bedel.
- There is a price for always getting what you want.
- Her zaman istediğini elde etmenin bir bedeli vardır.
- Everything has a price.
- Her şeyin bir bedeli vardır.
- The workers of the northern countries have paid a high price for the displacement of production in the southern regions.
- Kuzey ülkelerinin işçileri, güney bölgelerindeki üretimin yer değiştirmesi için yüksek bir bedel ödedi.
- That's a small price to pay.
- Ödenecek küçük bir bedel.
- There was a price to be paid.
- Bir bedel ödenecekti.
- There was a price to be paid.
- Ödenmesi gereken bir bedel vardı.
- It's a small price to pay for such a nice painting.
- Böyle güzel bir tablo için ödenecek küçük bir bedel bu.
- There is a price for always getting what you want.
- Her zaman istediğini almanın bir bedeli vardır.
- That's the price you pay.
- Ödediğin bedel bu.
- We were saved, but a price had to be paid.
- Biz kurtarıldık ama bir bedel ödenmesi gerekiyordu.
- There's a small price to pay.
- Ödenecek küçük bir bedel var.
- Layla taught Fadil the price of breaking promises.
- Leyla, Fadıl'a sözünü tutmamanın bedelini öğretti.
- The price of wisdom is above pearls.
- Bilgeliğin bedeli, incilerin üzerindedir.
- Sami has paid a stiff price for his service.
- Sami hizmeti için ağır bir bedel ödedi.
Show More (86)
|
